4. Kutsal Kitap Yorumunun Pratik Kuralları

Bu bölümde Kutsal Kitap yorumunda en temel ve gerekli pratik kuralları ortaya koymaya çalışacağız. Bu kurallar bir önceki bölümde verilen ilkeleri temel alırlar.

 

Kural 1. Kutsal Kitap’ın Herhangi Başka Bir Kitap

Gibi Okunması Gerekir

Bu kural en başa konur çünkü çok önemlidir. Aynı zamanda da yanlış anlaşılması kolay olan bir kuraldır. Kutsal Kiıap’ı herhangi başka bir kitap gibi okumalıyız derken Kutsal Kitap’ın her bakımdan diğer kitaplar gibi olduğunu söylemek istemiyorum. Kutsal Kitap’ın eşsiz bir şekilde esinlendirildiğini ve hatasız olduğunu ve bu gerçeklerin de onu kendi başına bir sınıfa soktuğuna inanıyorum. Ama yorum konularında Kutsal Kitap, yorumun temel edebi tarzlarını değiştiren özel bir sihir taşımaz. Bu kural, sensus litera/is (doğal yorum veya anlayış) ilkesinin uygulamasıdır. Diğer bütün kitaplarda olduğu gibi, Kutsal Kitap’ta da fiil fiildir ve isim isimdir.

Ama Kutsal Kitap bütün diğer kitaplar gibi yorumlanacaksa, ya dua? Kutsal Kitap’ı yorumlarken Tanrı’nın Kutsal Ruh’unun yardımını istememeli miyiz ? Bu kitapta vaat edilen ilahi aydınlatılma diğer kitaplardakinden hiçbir şekilde farklı değil midir?

Dua ve ilahi aydınlanma konularında sorular sorduğumuzda Kutsal Kitap’ın diğer kitaplardan gerçekten de farklı olduğu alanlara giriyoruz. Kutsal Kitap’ı yaşamlanmıza uygulamanın ruhsal yararı konusunda duanın yardımı çok büyüktür. Bir metnin ruhsal anlamını aydınlatmak için Kutsal Ruh çok önemlidir. Ama tarihsel anlatımla mecaz arasındaki farkı anlamak konusunda, kalbimizde ve kafamızda yorumu engelleyecek ve önyargılarımızı yenebilmemiz için kalplerimizi temizlemesi konusunda içten bir yakarmayı içermedikçe duanın dalgınlık ve önyargıları temizlemek dışında büyük bir yardımı olmaz. Tanrı’nın sözünün ne söylediğini duyabilmek amacıyla kafalarımızın özgür olabilmesi için kalplerimizin temizlenmesi çok önemlidir. Tanrı’ nın tembelliğe olan eğilimimizi yenmemizde ve Kutsal Kitap’ın çalışkan öğrencileri olmakta bize yardımcı olması için de dua etmemiz gerekir. Ama temel yorum işinde mistik esin flaşları fazla yararlı değildir. Daha da kötüsü sözde ruhsal bir yöntem olan “piyango yöntemidir”.

“Piyango yöntemi” kişinin Tanrı’nın kendisine yol göstermesini isteyip Kutsal Kitap’ın herhangi bir yerini açmasıdır. Sonra gözlerini kapatarak parmağını sayfanın herhangi bir yerine koyar ve parmağı sayfanın neresine gelirse orada yazılı olan şeyler de kendisi için Tanrı’nın yanıtı olur. Üniversitenin son sınıfında olan bir genç kızın büyük bir heyecan içinde bana geldiğini hatırlıyorum. Mezuniyet günü yaklaştıkça ufukta kendisi için evlilik gözükmemesinden “son yıl paniğinin acılarını yaşıyordu. Uzun zamandan beri bir koca için dua ediyordu ve sonunda Tanrı’dan bu konuda bir yanıt alabilmek için “piyango yöntemine” başvurdu. Bu yöntemle parmağının üzerinde durduğu ayet Tevrat:Zekerıya 9:9’du:

Ey Siyon kızı, sevinçle coş! Bağır ey Yeruşalem kızı! İşte kralın sana geliyor. 0 adaletlidir, kurtarıcıdır, yumuşak huyludur, eşeğin sırtında, eşeğin yavrusu sıpanın sırtında.

Tanrı’dan gelen bu direkt sözle evleneceğinden ve prensinin yolda olduğundan emin oldu. Belki büyük bir beyaz atın sırtında gelmiyordu ama eşek de idare ederdi.

Bu, Kutsal Kitap’ı kullanmanın doğru bir yolu değildir. Bu sözler kaleme alınırken ne Zekeriya, ne de Kutsal Ruh’un böyle bir şeyi düşündüklerini sanmıyorum. Ancak, utanarak söylemek istiyorum ki bu olaydan bir hafta sonra bu genç kız bir gençle çıkmaya başladı ve birkaç ay içinde de evlendiler! Ancak bunun Tanrı’nın ilahi bir vaatle onun gereksinimini sağlamasından çok, Kutsal Kitap’ın yanlış kullanımıyla kendisinin birisiyle çıkmak konusunda kendine yeni bir güven kazanmasının sonucu olduğuna inanıyorum.

 

Kural 2: Kutsal Kitap’ı Yaşarcasına Okuyun

Bu kuraldan korkarak ve titreyerek söz ediyorum. Bu kural çok kötü çarpıtılabilir ve yararından çok zararı dokunabilir. Bunu söylerken ne demek istediğimi söylemeden önce ne demek istemediğimi belirtmek istiyorum.

Kutsal Kitap’ın sözlerinin tarihsel çerçevelerinden alınıp sübjektif bir şekilde yorumlandığı “kişisel” yorum yöntemini kullanalım demek istemiyorum. Örneğin Rudolf Bultmann, “kişisel” veya eksistensiyel (varoluşçu) bir tür yorumu savunur. Burada ilham, tarih düzeyinde değil benim kişisel olarak karar verdiğim anda gerçekleşir. Tanrı benimle “hic et munc” (şimdi ve burada) konuşur. Bu yaklaşımla en önemli şey tarihte gerçekleşen şey değildir~ Önemli olan “zaman ve mekandan bağımsızlık teolojisidir” Sık sık, İsa’nın tarihte yaşamış olup olmadığının gerçekten de önemi olmadığım söyleyen bu ekolden bilginlerin konuşmalarını duyarız. Önemli olan şimdi bizim için var olan mesajdır. İsa, tarihteki bir insan değil bir “özgürlük” sembolü “anlamına” gelebilir.

Bu yaklaşımın sakat yanı, İsa’nın tarihte gerçekten yaşayıp, ölüp ve ölümden dirilmiş olmasının gerçekten önemli oluşudur. Pavlus’un İncil:1.Korintliler 15’de de savunduğu gibi, Mesih dirilmemişse, “imanımız da boştur.” İsa Mesih tarihte gerçekten dirilmemiş olsaydı bizler ölü bir kurtarıcı ve güçsüz bir müjdeyle baş başa bırakılmış olurduk. Müjde yaşamla değil ölümle bitmiş olurdu. Böylece bu yöntemden söz etmekle Bultman gibi modem göreceli, sübjektivist ve tarih karşıtı yorum yöntemlerini hiçbir şekilde onaylıyor değilim. Ben “varoluşçu” veya “kişisel” terimlerini başka bir şekilde kullanıyorum.

Söylemek istediğim Kutsal Kitap’ı okurken okuduklarımızla bir hevesle ve kişisel bir biçimde tamamen ilgilenmeliyiz. Bunu sadece metnin kişisel olarak uygulanması amacıyla değil ama iyice anlaşılması amacıyla da savunuyorum. Kutsal Kitap okurlarını, okuduğumuz kişilerin yaşadıklarını yaşarcasına etüt etmeye çağırıyorum.

Kutsal Kitap’ta tahrih bilgileri bütün ayrıntılarıyla verilmiştir. Orneğin aşağıdaki anlatıma bir bakalım:

Harun’un oğullan Nadav’la Avihu buhurdanlarını alıp içlerine ateş, ateşin üstüne de buhur koydular. RAB’bin buyruklarına aykırı bir ateş sundular. RAB bir ateş gönderdi. Ateş onları yakıp yok etti. RAB’bin huzurunda öldüler. Musa Harun’a şöyle dedi: “RAB demişti ki: ‘Bana hizmet edenler kutsallığıma saygı duyacak. Ve halkın tümü beni yüceltecek.”’ Harun hiçbir şey söylemedi (Tevrat:Levililer 10:1-3).

Burada neler olup bitiyor? Uç kısa ayette günah ve günahlarının sonucu olarak Harun’un oğullarının ölmelerinin dramı kısaca kaydedilmiştir. Harun’un buna tepkisi hakkında fazla bir şey söylenmemiştir Bütün okuduğumuz, Musa’nın Tanrı’nın yargısının nedenini yorumlaması ve Harun’un da bu yüzden sessiz kalmasıdır. Harun oğullarının öldüğünü gördüğünde ne düşünmüştü? Birazcık satırların arasını okumak dedikleri şeyi yani spekülasyon yapabilir miyiz? Eğer Harun benim gibi biriyse, “Aman Allahım, neler oluyor? Tanrım, ben bu kadar uzun bir süredir senin için çalışıyorum, hayatımı senin için feda ediyorum, sen ise çocukça bir oyundan ötürü oğullarımı öldürüyorsun. Bu hiç de adil bir şey değil,” diye düşünürdü. Ben olsam böyle düşünürdüm. Ama ben böyle bir tepki gösterseydim ve İsrail’in Kutsal Tanrısı bana, “Bana hizmet edenler kutsallığıma saygı duyacak Ve halkın tümü beni yüceltecek” diyerek sunağın kutsallığını ve rahibin işinin ciddiliğini sert bir şekilde hatırlatsaydı ben de çabucak çenemi kapatırdım.

Kendimizi Kutsal Kitap’taki insanların yaşadıkları durumlara koymaya çalışarak okuduğumuz şeyi çok daha iyi bir şekilde anlayabilriz. Bu, başkalarının hislerini anlamak, kendileri hakkında okuduğumuz insanların duygularını hissetmeye çalışmaktır. Bu şekilde “satırlar arası okuma” Kutsal Kitap’ın kendisinin metni olarak kabul edilemez ama olup bitenleri anlamamızda bize yardımcı olacaktır.

Sören Kierkkegaard, Fear and Trembling adlı kitabında İbrahim’in İshak’ı kurban etmesinin anlatımı hakkında fikir yürütür. Kendi kendine, “İbrahim oğlunu kurban etmek için neden sabah erken kalktı?” diye sorar. Metni, bu soruya verilebilecek bir dizi olası yanıt açısından ele alır. Sözlerini bitirdiğinde, okur kendini sanki Moriya Dağına çıkmış ve şimdi de İbrahim’le birlikte oradan iniyormuş gibi hisseder. Burada anlatımın duygusallığı yakalanmıştır. Böylesi fikir yürütmelerin metnin gerçekten anlattığı şeyin ne olduğu konusundaki yetki sahibi yorumlara hiçbir şey eklemediğini tekrar ediyorum. Ama metni anlamamıza yardımcı olurlar. Bu yüzdendir ki, vaaz ederken “satırların arasını okumak” geçerli bir girişimdir.

Kierkegaard’ın İbrahim’in öyküsünü böylesine çarpıcı bir şekilde ele alışı, “İbrahim neden böyle yaptı?” sorusuyla uyarılmıştır. Kutsal Kitap’ ı okurken özellikle Tanrı’nın insanlara uyguladığı ciddi yargıları okurken sık sık kafamız karışır, hatta okuduklarımız bizi çok kızdırır. Zaman zaman Tanrı halkına zalimce ve alışılmadık cezalar veriyormuş gibi görünebilir. Durup sakince, “Tann neden bunu yapıyor?” ya da “Kutsal Kitap neden böyle söylüyor?” diye sorarsak bu tür sorunların çoğu ortadan kalkar. Bunu yaptığımızda Tanrı’ya karşı doğal olarak sahip olduğumuz önyargıyı aşmakta kendimize yardımcı olmuş oluruz.

Birisi canımı sıktığında, ne söylediğine dikkat etmek ya da ne yaptığını anlamak benim için zor olur. Kızdığımda, öfkemin hedefi olan kişiyi en kötü ışığın altında yorumlamaya yatkın olurum. Bizim de bunu Kutsal Kitap’ı okurken çok sık olarak yaptığımıza dikkat edin. Tanrı’nın bazı insanlara seçip özel lütuf vermesi hakkında bir konuşma yaptığım her seferinde muhakkak birisi çıkıp, “Tanrı’nın bize rasgele kuklalar gibi davrandığını mı söylemek istiyorsunuz?” diye sorar. İnsanların Tanrı hakkında böyle bir düşüncem olduğu sonucuna varmalarına alınırım. Ben bunu söylememişimdir, sözlerimin böyle bir şey ima etmesini bile istememişimdir, buna karşın herhangi bir tür Tanrısal egemenlik düşüncesi insanlara öylesine aykırı gelir ki onu mümkün olan en kötü ışığa koyarlar.

Ortak bir insansal yatkınlıkla karşı karşıyayız ve hepimiz de bunu yapmaktan suçluyuz: Hoşlanmadığımız kişilerin sözleri ve hareketlerini en kötü şekilde, kendi hatalarımızı ise en iyi şekilde algılarız. Birisi bana karşı bir günah işlediğinde o kişinin niyetini tamamen kötü olarak görürüm; ben ona karşı bir günah işlediğimdeyse, “Bir değerlendirme hatası yapmışımdır.” Eğer doğamız itibariyle Tanrı’ya düşmansak, Tanrı’nın sözünü yorumlarken bu yatkınlığa karşı dikkatli olmalıyız.

Kadının İnanlılar topluluğundaki yeri hakkında son yıllarda yapılmakta olan tartışmaların ışığında elçi Pavlus’ a epey saldırılarda bulunulmuştur. Pavlus’u şovenist, kadın düşmanı ve feminizm karşıtı gösteren bir sürü yazı okumuşumdur. Bazı insanlar bu konuda Pavlus’a karşı o kadar büyük bir düşmanlık duyarlar ki, kalemlerinden zehir damlar ve Pavlus’un söylediği hiçbir şeyi duyamazlar. Kendimizi onun yerine koyan kişisel yorumu yöntemini kullanarak bir insan olan Pavlus’u daha iyi anlayabiliriz ama daha da önemlisi gerçekten ne söylemek istediğini anlayabilmemize yardım etmesidir.

Adela Rogers St. John, İncil’deki Mektuplar’ı ilk kez okumak isteyen bir roman kahramanı hakkında yazar. Mektuplara tafarsız bir tepki gösterebilmek için sekreterine her bir Mektup’u ve mektubun üzerine de kendisine bir hitabe yazdırmış ve onu evinin adresine posta yoluyla göndertmiş. Ancak bundan sonradır ki her mektubu kendisi için yazılmış gibi okuyabilmiş. Anlatılan bu örnek, kendimizi bu mektubu alan kişinin yerine koyma, yani Kutsal Kitap’ı “kişisel” ya da “yaşarcasına” okuma yöntemidir.

 

Kural 3: Tarihsel Anlatımların Öğretisel Yönlerine Göre Yorumlanması Gerekir

Tarihsel anlatım üsluplarındaki temel niteliklere bakmıştık. Bu kuralı anlayabilmek için önce öğretisel biçimin tanımını yapmalıyız. Öğretisel eserler bir şeyi öğreten ya da açıklayan eserlerdir. Pavlus’un yazılarından çoğu öğretiseldir. İncil’in “Müjdeleri” ile İncil’in “Mektuplar”ı arasındaki ilişki sık sık “Müjdeler”in İsa’nın yaptıklarını kaydettiğini ve “Mektuplar’ın da İsa’nın yaptığı işin anlam ve önemini yorumladığını söyleyerek basit bir şekilde tanımlanır. Böylesi bir tanım, işi fazlasıyla basite indirgemektir çünkü “Müjdeler” anlatımı yaparken sık sık da öğretide bulunur ve yorum yaparlar. Ama “Müjdeler”de vurgulanan şeyin olayların kaydı Olduğu ve “Mektuplar”ın da bu olayları öğreti, öğüt ve uygulamasının ışığında yorumlamayla daha çok ilgilendiği doğrudur.

Mektuplar genelde yorum yaptıklarından ve Kutsal Kitap’a yerleştirilme sıraları Müjdeler’den sonra geldiğinden Reformcular Müjdeler’in Mektupları yorumlaması yerine Mektuplar’ın Müjdeleri yorumlaması gerektiği ilkesini savunmuşlardır. Bu mutlak bir kural değildir ama yararlı bir pratik kuraldır. Müjdeler İsa’nın sadece yaptıklarını değil, aynı zamanda öğretilerini de içerdiği için bu yorum kuralı bazılarının kafasını karıştırır. Bunun anlamı, İsa’nın sözleri ve öğretilerine havarilerinkinden daha az otorite verildiği demek değil midir? İlkenin amacının bu olmadığı kesindir. Reformcular ne Mektuplar’a ne de Müjdeler’e birbirinin uzerinde olan üstün bir otorite vermişlerdir. Yorum sırasında bir fark olsa da Müjdeler’le Mektuplar’ın otoritesi eşittir.

Günümüzde insanlar Kutsal Kitap’ı tek otorite olarak kabul etmemeye başladığından beri İsa’nın otoritesini Mektuplar’ ın, özellikle de Pavlus’un Mektupları’nın otoritesinin karşısına dikmek moda olmuştur. İnsanlar, İsa’yı Pavlus’un karşısına değil bunun yerine Matta ya da Yuhanna gibi havarileri Pavlus’un karşısına diktiklerinin farkında değildirler. İsa’nın İncil’in hiçbir bölümünü yazmadığını ve İsa’ nın yaptığı ve söylediği şeyleri öğrenmek için havarilerin tanıklığına bağımlı olduğumuzu hatırlamalıyız.

Kısa bir süre önce üniversiteden çok yakın bir arkadaşımla bir araya geldik. Birbirimizi hemen hemen yirmi yıldır görmemiştik ve bu zaman zarfında olup bitenleri anlatabilmek için konuşup durduk. Konuşması sırasında birçok konuda fikrini değiştirdiğini söyledi. Kutsal Kitap’ın doğası ve otoritesi hakkındaki görüşlerinin değiştiğini özellikle belirtti. Artık Kutsal Kitap’ın esinlendirilmiş olduğuna inanmadığını ve onun öğretilerinden bazılarının özellikle de Pavlus’un öğretilerinin kendisini gücendirdiğini söyledi.

Hala değişmediğine inandığı nelerin kaldığını sordum.

“Hala İsa’nın benim Rabbim ve Kurtarıcım olduğuna inanıyorum,” dedi.

Yumuşakça, “İsa, senin hayatının Efendisi olduğunu nasıl gösteriyor?” diye sordum. Soruyu biraz açıklayana dek ne demek istediğimi anlamadı. Hayatını yönetmesinin içeriğinin bir parçası olan bilgileri İsa’nın kendisine nasıl ilettiğini sordum: İsa, “Kim buyruklarımı bilir ve yerine getirirse, işte beni seven odur,” dedi (İncil. li4hanna 14:21). O’nu hala sevdiğini ve O’na itaat etmek istediğini görüyorum, ama O’nun buyruklarını nerede buluyorsun? Eğer Pavlus Mesih’in isteğini doğru bir biçimde yansıtmıyor ve diğer havariler de ayrıl derecede hatalıysa Rabbin’in isteğinin ne olduğunu nasıl keşfediyorsun?” dedim.

Bir an tereddüt etti ve, “İnanlılar topluluğu kurulu toplantı yapıp karar aldığında,” dedi.

Çoğu aynı görüşte olmadığı için, hangi İnanlılar topluluğu ve hangi kurul diye sormadım. Belki de Worms Kurultayı’na” yeniden bir göz atma zamanının gelmiş olabileceğini söyledim. Protestanların bazıları neyi “protesto” ettiklerini unutmuşlardır ve günümüz İnanlılar topluluğunun aldığı kararları havarilerin

“Worms Kurultayın’da Protestanlar Roma Katolik kilisesinden ayrılmıştı.

otoritesinin üstüne çıkarma noktasına geri gelmişlerdir. Bu olduğunda altüst olmuş bir Mesih İnancı’na sahip oluruz. İncil’in yazarlarına güvenebilirsek, İsa’nın peygamberler ve havarileri İnanlılar topluluğunun temeli olmaya çağırdığını söylediklerinde de doğru olduklarına güvenebiliriz. Arkadaşımın kafasında o temel yok olmuş ve yerine bir yenisi geçmişti, o da İnanlılar topluluğundaki din adamlarının çağdaş görüşleriydi.

Eğer Pavlus ve Petrus ve diğer İncil yazarları elçi olarak otoritelerini İsa’nın Kendisinden almışlarsa, nasıl onların öğretilerini eleştirebilir ve hâlâ da İsa’yı izlediğimizi iddia edebiliriz? Isa aynı konuyu Ferisiler’le de tartıştı. Tanrı’nın yolladığı ve Kendisi hakkında tanıklık ettiği kişiyi reddederken Tanrı’yı onurlandırdıklarını iddia ediyorlardı. İbrahim’i sevince boğan kişiyi küçümserken İbrahim’in çocukları olduklarını iddia ediyorlardı. Musa’nın Kendisi hakkında yazdığı kişiyi reddederken Musa’nın otoritesine onaylıyorlardı.

Irenaeus12 da aynı şeyi havarilerin otoritesine saldıran ilk İnanlılar topluluğundaki gnostiklere13 söylemişti. “Eğer havarilere itaat etmezseniz Tanrı’ya karşı itaatkâr olamazsınız. Çünkü eğer havarileri reddederseniz onlan göndereni (İsa’yı) reddetmiş olursunuz ve eğer havarileri göndereni reddederseniz İsa’yı göndereni (Baba Tanrı’yı) reddetmiş olursunuz” dedi. Böylelikle Irenaeus gnostiklere karşı İsa’nın Ferisilerle olan tartışmasını bir adım daha ileri götürmüş oldu.

12  Irenaeus 2. yüzyılda yaşamış Mesih İnanlısı önderlerden biri.

132. yüzyılda ruhsal suları bilmek iddiasında olan Ve sahte öğretilerde bulunan bir tarikat

Böylece, anlatımı öğretiye göre yorumlama ilkesi, havarileri birbirlerine karşı ya da havarileri Mesih’in aleyhine çevirmek için konulmamıştır. Sadece bir havarinin en önemli görevlerinden birinin Mesih’in düşüncesini halkına öğretmek ve yorumlamak olduğunu kabul etmektir.

Bu kuralın önemli olmasının başlıca nedenlerinden biri insanların yaptıklarının kayıtlarından çok fazla anlamlar çıkartma konusunda uyarmasıdır. Örneğin gerçekten de, sadece İsa’nın yaptıklarını inceleyerek Mesih İnanlıları’ nın nasıl davranması gerektiği konusunda bir kılavuz yazabilir miyiz? Bir Mesih İnanlı sık sık sorunlu bir durumla karşı karşıya kaldığında kendi kendisine, “İsa olsaydı bu durumda ne yapardı?” sorusunu sorması istenir. Bu sorulması her zaman bilgece olan bir soru değildir. Kişinin kendisine soracağı daha iyi bir soru, “Isa bu durumda ne yapmamı ister?” sorusudur.

Yaşamlarımızı İsa’nın yaptıklarını örnek alarak yaşamaya çalışmanın tehlikeli yanı nedir? Yaşamlarımızı aynen İsa’nın örneğini model alarak yaşamaya çalışırsak birçok yönden başımız derde girebilir. İlk olarak bizim Tanrı’nın itaatkâr çocukları olarak görevimiz İsa’nın misyonuyla tam olarak aynı değildir. Ben, insanları günahlarından kurtarmak için dünyaya gönderilmedim. Hiçbir konuda İsa gibi mutlak bir otoriteyle konuşamam. Elimde bir kırbaçla kiliseye gidip iki yüzlü din adamlarını dışarıya atamam. Ben İnanlılar topluluğunun Rabbi ve Efendisi değilim.

İkinci ve belki de çok açık olmayan bir neden şudur: Pek o kadar açık olmamakla birlikte ikinci bir neden de İsa’nın, benim yaşadığımdan oldukça farklı bir tahrihsel dönemde yaşamış olmasıdır. İsa’nın, yiyecek içecek ve törenlere ilişkin yasalar da dahil, Eski Antlaşma’nın bütün yasalarını yerine getirmesi gerekiyordu. Isa sünnet edildiğinde Baba’ya tamamen itaat ediyordu. Eğer ben, sağlık ve temizlik veya geleneksel nedenlerinden ötürü değil de sevap ve bir şart olarak sünnet olursam Mesih’in tamamlanmış işini reddetmiş ve kendimi yeniden Eski Antlaşma hükümlerinin laneti altına koymuş olurum. Yani, İsa’yı tam olarak taklit etmeye çalışsaydık ciddi günahlardan suçlu olurduk. İsa bizi bazı zorunluluktan kurtarmak için Kendini feda etti. Mektuplar’ın bu denli önemli olmasının nedeni budur. Mektuplar bizleri birçok bakımdan Mesih’i taklit etmeye çağırırlar. Ama bunların neler olup neler olmadığını belirlemekte bize yardım ederler. İsa’nın yaşamını taklit etmek konusunda üçüncü bir sorun da, serbest olandan zorunlu olana ince bir geçiş yapmaktır. Örneğin, Sept Günü’nde hastaları ve kötü durumda olanları ziyaret etmenin Mesih İnanlıları’nın görevi olduğunu savunan kişiler tanıyorum. Görüşlerini savunmak için bunu Sept gününde İsa’nın yaptığını bu yüzden bizim de yapmamız gerektiğini söylerler.

Şimdi ince fark şundadır: İsa’nın bunları Sept Günü’nde yapmış olması böylesi faaliyetlerin Sept Günü’nü bozmadığını ve iyi olduklarını gösterir. Ama Isa hiçbir yerde bize bunları Sept gününde yapmamızı emretmez. Bize bırakmış olduğu örnek bunların yapılabileceğini gösterir ama yapılmasının gerekli olduğunu göstermez. Bizlere hastaları ziyaret etmemizi emreder ama bu ziyaretin ne zaman yapılması gerektiği hakkında bir şart koşmaz. İsa’nın evlenmemesi bekarlığın iyi bir şey olduğunu gösterir ama Mektuplar’ın da açıkça belirttiği gibi O’nun evlenmemesi evliliğin reddedilmesini talep etmez.

Anlatımlardan çok fazla anlamlar çıkartmak bir başka ciddi sorun oluşturur. Kutsal Kitap, inanlıların sadece erdemlerini değil aynı zamanda kusurlarını ve yaptıkları kötü şeyleri de kaydeder. Azizler de oldukları gibi, güzel olmayan yanlarını da saklanmadan anlatılırlar. Güzel olmayan yanları taklit etmemeye dikkat etmeliyiz. Elbette, Davut ve Pavlus’un yaptıklarını okuduğumuzda çok şey öğrenebiliriz çünkü bunlar yüksek bir kutsallık derecesine erişmiş olan insanlardır. Ama Davut’un zinasını ve Yakup’un sahtekarlığını da taklit etmeli miyiz? Kesinlikle hayır!

Anlatımlardan karakterler hakkında ve ahlaksal anlam çıkartmaktan ayrı olarak doktrin çıkartma sorunu da vardır. Örneğin, İbrahim’in Moriya Dağında sunakta İshak’ı sunmasının anlatımında İbrahim son anda, “İbrahim, İbrahim! Çocuğa dokunma. Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı ‘dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin,” diyen Tanrı’dan gelen bir melek tarafından durdurulur (Tevrat Tekvin 22:11-12). “Şimdi biliyorum” sözlerine dikkat edin. Tanrı, İbrahim’in ne yapacağını daha önceden bilmiyor muydu? Cennette oturmuş büyük bir endişe içinde İbrahim’in sınavının nasıl sonuçlanacağını mı bekliyordu? Cennetsel yerlerde beş aşağı beş yukarı volta atıp meleklerden dramdaki son gelişmeler hakkında bilgiler mi istiyordu? Tabii ki hayır! Kutsal Kitap’ın öğretisel bölümleri bu tür yanlış anlam çıkartmalara engel olur. Buna karşın, Tanrı hakkındaki doktrinlerimizi sadece bunun gibi anlatımlardan edinirsek Tanrımız’ın, “her zaman öğrenen ama gerçeğin bilgisine bir türlü erişemeyen,” biri olduğuna karar vermemiz lazımdır.

Sadece anlatımları temel alarak doktrinler geliştirmek tehlikeli bir iştir. Günümüzde popüler olan teolojide buna kuvvetli bir yatkınlık gözüktüğünü söylemekten üzgünüm. Böyle bir yatkınlığa karşı durma konusunda dikkatli olmalıyız.

           Tarihsel Anlatımda Doğal Olayların Dilini Açıklama Sorunu. Kutsal Kitap insan dilinde yazılmıştır. Bu bizim anlayabileceğimiz tek dildir, çünkü bizler insanız. İnsan dilinin sınırlılığı Kutsal Kitap boyunca görülebilir. Hatta son yıllarda bu sorun hakkında çok şey yazılmıştır. Karamsar olan bazı kişiler bütün insan dillerini Tanrı’nın gerçeğini dile getirmekte yetersiz kaldığını iddia ediyorlar. Böylesi bir şüphecilik hem gereksiz, hem de alaycıdır. Dilimiz kusursuz olmayabilir ama yeterlidir.

          Yine de, doğa ile ilgili olaylar anlatılan dille özellikle bunun tarihsel anlatımlarda geçtiği biçimde uğraştığımızda bu sınırlılıklar çok belirginleşir. Bu dil, olayları çıplak gözle göründükleri gibi tanımlayan dildir. Kutsal Kitap yazarları etraflarındaki evreni tanımladıklarında bunu bilimsel ve teknik kesinlikte olmak amacıyla değil, görünüşleri temel alarak yapmışlardır.

Kaç tartışma en sonunda Kutsal Kitap’ın güneş sisteminin merkezinin güneş mi, dünya mı olduğunu öğretip öğretmediğine indirgenmiştir? Galile’nin kilisenin onayladığı öğreti olan güneş sisteminin merkezinin dünya olduğu öğretisine karşıt olarak güneş sisteminin merkezinin güneş olduğunu öğretmesinden ötürü afaroz edildiğini hatırlıyor musunuz? Bu da Kutsal Kitap’ in doğru olarak kabul edilebilirliği konusunda çok ciddi bir krize neden oldu. Buna karşın Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde güneş sisteminin merkezinin dünya olduğunu öğreten öğretisel bir parça bulmuyoruz. Güneşin gökyüzünde hareket ettiği elbette tanımlanmıştır. Bu hem eski zamanlarda yaşamış insanlara böyle gözükmüştü ve şimdi yaşayan insanlara da aynı şekilde görünür. Ve böyle dilimizde anlatılıyor.

Modem bilim dünyasında kullanılan teknik ve doğal olayların dili karışımı bazen beni eğlendirir. Her akşam haberlerden sonra verilen hava durumunu ele alalım. A.B.D.’de bizim oturduğumuz yerde artık bu hava raporu olmaktan çıkıp derinliğine meteorolojik bir araştın haline gelmiştir. Bu raporda hava durumunu sunan kişi tarafından kullanılan çizelgeler ve teknik terminoloji karşısında başım döner. Yüksek ve alçak basınç alanları gibi sözler duyarım. Rüzgarın hızını ve barometrik basıncın ne olduğunu öğrenirim. Ertesi günün tahmini yağış ölçeğine göre verilir. Ve hava durumunun sonunda adam, “Yarın güneş 6.45’de doğacak,” der. Ben de şaşkın şaşkın seyrederim. Televizyon istasyonuna telefon edip güneş sisteminin merkezinin dünya Olduğu teorisini açıkça yeniden kurmaya çalışma tertibini protesto edeyim mi?

Hava durumunu sunan kişi güneşin doğuşundan söz ettiği için rapordaki hilekârlığı ve hataları protesto edeyim mi? Ne oluyor? Hâlâ güneşin doğuşu ve batışından söz ettiğimizde görünüşe göre konuşuyoruz ve kimse bize yalancı demiyor. Tevrat:2. Tarihler’in harici dünyayı tanımlayan anlatım bölümlerinde barometrik basınç ve yağış ölçümleri gibi terimlere aklınız eriyor mu? Kutsal Kitap’taki anlatımları bilimsel ders kitaplarıymış gibi okursak başımız büyük bir derde girer.

Tabii ki bunun anlamı, Kutsal Kitap’ta bilim konularına ağırlıkla eğilen öğretisel parçaların olmadığı değildir. Bunlar gerçekten de vardır ve bunlarda insanın doğası ve başlangıcı konulannın psikoloji alanında ve biyolojik teorilerinde gerçek çatışmalar bazen görüyoruz. Ama eğer anlatımlardaki doğal olayların dilinin farkına varırsak birçok başka çatışma hiçbir zaman ortaya çıkmaz.

 

Kural 4: Açık Olmayan Şeyler Açık Olan Şeylerle Yorumlanmalıdır

Dil işinde açık olmayan ve açıkça belli olan arasında bir ayrım yapıyoruz. Fark bazen bir derece farkı konusudur ve ayrım bazen karmaşık olabilir. Ama genelde söylenilenle ima edildiği halde söylenmeden bırakılan arasında bir ayrım yapabiliriz. Eğer sadece bir tek bu kural Mesih İnanlı toplulukları tarafından tutarlı bir biçimde izlenseydi bizleri birbirimizden ayıran öğretisel farklılıkların çoğunun çözümlenecek olduğuna inanıyorum. Açık olmayanla açık olanı birbirine karıştırma noktasında dikkatsiz olmak kolaydır.

Meleklerin cinsiyeti olmadığı hakkında birçok şey okudum. Kutsal Kitap meleklerin cinsiyetsiz olduğunu nerede yazar? Böylesine bir iddiayı desteklemek için her zaman kullanılan bir parça İncil:Markos 12:25’ dir. Isa burada cennette evlenme ve evlenmeye verilme olmayacağını, bunun yerine bizlerin melekler gibi olacağımızı söyler. Bu sözler meleklerin evlenmediğini ima eder ama onların cinsiyetsiz olduğunu da ima eder mi? Cennete gittiğimizde cinsiyetsiz olacağımızı ima eder mi? Melekler gerçekten de cinsiyetsiz olabilirler ve bu yüzden evlenmiyor olabilirler ama Kutsal Kitap böyle bir şey söylemez. Meleklerin cinsiyetsiz olmalarından başka nedenlerden ötürü bekar kalmaları mümkün değil midir? Meleklerin cinsiyetsiz olduğu anlamı metinden çıkarılabilecek olası bir anlamdır ama gerekli bir anlam değildir Kutsal Kitap’m öğretisinde, cinselliğimizin son bulacağını değil kurtulacağını kuvvetle desteleyen çok şey vardır.

Açıkça belirtilmeyen şeyleri dikkatle ele almamanın bir başka örneği de Isa’nın dirilmiş vücudunun doğası sorusunda görülebilir. Yine, İsa’nın yüceltilmiş bedeninin katı nesnelerin içinden engellenmeden geçme kapasitesine sahip olduğu tanımlarını görmüşümdür. Böyle bir iddiayı destekleyen Kutsal Kitap ayeti İncil. Yuhanna 20:19 ‘dur: “Haftanın o ilk günü akşam olunca, öğrencilerin Yahudilerden korkusu nedeniyle bulundukları yerin kapıları kapalıyken Isa geldi, ortalarında durup onlara, ‘Size esenlik olsun!’ dedi.” Metnin sözlerine dikkat edin. İsa’nın maddesel varlığını terkedip kapıdan bir ruh gibi geçtiğini söyleyen bir şey var mı? Hayır, ayet sadece kapıların kapalı olduğunu ve İsa’nın gelip ortalarında durduğunu söylüyor. Yazar neden kapıların kapalı olduğunu belirtiyor? Belki İsa’nın yanlarına olağanüstü bir biçimde geldiğini ima etmek için. Ya da belki de sadece gerçekte söylemekte olduğu şeyi, yani havarilerin Yahudiler’den korktuğunu vurgulamak için bunu belirtiyor. İsa’nın kapalı kapıların ardında birbirlerine sokulmuş havarilerinin yanına gelip, kapıyı açıp, içeri girip onlarla konuşmaya başlamış olması mümkün müdür? Yine, belki de İsa kapıdan süzülerek geçti ama metin böyle bir şey söylemiyor. Bu metni temel alarak İsa’nın dirilmiş vücudu hakkında bir görüş geliştirmek gereksiz bir spekülasyon ve dikkatsiz bir yorumdur.

Açık olmayan şeylerden çok fazla anlamlar çıkartılabileceği açıktır. Bunu yapmak o kadar kolaydır ki en dikkatli bilginler bile bu hataya düşebilirler. Şimdiye kadar en dikkale yazılmış iman bildirilerinden biri de Westminster İman Bildirisi’dir. Westminsterli ilahiyatçıların belgeyi hazırlarken gösterdikleri dikkat ve tedbirler olağanüstüydü. Buna karşın orijinal belgede bir imadan çok fazla anlam çıkartmanın çarpıcı bir örneği vardır. Bildiri, İncil.1. Yuhanna 5: 16’yı aktararak ölümcül günahı işleyen kişiler için dua etmememiz gerektiğini söyler. Metin şöyle der,

“Bir kimse kardeşinin ölümcül olmayan bir günah işlediğini görürse, onun için dua etsin. Duasıyla kardeşine yaşam verecektir. Bu, ölümcül olmayan günah işleyenler için geçerlidir. Olümcül günah vardır, bunun için dua etsin demiyorum.”

Bu metinde Yuhanna, okurlarının günahları ölümcül olmayan kardeşler için dua etmelerini öğütlemektedir. Ölümcül günah olanlar için dua etmelerini yasaklamamaktadır. “Bunun için dua etsin demiyorum,” der. Bu, “Bunun için dua etmesin diyorum,” demekten farklı bir şeydir. İlk cümlede bir emir yoktur; ikincisi ise resmen bir emirdir. Öyleyse eğer eğitilmiş bilginler ciddi bir toplantıda yorum çabalarını birleştirmişken böylesine ince bir noktayı kaçırabilirlerse bizler de metni tek başına ele aldığımızda çok daha fazla dikkatli olmalıyız.

Kutsal Kitap’m imalarından çok fazla anlamlar çıkarttığımızda sadece sorunlar oluşmakla kalmaz aynı zamanda imaları, açıkça öğretilenlerle bağdaştırmak sorunuyla da karşı karşıya kalırız. Eğer Kutsal Kitap’tan açıkça bildirilmiş olan şeylere aykırı bir ima çıkartılırsa o zaman ima reddedilmelidir.

Kalvin ve Arminyus taraftar1arı arasında birçok konu hala tartışılmaktadır. Bu konulan ele alan büyük bir tartışmaya girmeye çalışmadan açık olmayanla açıkça bildirilen sorununu devamlı ortaya çıkan bir sorunla örnekleyeyim. Günaha düşmüş insanın kendini Kutsal Ruh’un yardımı olmadan Mesih’e döndürme konusundaki ahlaksal yeteneği sorusunu ele alırsak birçokları insanın Mesih’e dönmesinin kendi doğal gücünün sınırları içinde olan bir şey olduğunu ileri sürer. Bu tartışmada, “Öyle ki, 0‘na iman eden herkes sonsuz yaşama kavuşsun,” gibi birçok ayet kullanılır (İncil:Yuhanna 3:15). Eğer Kutsal Kitap “her kim iman ederse” diyorsa bunun anlamı herkesin kendi kendine Mesih’e inanıp O’na karşılık verebileceği değil midir? “Herkes” ya da “her kim” evrensel ahlaksal yeteneği ima etmez mi?

Bunun gibi ayetler evrensel bir yeteneği ima edebilirler ama bu imalar eğer Kutsal Kitap’ın açık öğretileriyle çelişirse reddedilmelidir.

Net olarak ve açıkça söylenen şeylerin dışına çıkmamaya özen göstererek bu tür parçaların analizine başlayalım: “Öyle ki, 0‘na iman eden herkes sonsuz yaşama kavuşsun.” Bu ayet, İnanlı sınıfında olanların (A) sonsuz yaşama kavuşanlar sınıfında (B) olacaklarını açıkça öğretir. Bütün A’lar B olacaklardır. Ama inanacak olanlar yani A sınıfına girecek olanlar hakkında ne söylemektedir? Hiçbir şey. İnanmak için ne gerektiği, kimin inanacağı ve kimin inanmayacağı hakkında hiçbir şey söylenmemek tedir. Kutsal Kitap’ın başka bir yerinde, “Baba‘nın bana yöneltmediği hiç kimse bana gelemez” der (İncil:Yuhanna 6:65). Bu ayet, insanın Mesih’e gelebilme yeteneği hakkında çok açık bir şey söyler. Bu cümle, içine bir şart cümleciği eklenmiş olan olumsuz bir evrensel cümledir. Yani bu ayet kimsenin bu kendisine Baba Tanrı tarafından verilmedikçe Mesih’e gelemeyeceğini (gelme gücü olmadığını) çok açık bir şekilde söyler. Bu ayet, birisinin Mesih’e gelebilmesinden önceden gerekli bir şeyin gerçekleşmesi gerektiğini açıkça öğretir. Bu önceden gerekli, bunun “kendisine Baba tarafından verilmesidir.” Yine, burada yapmak istediğimiz Kalvinistler’le Arminyı.ıs taraftarları arasındaki tanışmada kimin haklı olduğunu bulmak değil çünkü bu teoloji tartışmasının benim gösterdiğim kadar basit ve

16 yüzyılda gerçek Mesih İnanlısı olan her iki Tanrı bilimci de farklı iki teolojik yorum sistemi izlemişti. Bugün de bir çok Protestan mezhebi de, bunlardan ya birini ya da diğerini takip etmektedir.

kolay çözülebilecek bir şey olmadığı bellidir; ama amacım bu imaların, açık öğretileri
geçersiz kılamayacağını göstermektir

Kıyas cümlelerinden çıkartılan imalar da sorunludur. İncil 1.Korintliler’den birçok insanın tökezlemesine neden olan ünlü bir parçaya bakalım. Pavlus, evlilik ve bekarlığın erdemleri hakkında, “Kısacası, kızını evlendiren iyi eder evlendirmeyen ise daha iyi eder,” der (İncil: 1. Korintliler 7:3 8). Pavlus’un evliliğe karşı olduğunu ya da evliliğin kötü olduğuna inandığının söylendiğini kaç kez duymuşsunuzdur. Pavlus’un söylemek istediği gerçekten de bu muydu? Tabii ki hayır. İyiyle kötü arasında değil, iyiyle daha iyi arasında bir kıyas yapmaktadır. Bir şeyin bir şeyden daha iyi olduğu söylenirse, bu birisinin iyi diğerininse kötü olduğu anlamına gelmez. İyiliğin çeşitli dereceleri vardır.

Aynı değer kıyaslamaları 60’lı yıllarda dillerde konuşma konusunda ortaya çıkmıştı. Pavlus, “Bilmediği dilde konuşan kişi kendi kendini geliştirir. Ama peygamberlikte bulunan, inanlılar topluluğunu geliştirir. Hepinizin bilmediğiniz dillerde konuşmanızı isterim, ama öncelikle peygamberlikte bulunmanızı yeğlerim. Bu diller inanlılar topluluğunun gelişmesi için çevrilmedikçe peygamberlikte bulunan, bu dillerde konuşandan üstündür” der (İncil: 1.Korintliler 14:4-5).

Diller tartışmasında her iki tarafın da bu parçayı çarpıttığını duydum. Dillerde konuşmaya karşı olanlar Pavlus’un burada peygamberliğin iyi, dillerin ise kötü olduğunu söylediğini düşünmektedirler. Yine, iyiyle daha iyi arasındaki kıyası görmemişlerdir. Dillerde konuşma taraftarı olanlarınsa diller peygamberlikten daha önemliymişcesine konuştuğunu duymuşumdur.

Açık olmayanı açıkça ortada olana göre yorumlama kuralıyla yakından ilgili olarak, anlaşılması güç olanı açıkça ortada olanın ışığında yorumlama kuralı vardır. Açıkça ortada olanı, anlamı çok iyi anlaşılmayanın ışığında yorumlarsak kaçınılmaz bir biçimde belirli bir grup tarafından anlaşılan, tarikatsal bir tür yoruma sürükleniriz. Temel kural dikkat kuralıdır: Metnin gerçekte ne söylediğini dikkatle okumak bizleri fazla karmaşa ve çarpıtmadan kurtaracaktır. Bunun için mantık hakkında büyük bir bilginiz olması gerekmez, sadece sağduyunuzu kullanmanız yeter. Bazen tartışmanın harareti sağduyumuzu kaybetmemize neden olur.

 

Kural 5: Sözcüklerin Anlamlarının Tam Olarak Ne Olduğunu Bulun

Kutsal Kitap, bilgileri sözcüklerle ileten bir kitaptır. Bunun anlamı sözcüklerle dolu olduğudur. Düşünceler bu sözcüklerin birbirleriyle olan ilişkileriyle dışavurulur. Her bir söz, dışavurulan içeriğin bütününe bir katkıda bulunur. Kutsal Kitap’ta kullanılan her sözcüğü ne kadar iyi anlarsak Kutsal Kitap’ın mesajının bütününü daha iyi anlayacağız.

Sözcükler tam ve doğru olmayan ya da iki anlamlı bir şekilde kullanıldıklarında doğru iletişim ve iyi anlama zor olur. Kelimelerin yanlış kullanılmasıyla yanlış anlaşılmaları el ele gider. Hepimiz birisine bir şeyi anlatmaya çalışırken söylediklerimizi iyice açıklayabilmek için doğru sözleri bulamamanın sıkıntısını yaşamışızdır. Sözcükleri doğru olarak kullandığımız halde bizi işiten kişiler bu sözleri yanlış anladıklarından ötürü yanlış anlaşılmanın sıkıntısını da yaşamışızdır.

Tanrıbilimci olmayan İnanlılar sık sık tanrıbilimcilerin anlaşılması güç olan sözcükler kullandıklarından şikayet ederler. Teknik sözcükler genelde insanları bocalatır ve sinirlendirir. Teknik terimler söylemek istediklerimizi daha doğru bir şekilde dile getirmek için değil, sözlerimizi çok kolayca anlaşılmaktan korumak ve insanları bilgimizin çokluğuyla etkilemek için kullanılabilir. Diğer yandan bilginler kendi alanlarında insanların kafalarını karıştırmak için değil, tam ve net olarak neden söz ettiklerini bildirmek için teknik bir dil geliştirirler. Günlük dilimiz öylesine geniş bir şekilde kullanılır ki sözcüklerimiz kesin iletişimde yararlı olabilmek için fazlasıyla lastikli bir hale gelirler.

Bazen bu bizi sıkıp kızdırsa da tıp alanında teknik bir dilin avantajlarını görebiliriz. Eğer hastalanıp doktora, “Kendimi iyi hissetmiyorum,” dersem doktor derhal benden daha kesin konuşmamı isteyecektir. Beni iyice muayene edip, “Sorununuz bir mide rahatsızlığı,” derse ben de ondan daha kesin olmasını isteyeceğim. Hafif bir hazımsızlıktan çaresi olmayan bir kansere kadar değişen her türlü mide sorunu vardır. Tıp alanında yaşamları kurtaran da kesin ve teknik olmaktır.

Eğer anlaşılmak istiyorsak, demek istediğimizi söylemeli ve söylediğimizi de gerçekten demek istemiş olmalıyız. Bir keresinde Reform teolojisi hakkında bir konuşma yapan bir tanrıbilimciyi dinlemiştim. Konuşmasının ortasında bir öğrenci elini kaldırıp, “Söylediklerinizden Kalvinist olduğunuz sonucunu çıkartmamız mümkün müdür?” dedi. Bilgin, “Evet, öyleyim,” dedi ve konuşmasına devam etti. Birkaç dakika sonra bir cümlenin tam ortasında gözlerinde birden bire beliren bir anlayışla durdu ve ilgisini soruyu soran öğrenciye döndürüp, “Kalvinist denilince ne anlıyorsun?” diye sordu. Oğrenci, “Kalvinist, Tanrı’nın bazı insanları kendi istekleri dışında krallığına bağırıp çağırarak ve tekmeleyerek getirirken ona girmeyi şiddetle arzulayan insanları dışarıda bıraktığına inanan kişidir,” diye yanıt verdi. Bunu duyunca konuşmacının ağzı açık kaldı ve, “Öyleyse, lütfen benim bir Kalvinist olduğumu düşünmeyin,” dedi. Eğer profesör öğrenciye bu terimden ne anladığını sormasaydı kullandığı sözcükleri öğrencinin çok yanlış anlamasından ötürü dile getirmeyi arzuladığından radikal bir biçimde farklı bir şey iletmiş olacaktı. Kutsal Kitap’ı etüt ettiğimizde böyle şeyler olabilir ve de olur.

Yirminci yüzyılda Kutsal Kitap bilginliğinde gördüğümüz en büyük ilerleme herhalde sözcüklerin anlam ve kullanılışlarından söz eden bilim olan leksikografidir. Başka bir deyişle Kutsal Kitap’ta bulunan sözlerin anlamı hakkındaki anlayışımızın büyük bir şekilde artmıştır. Sanırım günümüzde var olan en değerli yorum kaynağı, Kittel’in Theological Dictionary of the New Testament’idir. Bu, orijinal Almanca’sından İngilizce’ye çevrilmiş sözcük incelemeleri dizisi birkaç kalın ve pahalı ciltten oluşur, ama bir kaynak kitap olarak vereceğiniz paraya değer. İncil’de bulunan anahtar sözcüklerin anlamlarını dikkatle inceler. Örneğin, ciltlerden birinde aklanma sözcüğü incelenebilir. Sözcük geçtiği her metinde çok ince bir şekilde incelenir. Anlamı, eski Yunanistan ve Homeros’un zamanından Eski Antlaşma’nın Grekçe’ye tercümesi olan Septuagint’teki, İncil’in Müjdeler’deki, İncil’in Mektuplar’daki ve İnanlılar topluluğunun tarihindeki kullanılışlarda incelenir. Şimdi bir Kutsal Kitap öğrencisi, bu sözün bir ya da iki cümleyle tanımının ve uygun eşanlamlı sözcüklerin verildiği normal bir sözlükten arayacağına Kittel’in ciltlerini açıp sözcüğün bütün kullanımları ve ince farklılıklarının ayrıntılı açıklamalarını ve niteliklerini bulabilir. Eflatun, Euripides, Luka ve Pavlus’un belirli bir sözcüğü nasıl kullanmış olduklarını öğrenebiliriz. Bu bizim Kutsal Kitap’ın dilini anlayışımızı büyük ölçüde arttırır ve Kutsal Kitap’ın modern tercümelerinin doğru bir şekilde yapılmasına yardımcı olur.

“Son yıllarda da Kutsal Kitap’la ilgili buna benzeyen başka yararlı ansiklopedik sözlükleri de batı dillerinde piyasaya çıkmıştır.

Sözcüklerin tanımlandığı iki temel yöntem vardır. Bunlardan biri etimolojik ve diğeri de geleneksel kullanımdır. Etimoloji, sözcüklerin nereden geldiklerini inceleyen bilimdir. Hipopotam gibi bir sözcük görür ve bunun ne anlama geldiğini merak ederiz. Eğer Grekçe bilseydik, hippos sözcüğünün “at” ve potamus sözcüğünün de “nehir” anlamına geldiğini bilirdik. Böylece hipopotam ya da “nehir atı” (Türkçe’de suaygırı) sözü bize kadar gelmiş olur. Sözcüklerin köklerini ve orijinal anlamlarını incelemek çok yararlı olabilir. Örneğin, görkem anlamına gelen İbranice sözcük ilk önceleri “ağı?’ anlamına geliyordu. Böylece Tanrı’nın görkemi, Tanrı’nın “ağırlığı” ya da “önemi” anlamına geliyordu. Tann’yı “hafife” almayız. Ama sözcükleri sadece özgün anlamlarına göre tanımlamak bir sürü soruna neden olabilir.

Sözcüklerin nereden geldikleri ve köklerine ek olarak dili kullanılış çerçevesi içinde incelememiz çok önemlidir. Bu gereklidir de, çünkü sözcüklerin kullanış biçimlerine bağlı olarak anlamları da değişir. Örneğin, on altıncı yüzyıl İngilizce’sinde “cute” sözcüğü çarpık bacaklı anlamına geliyordu. Bugun ise İngilizce’ sinde “cute” sevimli demektir. “Scan” sözcüğü benim yeni yetiştiğim yıllarda sözlüklerde, dikkatli bir şekilde okumak karşılığı verirdi. Günümüzde aynı sözcük göz atmak veya taramak anlamında kullanılır oldu. Böylece birkaç yıllık bir süre içinde bu terimin anlamı tamamen değişmiştir. O kadar çok kişi bu sözcüğü yanlış biçimde kullanmıştır ki, sözcüğün yanlış anlaşılması sözcüğün alışılmış anlamı haline gelmiştir.

Birden fazla anlamı olan sözcükler Kutsal Kitap’ta birden fazla anlamı olan birçok sözcük vardır. Bir sözcüğün belirli bir yerde ne anlama geldiğini sadece içinde geçtiği metin belirle yebilir. Örneğin, Kutsal Kitap sık sık Tanrı’nın isteğinden söz eder. Bu sözün kullanıldığı en az altı değişik biçim vardır. Bazen sözcük Tanrı’nın halkına bildirdiği buyruklar anlamına gelir. Bunun anlamı, O’nun isteği, “O’nun halkı için önerdiği düzen”dir. Tanrı ‘tim isteği terimi, aynı zamanda “Tanrı’nın istediği şeyleri gerçekleştirecek etkinliğidir.” Buna Tanrı’nın etkin isteği deriz. Sonra bir de, Tanrı ‘nın “Tanrı’yı hoşnut eden, Tanrı’nın sevdiği şeyler” anlamında isteği vardır.

Kutsal Kitap’ın bir parçasının Tanrı‘nın isteği sözünün üç farklı anlamında nasıl yorumlanabileceğine bir bakalım. (Tanrı) “Hiç kimsenin mahvolmasını istemiyor,” (İncil: 2.Petrus 3:9). Bunun anlamı, 1) Tanrı hiç kimsenin mahvolmaması için bir buyruk vermiştir: herhangi birimizin mahvolması Tanrı’nın yasasına aykırıdır; 2) Tanrı hiç kimsenin hiçbir zaman mahvolmamasını egemen olarak buyurmuştur ve gerçekleştirecektir; ya da 3) İnsanlar mahvolduğunda Tanrı bundan hoşnut değildir ve bundan ötürü sevinmez. Siz bu üçünden hangisinin doğru olduğunu düşünüyorsunuz? Neden? Bunun içinde bulunduğu metni incelersek ve Kutsal Kitap ayetlerinin birbirlerini yorumlaması ilkesini izlersek bu anlamlardan sadece bir tanesi mantıklıdır, o da üçüncüsüdür.

Birden fazla anlamı olan sözlerin içinden en sevdiğim aklanma sözcüğüdür. İncil:Romalılar 3 :28’de Pavlus, “Çünkü insanın, Yasa ‘nın gereklerini yapmakla değil, imanla aklandığı kanısındayız,” der. İncil:Yakup 2:24’de şunu okuruz, “Görüyorsunuz, insan yalnız imanla değil, eylemle de aklanır.” Eğer aklanma sözcüğü her iki ayette de aynı anlama geliyorsa,, sonsuz geleceğimizi ilgilendiren bir konuda iki İncil yazarı arasında büyük bir çelişki var demektir. Luther, “imanla aklanma’nın İnanlılar topluluğunun ya üzerinde durduğu ya da düştüğü bir madde olduğunu söylemiştir. Aklanmanın anlamı ve nasıl gerçekleştiği önemsiz bir şey değildir. Ama Pavlus, bunun işlerle değil imanla gerçekleştiğini, Yakup ise bunun gerçekleşmesi için sadece iman değil işler de olması gerektiğini söyler. Dahası Pavlus, İncil:Romalılar 4’de İbrahim sünnet bile edilmeden önce Tanrı’nın vaadine iman ettiğinde aklandığını söyler. İbrahim’in Tevrat:Tekvin 1 5’de aklandığını söyler. Yakup ise, “Atamız İbrahim, oğlu İshak’ı sunağın üzerinde Tanrı ‘ya adama eylemiyle aklanmadı mı?” der (İncil:Yakup 2:21). Yakup İbrahim’in Tevrat: Tekvin 22’ye dek aklanmadığını söyler.

Aklanmanın olası anlamlarını inceler ve bu anlamları ilgili bölümlerdeki metinlerin içine koyarsak aklanma sorusu kolayca çözülebilir. Aklanma sözcüğü, 1) Tanrı’nın yargısı altında olanları Kendisiyle barıştırmak ya da 2) göstermek ya da haklı çıkartmak anlamlarına gelebilir.

Örneğin, İsa, “Ne var ki bilgelik, kendisini benimseyenlerin hepsince doğrulanır,” demiştir (İncil:Luka 7:35). “Doğrulanmak” fiili Grekçe’de “aklanmak” fiiliyle aynıdır. Bu sözlerle acaba ne demek istemiştir? Bilgeliğin Tanrı’yla yeniden bir birlik ilişkisi içine sokulduğu ve Tanrı’nın gazabından kurtarıldığını mı söylemek istemişti? Tabii ki hayır. Sözlerinin anlamı bilge hareketlerin iyi meyva verdiğidir. Kişinin bilge olmayı iddia etmesi yaptıklarının sonuçlarıyla aklanır. Bir kararın bilgece bir karar olup olmadığı sonuçlarından belli olur. İsa, aklanma sözcüğünü bu şekilde kullandığında burada teolojik bir şekilde değil, uygulamaya dönük bir şekilde konuşuyordu.

Pavlus bu sözcüğü İncil:Romalılar 3’de nasıl kullanmıştır? Burada hiçbir şüphe yoktur. Pavlus, aklanmadan teolojik bir yaklaşımla söz etmektedir.

Peki ya Yakup? Yakup’un sözlerini metnin çerçevesinde incelersek Pavlus’unkinden farklı bir soruyu ele aldığını görürüz. Yakup, İncil: Yakup 2:14’ de, “Kardeşlerim, eğer bir kimse iyi eylemleri yokken imanı olduğunu söylerse, bu neye yarar? Öyle bir iman o kimseyi kurtarabilir mi?” der. Yakup, kurtuluş için ne tür bir imanın gerekli olduğunu söylemektedir. Gerçek imanın işlere neden olduğunu bildirir. İşlerden yoksun bir imanın ölü bir iman, gerçek olmayan bir iman olduğunu söylemektedir. Söylemek istediği, insanların imanları yokken imanları olduğunu söyleyebilecekleridir. İddia edilen iman, imanın meyvalarıyla yani işlerle ortaya koyulduğunda haklı çıkarılır ya da aklanır. İbrahim bizim gözümüzde ortaya koyduğu iman meyvasıyla aklanmıştır. Bir bakıma, İbrahim’in aklanma iddiası, yaptığı işlerle doğrulanmıştır. Reformcular, “Aklanma sadece imanladır ama yalnız başına imanla değildir” formülünü ortaya koyduklarında bunu anlamışlardı.

Anlamları Doktrinsel Kavramlar Haline Gelmiş Olan Sözcükler. Bir sınıftaki sözcükler bizleri yorum konusunda sıkıntıya sokarlar. İşte bu sözcükler sınıfı, doktrin kavramları olarak kullanılan terimlerdir. Örneğin, bir kurtarmak sözcüğü ve bir de bununla ilgili olan kurtuluş sözcüğü vardır. Kutsal Kitap zamanlarında bir kişi herhangi bir sorun ya da felaketten kurtarıldıysa “kurtulmuş”tu. Askeri yenilgiden, bedensel yaralar ya da hastalıktan, itibarlarının zedelenmesinden ya da iftiralardan kurtarılan insanların hepsi, Kutsal Kitap’ın adına “kurtuluş” dediği şeyi yaşamışlardır. Buna karşın nihai kurtuluş, günahın ve ölümün gücünden kurtarılıp artık Tanrı’nın gazabına hedef olmadığımızda gerçekleşir. Bu özel “kurtarma[” türünden bir kurtuluş doktrini geliştirmişizdir. Sorun, içinden bu doktrini çıkarttığımız İncil’ e dönüp, kurtuluş terimini kullanan her metine kurtuluşun nihai anlamını soktuğumuzda çıkar. Örneğin, Pavlus bir keresinde kadınların, “çocuk doğurmakla kurtulacağını,” söylemiştir (İncil:1. Timoteyus 2:1 5). Bu, kurtuluşun iki yolu olduğu anlamına mı gelmektedir? Erkekler Mesih’i kabul ederek, kadınlar ise sadece çocuk doğurarak mı cennetin krallığına gireceklerdir? Hayır Pavlus, 0 terimi çocuk doğurmayla ilgili olarak kullandığında belli ki değişik bir kurtuluş düzeyinden söz etmektedir.

Aynı şeyi İncil: 1.Korintliler 7: 14’de de okuyoruz, “Çünkü iman etmemiş koca, karısının aracılığıyla, iman etmemiş kadın da imanlı kocasının aracılığıyla kutsanır Aksi halde çocuklarınız kutsanmamış olurdu. Şimdiyse kutsaldırlar.” Bu parçayı kutsanma perspektifinden ele alırsak hangi sonuca varırız? Eğer kutsanma aklanmadan sonra geliyorsa ve Pavlus inanmayan eşin kutsandığını söylüyorsa bunun tek anlamı inanmayan eşlerin aynı zamanda da aklanmış olduklarıdır. Bu bizi ilginç bir teolojiye sürükleyebilir: Eğer Mesih’e inanmıyorsan ama eğer olur da Isa gerçekten Tanrı’nın Oğlu’ysa Tanrı’ nın krallığının dışında bırakılacağından korkuyorsan bir Mesih İnanlısı’yla evlen ve her iki dünyanın da tadını çıkar. Bunun anlamı, biri İsa Mesih’e iman etmekle, diğeri çocuk doğurmakla, bir diğeri de bir Mesih İmanlısı’yla evlenmekle olmak üzere belki de üç tür aklanma olduğudur.

Kutsanma sözcüğünü doktrinsel anlamıyla yorumlasaydık ortaya bu tür teolojik bir karmaşa çıkardı. Ama Kutsal Kitap bu terimi başka şekillerde kullanır. Temel olarak, kutsanma sadece “bir kenara konulmak” ya da “adamak” anlamına gelir. Eğer İsa Mesih’e iman etmeyen iki kişi evlenirse ve sonradan bir tanesi Mesih İnanlısı olursa, inanlı olmayanı çocuklann uğruna Mesih’ in bedeni olan İnanlılar topluluğuyla özel bir ilişki içine konulur. Bunun anlamı bu insanların nihai olarak kurtarılmış oldukları değildir.

Bu örnekler, Kutsal Kitap’ta kullanılan sözcükler hakkında dikkatli bir bilgi edinmenin ne denli önemli olduğunu göstermeye yeterli olmalıdır. İnsanların sözcüklerin birçok farklı anlamı olduğunu görmemelerinden ötürü sayısız tartışmalar ve yanlış öğretiler ortaya çıkmıştır.

 

Kural 6. Kutsal Kitap’taki Paralellikleri ya da Benzerlikleri Dikkate Alın

İbrani edebiyatının en büyüleyici özelliklerinden biri de paralellik kullanılmasıdır. Antik Yakın Doğu dillerinde paralellik çok yaygındır ve farkına varılması da kolaydır. Paralelliği görünce farkına varabilme yeteneği okurun metni anlamasına büyük ölçüde yardımcı olacaktır.

İbrani şiiri, birçok diğer şiir türü gibi genellikle belirli bir ritim ile yazılır. Ancak bu ritim tercümede sık sık kaybolur. Paralellik tercümede kolayca kaybolmaz çünkü sözcükler ve seslerin ritmini değil düşüncelerin ritmini içerir. Paralellik, birbirlerine benzerliği olan ya da birbirleriyle bir araya konmuş iki, üç cümle ya da cümlecik arasındaki ilişki olarak tanımlanabilir. Paralellikte, eş anlamlı, karşıt anlamlı ve kademeli olmak üzere üç temel tür vardır.

Eşanlamlı paralellik, bir parçanın değişik satırları ya da bölümlerinin aynı düşünceyi biraz farklı bir biçimde dışavurduklarında olur. Örneğin:

Yalancı şahit suçsuz tutulmaz;

Ve ya/an soluyan yok olur (Zebur:Süleyman ‘in Meselleri 19:5).

Ya da:

Gelin, secde ki/alım ve eğilelim,

Bizi yaratan Rabbin önünde diz çökelim (Zebur:Mezmur 95:6).

İki parça birbirine tezat oluşturduğunda karşıt anlamlı paralellik gerçekleşir. Her ikisi de aynı şeyi söylüyor olabilir ama bunu kaşıt ifadelerle yapabilirler.

Erdemli oğul babasının öğrettiğini dinler;

Ama müstehzi adam azarlanmaya kulak vermez

(Zebur: Süleyman ‘in Meselleri 13:1).

Ya da:

Gevşek elle işleyen fakir olur;

Fakat çalışkanların eli zengin eder

(Zebur:Süleymanın’ın Meselleri 10:4).

Kademeli paralellik diğer bütün biçimlerden biraz daha karmaşıktır. Burada parçanın ilk kısmı ikinci kısım tarafından tamamlanan bir beklenti yaratır. Üçüncü bir satırda ilerleyen bir “merdiven” hareketiyle tamamlayabilir.

Çünkü işte senin düşman/arın, ya Rab, Çünkü işte senin düşman/arın yok olacak;

Bütün fesat işleyen/er dağılacaklardır (Zebur:Mezmur 92:9).

İsa’nın sözleri şiir şeklinde değildiyse de paralellik biçiminin etkisi sözlerinde görülebilir.

Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyenden yüz çevirmeyin (İncil:Matta 5:42).

Ya da,

Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır” (İncil:Matta 7:7).

Paralellikleri görebilme bir metni anlamakta ortaya çıkabilecek zorlukları yok edebilir. Değişik parçalan anlayışımızı daha da derinleştirip zenginleştirebilir. Kutsal Kitap’ ın İngilizce çevirilerinden biri olan King James çevirisinde birçok insanın tökezlenmesine neden olan bir parça vardır. Tevrat: Yeşaya 45:6-7 der ki:

Rab benim ve başkası yoktur.

Işığa şekil veren ve karanlığı yaratan

Barışıklık eden ve kötülük yaratan;

Bütün bunları yapan Rab benim.

Bana birçok kereler bu ayet hakkında sorular sorulmuştur. Bu ayet Tanrı’nın kötülüğü yarattığını açık bir biçimde öğretmekte ve Tanrı’yı günahın yaratıcısı yapmakta değil midir? Bu sorunlu parçada açık bir biçimde var olan karşıt anlamlı paralelizmi görürsek çözüm basittir. İlk bölümde karranlığa tezat olarak ışık gösterilmiştir. İkinci bölümde kötülüğe tezat olarak barışıklık gösterilmiştir. Barışıklığın ve huzurun tam tersi nedir? Burada sözü edilen “kötülük” iyiliğin tam tersi olan kötülük değil, “huzur ve barışıklığın” karşıtı olan kötülüktür. Daha yeni bir çeviri olan New American Standart Bible’da bu ayet şöyle dile getirilmiştir, “İyiliğe neden olan ve felakete neden olan.” Burada, karşıt anlamlı paralellikte dile getirilen bu düşünceyi daha iyi bir dışavurma biçimini görüyoruz. Bu parçanın söylemek istediği şey, Tanrı’ nın Kendisine itaat eden insanlara nihai olarak bereket ve iyilik ve huzur verdiği ama yargılamada onları felaketle ziyaret ettiğidir. Bu, kötülüğü ilk olarak yaratan olmaktan çok uzak bir düşüncedir. (Türkçe çevrisinde “kötülük “yerine “bela” kullanılır ve o da orijinalin iyi bir uyarlamasıdır.)

Bir tür paralellik sergileyen bir başka sorunlu parça da Rabbin Duası’nda bulunur. İsa havarilerine, “Ayartılmamıza izin verme,” diye dua etmeyi öğretir (İncil.Matta 6:13). Yakup bizleri şöyle uyarır, “Ayartılan bir kimse, ‘Tanrı beni ayartıyor ‘demesin” (İncil:Yakup 1:13). İsa’nın duası Tanrı’nın gerçekten de bizi ayartabileceğini ya da hiç olmazsa bizi ayartılmaya yönetebileceğini önermiyor mu? İsa bizlere Tanrı’nın bizi kandırıp ayartmamasını ya da günaha düşmemize neden olmaması için dua etmemizi mi söylüyor? Kesinlikle hayır!

Paralelliğin diğer parçalarını incelediğimizde sorun kolayca çözülür. Parça şöyle devam eder, “Ayartılmamıza izin verme, kötü olandan bizi kurtar.” Bu eşanlamlı paralellikte bir örnektir. Her iki parça da aynı şeyi söylemektedir. Ayartılmamıza izin verilmesi Kötü Olan’ın saldırısına maruz bırakılmamız demektir. Burada sözü edilen “ayartılma” Yakup’un sözünü ettiği gibi insanın içinde, kendi tutkularının eğilimleriyle başlayan ayartılma değil, dışınsal bir “sınanma”dır Tanrı, insanları İbrahim’e yaptığı gibi ve İsa’ya da çölde yaptığı gibi sınar.

Bu metindeki bir başka sorun da kötü sözcüğünün çevirisinden kaynaklanır. İsim eski Grekçe’deki hali maskülindir ve kötü sözcüğünün daha doğru bir çevirisi “kötü olan” anlamını verir. “Genel olarak kötülük” cinssizdir. İsa’nın söylemek istediği, “Baba, etrafımıza bir duvar koy, bizleri Şeytan’dan koni. Onun bizi yenmesine izin verme. Bizi onun saldırılarına açık olacağımız yerlere yöneltme”ydi. Yine burada da parçayı anlamakta bize gereken ipucunu paralellik verir.

Ayette paralelliğin geçmesi, Kutsal Kitap’taki kavramları anlayışımızı da zenginleştirebilir. Örneğin bir Yahudi kutsanmışlık fikrini nasıl anlıyordu? Klasik İbrani kutsamasının sözlerini işitin ve onların bu konuya bakışlarının nasıl olduğunu anlamaya çalışın:

Rab seni kutsasın ve seni korusun, Rab sana yüzünü parlatsın ve sana lütfetsin, Rab sana yüzünü kaldırsın ve sana huzur versin

(Tevrat:Saydar 6:24-26).

Bu kutsamanın paralel yapısını inceleyerek kutsanmış olmanın ne anlama geldiğini daha iyi anlamakla kalmaz, aynı zamanda bir Yahudi’nin “huzur” dediğinde tam olarak ne dediğini de anlarız. Huzur, lütuf ve korumak sözcüklerinin eşanlamlı bir şekilde kullanıldığına dikkat edin. Huzur ya da barışın anlamı sadece savaşın olmamasından daha öte bir şeydir. Tanrı tarafından korunarak Tanrı’nın lütfunu yaşamak anlamına gelir. Yaşamları gurbette geçen insanlar için korunmak ne anlama gelir? Yahudilerin tarihi, sürekliliği olmayan bir yaşam biçimiyle karşı karşıya bir sürgünlük tarihidir. Tanrı’nın lütfu tarafından bereketlenmekle huzuru yaşamak birbirleriyle bağlantılı şeylerdir.

Ama kutsanmak nedir? Kutsamanın son iki parçasında kutsanmanın yerine Tanrı’nın yüzünü görmek geçmiştir. “Rab sana yüzünü parlatsın... (ya da) sana yüzünü kaldırsın.” Bir Yahudi için nihai kutsanma Tanrı’ya yüzünü görebilecek derecede yakın olmaktan gelir. Eski Antlaşma’da (Tevrat ve Zebur) günaha düşmüş insana yasak olan tek şey Tanrı’nın yüzünü görmekti. Tanrı’ya yaklaşabilirlerdi, Musa Tanrı’nın “sırtını” görebilmişti; Tanrı’yla bir dostluk ilişkisi içinde olabilirlerdi ama yüzü görülemezdi. Ama İsrail’in umudu—en büyük ve en yüksek kutsanma—Tanrı’yı yüz yüze görme umuduydu.

Mesih İnanlısı için nihai görkem konumu, Tanrı’yı yüz yüze görme görümü olarak nitelendirilir. Bunun tam aksi olarak İbranice kategorilerde Tanrı’nın laneti, Tanrı’nın arkasını dönmesi—başını başka yana döndürmesi, yani kabul etmemesi resmiyle dışavuıulur. Tanrı’ya yakınlık berekettir, kutsanmadır; Tanrı’nın yokluğu lanettir.