2. Kişisel Kutsal Kitap Etüdü ve Kişisel Yorum

Amerika’daki her evde bir Kutsal Kitap olduğu varsayılır. Kutsal Kitap dünyada her zaman en çok satan kitap olmaya devam etmiştir. Belki bu Kutsal Kitap’ların çoğu sadece bir dekorasyon, fotoğraf saklama ve çiçek kurutma yeri işlevini görüp rahip evinizi ziyaret ettiğinde görünebilecek bir yerde olmaya yarar. Kutsal Kitap bu kadar kolay alınabildiği için, kendi dilimiz de yazılmış ve kendi kendimize yorumlayabileceğimiz bir Kutsal     Kitap’a sahip olmanın ayrıcalığı için ödenen bedelin büyüklüğünü unutmak kolaydır.

 

Martin Luther ve Kişisel Yorum

Reform’un en büyük miraslarından ikisi, kişisel yorum ilkesi ve Kutsal Kitap’ın günlük dile çevrilişiydi. Bu iki ilke el eledir ve büyük çekişmeler yaşanıp büyük zulümlere göğüs gerildikten sonra başarılmışlardır. Özellikle İngiltere’de, çok sayıda insan             Kutsal Kitap’ı çağdaş dile çevirmeye cüret ettiklerinden ötürü kazığa bağlanıp yakılmıştır. Luther’in en büyük başarılarından biri, okuma yazma bilen herkesin Kutsal Kitap’ı kendi kendine okuyabilmesi için onu Almanca’ ya çevirmesiydi.

On altıncı yüzyılda Kutsal Kitap’ı kişisel yorumlama konusuna dikkatleri toplayan Martin Luther’in kendisiydi. Reformcu’nun Worms Kurultayı’ndaki kilise ve kraliyet yetkililerine verdiği ünlü cevabın altında kişisel yorum ilkesinin iması yatıyordu.

Luther’den yazdıklarının doğru olmadığını söylemesi istendiğinde, ‘Kutsal Kitap tarafından ya da çok mantıklı bir neden aracılığıyla ikna edilmezsem, bunu yapamam. Çünkü vicdanım Tanrı Sözü’nün elinde esirdir ve vicdana aykırı hareket etmek de ne doğru, ne de güvenlidir. Bu gerçeğin üzerinde duruyor ve onda ayak diriyorum, başka bir şey yapamam, Tanrı bana yardım etsin!” dedi. Luther’in “ikna edilmedikçe” dediğine dikkat edin. Leipzig ve Augsburg’daki daha önceki tartışmalarda Luther, Kutsal Kiıap’ı hem papalar ve hem de kilise konseyleri tarafından yorumlanan biçimine aykırı olarak yorumlama cüretini gösterdi. Bu kadar cüretkar olması yüzünden kilise yetkilileri tarafından defalarca kibirli olmakla suçlandı. Luther bu suçlamaları hafife almadı, bunların doğru olup olmadığı konusunda kendisiyle mücadele etti. Kendisinin hatalı olabileceğini ama papa ve kilise konseylerinin de yanılabileceğine inandığını bildirmeye devam etti. Ona göre, içinde yanlış olmayan sadece bir tek gerçek kaynağı vardı. “Kutsal Kitap hata yapmaz,” dedi. Böylece, kilise önderleri kendisini hatalı olduğu konusunda ikna etmedikçe, vicdanın Kutsal Kitap’ın öğrettiğine inandığı şeyleri izlemeyi göreve bağlılık saydı. Bu çekişmeyle birlikte kişisel yorum ilkesi doğdu.

Luther’in cesur bildirisi ve ardından Wartburg’da Kutsal Kitap’ı Almanca’ya çevirme işinden sonra Katolik Kilisesi de boş durmadı. Kilise, güçlerini Karşı Reform diye bilinen üç kanatlı bir karşıt saldın için seferber etti. Karşıt saldırının en keskin silahlarından biri de, Trento Konseyi tarafından gerçekleştirilen Protestanlık karşıtı tertiplerdi. Trento Konseyi, Luther ve diğer Reformcular’ın dile getirdikleri konuların bir çoğunu ele aldı. Bu konular arasında kişisel yorum konusu da vardı.

Trento Bildirisi şöyle diyordu:

Konsey Kutsal Kitap yorumuyla ilgili sınır tanımayan ruhları kontrol altında tutmak için, kimsenin Mesih’in öğretisinin gelişmesiyle ilişkili iman ve ahlak hakkında kendi yargısını kullanamayacağını, Kutsal Yazıları kendi algılayışına göre, Roma Katolik Kilisesi’ne ait olan gerçek anlam ve yorumlardan, hatta (bu yorumlar asla yayınlanmamış olsalar bile) başlangıçtan Tanrıbilim konusunda uzman olan oybirliği içinde aynı görüşte oldukları fikirlere aykırı bir şekilde yorumlayamayacağını ve onları çarpıtamayacağını ilan eder.

Bu bildirinin ardındaki kokuyu aldınız mı? Bu bildiri söylediği diğer şeylerin yanı sıra, Kutsal Kitap’ı yorumlama ve anlamlarını açığa çıkartma sorumluluğunun Roma Katolik Kilisesi’nin öğretim kürsüsüne ait olduğunu söylemektedir. Kutsal Kitap yorumları bir kişisel yargı ve görüş meselesi değildir. Trento Bildirisi’ nin, Reform’un kişisel yorum ilkesine karşıt Olduğu açıktı.

Ancak, bildiriyi yakından incelersek içeriğinden Reform ilke5mm çok ciddi bir şekilde yanlış anlaşıldığını görebiliriz. Reformcular sınır tanımayan yorum ruhlarını mı destekliyorlardı? Kişisel yorum, bireyin Kutsal Kitap’ı kendi işine gelen bir biçimde yorumlama hakkı olduğu mu demektir? Kişi, Kutsal Kitap’ı hiçbir sınırlama olmadan keyfine ve kaprislerine uygun bir biçimde yorumlayabilir mi? Kişi, Kutsal Kitap’ı öğretme işinde uzman olanların yorumlarını da ciddiye almalı mıydı? Bu soruların yanıtları bellidir. Reformcular da sınır tanımayan yorum ruhları kontrol altında tutmanın yollan ve önlemlerine ilgi duyuyorlardı. (Gerçeklerden uzak yorumları denetleyip sınırlama alanında Kutsal Kitap yorumunun sağlam ilkelerini belirlemek için bu kadar çok çalışmalarının nedeni de buydu.) Ama onlar için yorumların kontrol altında tutulması, kiliselerdeki din adamlarının asla yanılmayacağını bildirmek anlamına gelmiyordu.

Trento Bildirisi’nde yer alan belki de en can alıcı sözcük çarpıtma sözcüğüydü. Bildiri kimsenin Kutsal Kitap’ı çarpıtma konusunda kişisel hakkı olmadığını söyler. Reformcular da bu konuda onlara bütün kalpleriyle katılıyorlardı. Kişisel yorum asla, bireylerin Kutsal Kitap’ı çarpıtmaya hakları olduğu anlamına gelmiyordu. Kişisel yorum hakkıyla birlikte doğru yorum yapmanın ciddi sorumluluğu gelir. Kişisel yorum, çarpıtmaya değil yorum yapmaya izin veriyordu.

Reform dönemine bakıp da, Engizisyon’un reformculara karşı vahşi tepkisini ve Kutsal Kitap’ın sokaktaki insanın günlük diline çevirenlere yapılan zulümleri görünce, tüylerimiz diken diken oluyor. Katolik Kilisesi’nin önderlerinin nasıl olup da Kutsal Kitap’ı okudukları için insanlara işkence edebilecek kadar bozulmuş ve kötü olabildiklerine hayret ediyoruz. Bu tür şeyleri okuyunca bunların gerçek oldukları aklımıza hayalimize bile sığmıyor. Ancak bu şekilde tarihte sık sık göz ardı edilen bir şey varsa, o da bu tür olaylara çok iyi niyetli kişilerin de karışmış olmasıdır. Roma Katolik Kilisesi, Kutsal Kitap’ı yorum biliminin yabancısı olan sokaktaki bilgisiz adamın ellerine verip Kutsal Kitap’ı yorumlama işi ona bırakılırsa, halkı doğru yoldan çıkaracak ve hatta belki de sonsuza dek cehenneme gitmelerine neden olacak iğrenç çarpıtmaların ortaya çıkacağından emindi. Böylece kilise kurumu, halkı sonunda kendi yıkımlarına neden olacak bir yola  çıkmaktan alıkoymak için, ölüm cezasına kadar bile gidebilen bedensel ceza kullanma yoluna gitti.

Luther böylesi bir atılımın ne kadar tehlikeli olduğunun bilincindeydi ama Kutsal Kitap’m açıklığından emindi. Böylece, çarpıtma tehlikeleri büyük olduğu halde, İncil’in temelde açık olan mesajını halka vermenin nihai olarak onlara yıkım değil, kurtuluş vereceğine inanıyordu. “Kötülükler seline” yol açabilecek vanayı açma riskine girmeye hazırdı.

Kişisel yorum, Kutsal Kitap’ı sokaktaki adama açtı ama eğitilmiş din adamları ilkesini sona erdirmedi. Reformcular, Kutsal Kitap zamanlarında olduğu gibi, Tevrat ve İncil uygulama ve öğretilerinde, hahamlar, din bilginleri ve öğretim hizmetinin önemli bir yeri olduğunu kabul ediyorlardı. Öğretmenlerin İbranice, eski Yunanca ve Aramice, gelenekler, tarih ve edebiyat analizinde eğitim görmelerinin gerekliliği İnanlılar topluluğunun hala önemli bir özelliğidir. Luther’in “her İnanlı’nın bir rahip olduğu” hakkındaki ünlü öğretisi çoğu kez yanlış anlaşılmıştır. Bu, din adamı olanlar ve olmayanlar arasında bir fark yok anlamına gelmez. Öğreti sadece, her İnanlı’nın İnanlılar topluluğunun hizmetinin bütünü içinde yapılacak bir işi ve etkinliği olduğunu savunmaktadır. Belirli bir anlamda, “Komşumuz için Mesih” olmaya çağrılmışızdır. Ama bu, İnanlılar topluluğunun gözetmenleri ve öğretmenleri olmadığı anlamına gelmez.

Bazı insanlar çağdaş kültürümüzdeki düzenlenmiş kiliseye karşı ilgisini kaybetmiştir. Kimileri işi kilise anarşisine kadar vardırmışlardır. 1960’lann kültür devrimi, “Isa Hareketi” ve yeraltı (underground=gizli) İnanlılar topluluğunun ortaya çıkışıyla gençliğin, “Kimseyi rahibim kabul ederek ona gitmem gerekmiyor; bir kilise düzenine ve kimsenin kimse üzerinde söz hakkı olduğuna inanmıyorum” şeklindeki haykırışı duyuldu. Kişisel yorum ilkesi bu tür insanların elinde radikal sübjektivizm4 için bir ruhsat olabilir.

4Bütün bilgilerin özneye ilişkin ve değer vargılarının bireysel, öznel olduğunu ileri süren öğreti, öznelcilik.

 

Objektiflik ve Sübjektiflik

Kişisel yorumdaki en büyük tehlikenin Kutsal Kitap yorumundaki sübjektiflik olduğu açık ve belirgindir. Tehlike hemen belli olmayabilir, büyük bir alana yayılmıştır. Tanrıbilimsel konuşma ve tartışmalarda bunun sinsi bir biçimde ortaya çıktığını görürüm.

Geçenlerde Kutsal Kitap bilginleriyle yapılan bir panele katıldım. İncil’de anlam ve uygulaması tartışma konusu olan belirli bir bölümün çeşitli yönlerini ele alıyorduk. İncil bilginlerinden biri giriş cümlesinde, “Bence İncil’e yaklaşımımız konusunda açık ve dürüst olmalıyız. Son analizde, hepimiz ondan istediğimiz anlamı çıkarırız ve bu da yanlış bir şey değildir,” dedi. Kulaklarıma inanamıyordum. O kadar çok şaşırmıştım ki, sözlerini delillerle çürütmeye bile kalkışmadım. Şokum, anlamlı bir şekilde fikir alış verişi yapamayacağımız hissiyle karışmıştı. Bir bilginin herkesin içinde önyargılarını bu kadar açık bir şekilde ortaya koyması ender görülen bir olaydır. Hepimiz zaman zaman, Kutsal Kitap’tan onda bulmayı arzuladığımız anlamları çıkartmak gibi günahkar bir eğilimle mücadele edebiliriz ama umarım bunu her zaman yapmıyoruzdur. Bu yatkınlığı kontrol altında tutmamıza yardımcı olacak bazı yolların var olduğuna inanıyorum.

Kutsal Kitap yorumunda sübjektivizm ruhunun kolayca kabulü popüler düzeyde de aynı şekilde yaygındır. Birçok kereler Kutsal Kitap’tan bir bölümün anlamını tartıştıktan sonra insanlar bana sadece; “Tabii bu senin fikrin,” diye yanıt vererek sözlerimi reddederler. Böylesi bir söz ne anlama gelebilir? Birincisi, sunduğum yorumun benim düşüncem olduğu, düşüncesini ortaya koyan kişinin ben olduğum orada olan herkes için açık olan bir şeydir. Ama insanların düşündüklerinin bu olduğunu sanmıyorum.

İkinci olası anlam, bu sözlerin benden çıktığı için yanlış olduğunu ima etmesidir. Karşımdaki kişi söz konusu düşüncenin benim düşüncem olduğuna işaret ederek belki de bunun, düşüncemin yanlış olduğunu kanıtlamak için gereken şey olmaya yettiğini: yani herkesin RC. Sproul’un ağzından çıkan her düşüncenin yanlış olduğunu, çünkü onun her zaman hatalı olduğunu ve hiçbir zaman da haklı olamayacağını bildiğini düşünüyordur. İnsanlar düşüncelerime karşı ne denli düşmanca hisler taşırlarsa taşısınlar, “Bu senin düşüncen,” dediklerinde söylemek istediklerinin bu olduğunu da sanmıyorum.

Çoğu kişinin söylemek istediğinin üçüncü alternatif olduğuna inanıyorum: “Bu senin yorumun ve senin için geçerli. Ben bununla aynı görüşte değilim, ama benim yorumum da seninki kadar geçerli. Yorumlarımız birbirlerinin zıttı da olsa her ikisi de doğru olabilir. Senin hoşlandığın şey senin için doğrudur, benim hoşlandığım şey de benim için doğrudur.” Sübjektiflik işte budur.

Sübjektivizm ve sübjektivite aynı şey değildir. Gerçeğin içinde sübjektif bir öğe olduğunu söylemekle, onun tamamen sübjektif olduğunu söylemek farklı şeylerdir. Gerçekle yalanın hayatım için bir önemi olabilmesi için her ikisinin de herhangi bir biçimde benimle ilgisi olması gerekir. “Georgia’da yağmur yağıyor” cümlesi objektif olarak doğru olabilir ama benim hayatımla hiçbir ilgisi yoktur. Ama örneğin, yağmurdan söz ettiklerinde daha yeni yatırım yaptığım şeftalileri yok eden şiddetli bir dolunun da yağdığı bildirilebilirse hayatımla bir ilgisi olduğunu görebilirim. O zaman bu cümlenin benimle bir ilgisi olur. Bir sözün gerçeği bana dokunup beni kavradığında, bu sübjektif bir konudur. Kutsal Kitap metninin benim yaşamıma uygulanmasının çok kuvvetli sübjektif imaları olabilir. Ama sübjektivizm derken söylemek istediğimiz bu değildir. Sübjektivizm, sözcüklerin objektif anlamlarını kendi çıkarlarımız için çarpıttığımızda gerçekleşir. “Georgia’da yağmur yağıyor” demenin benim Pennsylvania’daki hayatımla hiçbir ilgisi olmayabilir ama sözcükler hala anlamlıdır. Georgia’daki insanlar, hatta bitkiler ve orada yaşayan hayvanlar için bile bir anlam taşırlar.

Sübjektivizm, bir sözün gerçeği sadece genişletildiğinde ya da sadece konuya uygulandığında değil, tamamiyle konu tarafından belirlendiğinde gerçekleşir. Eğer Kutsal Kitap’ın gerçeklerini çarpıtmaktan kaçınacaksak işin en başından itibaren sübjektivizmden uzak durmalıyız.

Kutsal Kitap’ı objektif bir şekilde anlamaya çalışarak onu soğuk, soyut ve cansız bir şeye indirgemeye çalışmıyoruz. Yaptığımız, yapılması aynı derecede önemli bir görev olan onu kendi yaşamlarımıza uygulamadan önce sözcüklerin metnin çerçevesi içinde ne söylediğini anlamaya çalışmaktır. Belirli bir cümlenin çok sayıda kişisel uygulama biçimi olabilir ama sadece bir tek doğru anlamı vardır. Tann bir öyle, bir böyle konuşmadıkça karşıt anlamlı alternatif yorumların her ikisi de doğru olamaz. Kutsal Kitap’taki çelişkiler ve söylenilenlerin bir tek anlamı olması konusunu ilerde daha ayrıntılı bir biçimde ele alacağız. Ancak, şu anda Kutsal Kitap’ın doğru yorumlama amaçlarını ortaya koymakla meşgulüz. Bu amaçlardan birincisi, Kutsal Kitap’ın objektif anlamını bulmak ve sübjektivizm tarafından yönetilen yorumların neden olduğu çarpıtma tehlikelerinden uzak durmaktır.

Kutsal Kitap bilginleri, exegesis (eksecisis) ve eisogesis (aysocisis) dedikleri iki yöntem arasında gerekli olan ayrımı yaparlar. Exegesis, Kutsal Kitap’ın ne söylediğini açıklamaktır.             Sözcük, “bir metinden bir şeyler çıkartmak” anlamına gelen eski Yunanca sözcükten kaynaklanır. Exegesis, sözcüğünün anahtarı, “dan” anlamına gelen “ex” önekinde bulunur. Kutsal Kitap ayetlerini “exegete” yapmak demek, sözcüklerden orada bulunan anlamı, ne daha az, ne de daha fazla bir biçimde çıkartmak demektir. Diğer yandan, eisogesis’de aynı kök ama farklı bir         önek vardır. Eis öneki de eski Yunanca’dan gelir ve “içine” anlamını taşır. Böylece eisogesis, metne hiç de orada olmayan bir anlamı koymak anlamına gelir. Exegesis objektif bir girişimdir. Eisogesis, sübjektivizmden çıkan bir alıştırmadır.

Hepimizin sübjektivizm sorunuyla mücadele etmemiz gerekir. Kutsal Kitap sık sık duymayı istemediğimiz şeyleri söyler. Kulaklarımıza tıkaçlar, gözlerimize de atlara takılan göz siperlerinden takabiliriz. Kutsal Kitap’ı eleştirmek, onun bizi eleştirmesine izin vermekten çok daha kolay ve çok daha az acı vericidir. İsa’nın konuşmalarını (örneğin, İncil.Luka 8:8; 14:35’te olduğu gibi) sık sık “Kulakları olan işitsin” sözleriyle sona erdirmesine şaşırmamalı.

Sübjektivizm sadece hata ve çarpıtmaları değil, aynı zamanda kibri de üretir. Bir şeye sadece ben ona inandığım için inanmak, ya da benim görüşümün sadece benim görüşüm olduğu için doğru olduğuna inanmak kibrin en üst aşamasında olmaktır Eğer görüşlerim objektif analize dayanıp kanıtlanamazsa, alçakgönüllülük onlardan vazgeçmemi gerektirir. Ama sübjektivist, görüşleri için hiçbir objektif destek olmadığı halde fikrinde ısrar etme kibrine sahiptir Birisine, “Neye inanmayı istiyorsan man, benim için hava hoş; ben de isteğim şeye inanıyorum,” demek sadece yüzeyde alçakgönüllüce bir davranış gibi görünür.

Kutsal Kitap’ı okurken kendi deneyimlerimiz ve isteklerimiz bizi fazlasıyla etkilediğinden kişisel görüşler harici kanıt ve düşüncelerin ışığında değerlendirilmelidir. Yeryüzünde Kutsal Kitap’ı tamamen saf ve doğru biçimiyle anlayan kimse yoktur. Hepimiz Tanrı’dan olmayan bazı görüşlere sahibiz ve bu tür bazı düşünceleri kafamızda barındırırız. Belki hangi görüşlerimizin kesin olarak Tanrı’dan olmadığım bilseydik onlardan vazgeçerdik. Ama onları birbirlerinden ayırıp sınıflamak çok zordur. Bu yüzden görüşlerimizin diğer insanların araştırma ve uzmanlıkları tarafından sınanmaya ihtiyaçları vardır.

 

Öğretmenin Rolü

On altıncı yüzyılın Reformcu İnanlılar topluluklarında, öğreten ve yöneten ihtiyarlar olmak üzere iki tür ihtiyar arasında bir ayrım yapılmıştı. Yöneten ihtiyarlar cemaatle ilgili işleri yürütüp yönetmeye çağrılmışlardı. Öğreten ihtiyarlar, ya da rahipler de öncelikle İnanlılar’a Kutsal Kitap’ı öğretip onları Rab’be hizmete hazırlamaktan sorumluydular.

Son on-yirmi yıl birçok yerlerdeki İnanlılar topluluklarının ruhsal bakımdan uyanıp kendilerini yenilediği bir dönem olmuştur. Ağırlık artık harika konuşmacılarda değil, ihtiyar olmayan İnanlılar’da ve onlar tarafından yapılan harika programlardadır. Artık harika konuşmacılar çağında değil, harika topluluklar çağındayız.

Bu hareketin en önemli gelişmelerinden biri de evlerde küçük gruplar halinde yapılan Kutsal Kitap etütlerinin başlamasıdır. Burada, rahat ve samimi bir hava içinde, Kutsal Kitap’la başka türlü ilgilenmeyecek olan insanlar onu öğrenmede büyük adımlar atmışlardır. Küçük gruplar özellikle rahip olmayan insanlar tarafından oluşturulup yönetilir. Bu Kutsal Kitap etütlerinde ihtiyar olmayan kişiler birbirlerine öğretir ve kendi düşüncelerini ortaya koyarlar. Bu tür gruplar İnanlılar topluluğunu yenilemekte çok başarılı olmuşlardır. İnsanlar Kutsal Kitap’ı anlamak ve yorumlamakta daha iyi yetenekler geliştirdikçe daha da başarılı olacaklardır. İnsanların Kutsal Kitap’ı açıp birlikte etüt etmeye başlamaları harika bir şey olmakla beraber aynı zamanda da çok da tehlikeli bir şeydir. Bilgiyi bir araya koymak İnanlılar topluluğu için yapıcı bir şeydir, ama bilgisizliği bir araya koymak yıkıcıdır ve körün köre yol göstermesi sorununu ortaya çıkarabilir.

Küçük gruplar ve evde yapılan Kutsal Kitap etütleri İnanlılar topluluğunun yenilenmesi ve toplumun değişmesi için çok etkin olabilirlerse, de yolun bir yerinde insanların öğrenimden geçmeleri gerekir. İnanlılar topluluğunun eğitilmiş din adamlarına her zaman olduğu kadar şimdi de ihtiyacı olduğundan eminim. Kişisel etüt ve yorumlar öğretmenlerin ortak bilgeliğiyle dengelenmelidir. Lütfen yanlış anlamayın. İnanlılar topluluğunu Kutsal Kitap’ın din adamları tarafından tutsak edildiği Reform öncesi duruma dönmeye çağırmıyorum. İnsanların Kutsal Kitap’ı etüt etmeye başlamalarından ötürü ve Reform’daki Protestan şehitlerin kanı boşa akmadığı için seviniyorum. Söylemek istediğim, Kutsal Kitap etüdü yapan İnanlılar’ın bunu din adamları ve profesörleriyle bağlantılı bir şekilde ve onların otoritesi altında yapmaları bilge bir şeydir. İnanlılar topluluğunda bazı kişilere öğretme armağanını (yeteneğini) veren Mesih’in ta Kendisidir. Mesih, halkı tarafından onurlandırılacaksa Kendisinin bazı kişilere verdiği o armağan ve göreve saygı gösterilmelidir.

Öğretmenlerin gerekli eğitimi görmüş olmaları çok önemlidir. Tabii ki, arada sırada bu konuda yüksek öğrenim görmedikleri ve eğitilmedikleri halde Kutsal Kitap ayetlerini içten gelen bir sezgiyle harikulade bir açıklıkla anlayan bazı öğretmenler çıkar. Ama bu tür insanlar çok enderdir. Daha sık görünen durum, öğretmen niteliği taşımayan insanların kendi kendilerine bu rolü üstlenmeleridir. İyi bir öğretmen, Kutsal Kitap’ın zor kısımlarını çözüp açmak için sağlam bilgilere ve gerekli yeteneklere sahip olmalıdır. Kutsal Kitap’ın dilini, tarihi ve tanrıbilim konularını çok iyi bilmesi büyük önem taşır.

Eski Antlaşma’daki (Tevrat ve Zebur) Yahudi halkının tarihini incelersek, İsrail için en ciddi ve her zaman var olan tehlikelerden birinin sahte peygamber ve yalancı öğretmenler olduğunu görürüz. Yalan söyleyen öğretmenlerin ayartıcı gücü İsrail halkını Filistinliler ve Asurlular’dan daha çok günaha düşürmüştür.

İncil de, ilk Mesih İnanlı toplulukta da aynı sorunun varlığına tanıklık eder. Sahte peygamber, koyunların iyiliğinden çok kendi alacağı parayla ilgilenen ücretli çoban gibiydi. İnsanları yanlış yola sevk etmek, onları hataya ya da kötülüğe yöneltmek sahte peygamberlerin hafife aldıkları önemsiz bir şeydi. Bütün sahte peygamberler kötü niyetlerinden ötürü yalan söylemezler, birçoğu da bunu bilgisizliklerinden ötürü yapar. Kötü niyetli ve bilgisiz öğretmenlerden kaçmalıyız.

Diğer yandan, İsrail’in en büyük bereketlerinden biri, Tanrı onlara Kendi düşüncelerini öğreten peygamberler ve öğretmenler gönderdiğinde gelmişti. Tanrı’nın Yeremya’ya verdiği şu ciddi uyarıya kulak verin:

Benim ismimle yalanlar peygamberlik eden peygamberlerin: Düş gördüm, düş gördüm diye söylediklerim işittim. Ne vakte kadar yalanlar peygamberlik eden peygamberlerin yüreğinde bu şey olacak? Onlar ki, kendi yüreklerinin hilesinin peygamberidirler; onlar ki, her biri komşusuna anlattığı düşleriyle kavmıma ismimi unutturmayı kuruyorlar, nasıl ki, ataları Baal uğruna benim ismimi unutmuşlardı. Kendisinde düş olan peygamber düş anlatsın; sözüm kendisinde olan da sözümü sadakatle söylesin. Buğdayın yanında saman nedir? RAB diyor. Benim sözüm ateş gibi ve kayaları paralayan külünk gibi değil mi? RAB diyor. Bundan dolayı işte, ben peygamberlere karşıyım, RAB diyor. Onlar ki, kendi dillerini kullanıp: O diyor, demekteler. İşte, ben yalancı düşler peygamberlik edenlere karşıyım, RAB diyor ve onları anlatıyorlar ve yalanlarıyla ve boş övünmeleriyle kavmımı saptırıyorlar; ve onları ben göndermedim ve onlara emretmedim ve bu kavma hiç faydaları yok, RAB diyor (Tevrat:Yeremya 23:25-32).

Bu türlü yargı dolu sözler karşısında İncil’in bizleri, “Kardeşlerim, biz öğretmenlerin daha titiz bir yargılamadan geçeceğimizi biliyorsunuz; bu nedenle çoğunuz öğretmen olmayın,” diye uyarmasına şaşmamalıdır (İncil. Yakup 3:1). Sağlam bilgileri olan ve yürekleri Tanrı Sözü’ne karşı olmayan öğretmenlere büyük bir gereksinimimiz vardır.

Kişisel Kutsal Kitap etüdü, İnanlı’nın lütuf alabilmesinin önemli bir yoludur. Bu hepimiz için bir ayrıcalık ve bir görevdir. Tanrı bize olan lütuf ve şefkatinden ötürü, sadece İnanlılar topluluğunda bize yardım edecek yetenekli öğretmenler sağlamakla kalmadı, aynı zamanda Sözü’nü aydınlatmak ve Sözü’nün yaşamlarımıza nasıl uygulanacağını görmemize yardım etmek için Kendi Kutsal Ruhu’nu da bize yolladı. Tanrı, sağlam öğretme işini ve Kendi Sözü’nün gayretle etüt edilmesini bereketler.