Bölüm 6 - İki Dua (Markos 10.35-52)

Hürriyet gazetesinde, çok enteresan bir araştırmanın sonuçlarını okudum. Manşet şöyleydi: ‘Allah’ı seviyoruz, O’ndan para ve şampiyonluk istiyoruz.’

Halkımız dua etmeyi çok seviyor. Yüzde 97’lik bir kesim, Allah’ın kendisini ve ailesini herhangi bir felakatten korunması için dua ediyor. Yüzde 83, Allah’tan kendisini sevgilisine kavuşturmasını, yüzde 77’lik bir kesim iyi bir eş bulup evlenmeyi istiyor. Yine yüzde 77’lik bir kesim ise doğrudan para talep ediyor Allah’tan. Sınavda başarılı olmak için dua edenler yüzde 61’i bulurken, ‘bizim takım şampiyon olsun’ diye dua edenler de hiç az değil. Daha da çarpıcı olan ise dualarının kabul edildiğine inananların oranı yüzde 63!

Peki sizler ne için dua ediyorsunuz acaba?

Bu tür dualar Allah tarafından kabul görecek mi görmeyecek mi?

Bir duanın ne zaman kabul edilip edilmeyeceğini bilmek mümkün mü?

Aslında duayla ilgili bilgimiz çok az değil mi, ama yine de dua ediyoruz!

Markos’un onuncu bölümünde ard arda iki duayla karşılaşıyoruz.

Birisi İsa’nın en yakın öğrencileri tarafından, diğeri İsa’ya yabancı, dindar olmayan bir adam tarafından edilmiştir.

Bir dua harika bir mucizeyle karşılaşır, öbürü açık bir ‘hayır’la ve bir azarlamayla yanıt bulur.

Okuyarak hangisinin kabul edildiği, hangisinin kabul edilmediğini göreceğiz.Okuduktan sonra bu iki dua arasında bir karşılaştırma yapacağız.

Zebedi'nin oğulları Yakup ile Yuhanna İsa'ya yaklaşıp, "Öğretmenimiz, bir dileğimiz var, bunu yapmanı istiyoruz" dediler.

İsa onlara, "Sizin için ne yapmamı istiyorsunuz?" diye sordu.

"Sen yüceliğine kavuşunca birimize sağında, ötekimize de solunda oturma ayrıcalığını ver" dediler.

Mark 10.35-37

Sahne ‘Kudüs’e giden yol.’ Rab İsa kendi öğrencileriyle birlikte Kudüs’e gidiyor; orada Fısıh Bayramını kutlayacaklar, daha doğrusu İsa orada çarmıha gerilerek dünyanın kurtulması için kendi canını verecektir.

Yakup ile Yuhanna’nın anladıkları kadarıyla Kudüs’e varınca, Mesih Romalılara karşı savaşacak, galip gelecek ve orada krallığını kuracaktı. Onlar saygınlık, güç ve mevki peşindeydiler; yani sadrazam ya da başbakan olarak atanmayı istiyorlardı. ‘Sen Sultan Süleyman olacaksan, ben de İbrahim Paşa olayım,’ demek istiyorlardı.

"Siz ne dilediğinizi bilmiyorsunuz" dedi İsa. "Benim içeceğim kâseden siz içebilir misiniz? Benim vaftiz olacağım gibi siz de vaftiz olabilir misiniz?"

"Evet, olabiliriz" dediler. İsa onlara, "Benim içeceğim kâseden siz de içeceksiniz, benim vaftiz olacağım gibi siz de vaftiz olacaksınız" dedi. "Ama sağımda ya da solumda oturmanıza izin vermek benim elimde değil. Bu yerler belirli kişiler için hazırlanmıştır."

Mark 10.38-40

Aslında İsa Kudüs’e varınca yüceliğine kavuştu ama takipçilerinin beklediği gibi değil, çarmıhta asılarak yüceliğine kavuştu. İşte o anda onun sağında ve solunda kimler vardı: İki haydut! İki suçlu!

Benim içeceğim kase!’ Bir şölen düşünün, Sizi Kral davet etmiş ve kral size bir kase uzatıyor. Elbette ondan içmek zorunda kalırsınız.

Eğer iyi bir vatandaşsan, kasede harika bir şarap olur.

Eğer kötüysen, hainsen, kasede zehirli, acı şarap olur.

Kral sana hak ettiğin kaseyi uzatıyor ve onu içmek zorundasın.

İsa öğrencilerine der ki: ‘Benim yanımda olmak isterseniz, payıma düşen kase hiç de düşündüğünüz gibi değildir. Ben Tanrı’nın gazabını içeceğim. İnsanoğulunun işlediği bütün günahlara karşılık gelen bir kase var. O kase, Tanrı’nın biriktirdiği adaletle, O’nun öfkesiyle doludur ve insanoğlunun işlediği her tecavüze, her suistimale, her insafsızlığa, gazetenin üçüncü sayfasında yer bulan her bir cinayete karşılık gelmektedir. Allah, şan ve şerefine yönelik girişimlere karşılık olarak ceza vermek yerine, gazabını bu kasede biriktiriyordu. İşte ben Kudüs’e, o kaseyi içmeye gidiyorum, yoksa bütün insan ırkının üzerine dökülecektir.’

Tanrı Mesih'i, kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen kurban olarak sundu. Böylece adaletini gösterdi. Çünkü sabredip daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı. Bunu, adil kalmak ve İsa'ya iman edeni aklamak için şimdiki zamanda kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı

Rom 3.25

İsa, Zebedi'nin oğullarına, ‘O kaseyi mi içmek istiyorsunuz?’ diye sordu.

Benim vaftiz olacağım gibi siz de vaftiz olabilir misiniz?’ İsa burada vaftizin Hristiyan anlamını değil, eski anlamını kullanmaktadır; yani suya batırılmak. İsa der ki, ben ızdıraba batırılacağım, acı ve ölüm içinde gömüleceğim. Size de buna katılmak istiyor musunuz?

Ve İsa, Yakup ve Yuhanna’nın, aslında O’nun tattığı acının tadına bakacaklarını - Yakub’un kafası kesilecek ve Yuhanna şehit olmayacak ama Mesih uğruna çok acı çekecekti- bilmekteydi.

Bunu işiten on öğrenci Yakup'la Yuhanna'ya kızmaya başladılar.

İsa onları yanına çağırıp şöyle dedi: "Bilirsiniz ki, ulusların önderleri sayılanlar, onlara egemen kesilir, ileri gelenleri de onlara ağırlıklarını hissettirirler.

Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, ötekilerin hizmetkârı olsun.

Aranızda birinci olmak isteyen, hepinizin kulu olsun.

Mark 10.41-44

İsa onları azarlamaya devam etti. Dünyasal açıdan büyüklüğün kontrole ilişkin, iktidara ilişkin olduğunu, fakat ilahi pencereden büyüklüğün hizmetkarlık ve fedakarlık olduğunu anlattı.

Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi."

Mark 10.45

Geldi’ bu kelime önemlidir. İsa burada iktidar hakkında konuşmaktadır ve demektedir ki: ‘Ben iktidardaydım. Büyüktüm. Hizmete layıktım. Herşey benim ayaklarım altındaydı. Fakat hepsini bir yana bırakıp, kendimi alçalarak insanoğluna hizmet etmeye geldim.’ Tabiri caizse, ‘Elini sıcak sudan soğuk suya koymak için,’İsa dünyaya’ geldi,’ peki neden geldi?

Birçokları için,’ buradaki ‘için’ kelimesinin grekçedeki aslı ‘yerine’ şeklindedir, yani İsa birçoklarının yerine canını verdi. Burada bir temsilcilik sözkonusudur, O canını verdiği için biz artık ölmek zorunda değiliz. Fakat o ölmeseydi, biz ölecektik. O’nun içtiği bizim kasemizdi.

Gerçek sevgide fedakarlık bulunur.Çocuk sahibi olanlar bilirler, çocuklarımızın iyilik için kendimizi harcamaz mıyız, bir bedel ödemez miyiz? Çocukluklarımız için, büyünce olgun, bağımsız ve okumuş olsunlar diye bir bedel ödüyor, fedakarlık yapıyoruz. Çocuklarımızın geleceği için fedakarlık yapmaktan, her ne pahasına olursa olsun, geri kalmıyoruz.

Aynen öyle Rab İsa burada bir bedelden söz etmektedir. ‘Fidye’ kavramı üzerinde biraz düşünelim. Normalde fidye ne zaman ödenir? Birisi özgürleştirmek için, -kaçırılan insanlar,savaş esirleri ya da rehineler- fidye bedelinin karşılığı onların özgürlüğüdür.

Rab İsa burada, Markos kitabında, ilk defa ne için öleceğini açıklamaktadır: ‘Benim canımı sizin yerinize bir fidye olarak vereceğim, ben kasenizi içeceğim ve siz artık özgür olacaksınız’.

Sonra Eriha'ya geldiler. İsa, öğrencileri ve büyük bir kalabalıkla birlikte Eriha'dan ayrılırken, Timay oğlu Bartimay adında kör bir dilenci yol kenarında oturuyordu

Nasıralı İsa'nın orada olduğunu duyunca, "Ey Davut Oğlu İsa, halime acı!" diye bağırmaya başladı.

Birçok kimse onu azarlayarak susturmak istediyse de o, "Ey Davut Oğlu, halime acı!" diyerek daha çok bağırdı.

İsa durdu, "Çağırın onu" dedi. Kör adama seslenerek, "Ne mutlu sana! Kalk, seni çağırıyor!" dediler.

Adam abasını üstünden atarak ayağa fırladı ve İsa'nın yanına geldi.

İsa, "Senin için ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu. Kör adam, "Rabbuni, gözlerim görsün" dedi.

İsa, "Gidebilirsin, imanın seni kurtardı" dedi. Adam o anda yeniden görmeye başladı ve yol boyunca İsa'nın ardından gitti.

Mark 10.46-52