Meryem’le Marta Tanrı’nın Oğlu’yla birlikte geçirdikleri bütün zamana karşı hâlâ tamamen insandılar. Bilmek istedikleri bir şey vardı: “İsa, bu zamana kadar neredeydin?” İsa’nın kardeşlerini iyileştirebileceğinden şüphe etmiyorlardı; Marta hâlâ ümit olduğuna inandığını bile ima etmişti (bkz. İncil:Yuhanna11:22). Ancak İsa’nın görünürde onların yakarışlarına aldırmaması onların kafalarını karıştırıp canlarını sıkmıştı. Neden geç gelmişti?

Meryem’in ve onunla gelen Yahudilerin ağladığını gören İsa’nın ruhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı. “Onu nereye koydunuz?” diye sordu. O’na, “Rab, gel gör” dediler. İsa ağladı. Yahudiler, “Bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. (İncil:Yuhanna11:33-36)

Bu noktada İsa’nın Lazar’ı sevip sevmediği konusunda herhangi bir şüphe varsa silinir. “İsa ağladı.” Ancak İsa’nın dostu Lazar için olan açık ilgisi öykünün gizemine biraz daha gizem kattı. Eğer onu bu kadar seviyorduysa, neden Lazar’ın yardımına koşmamıştı? Neden onun ölmesine izin vermişti?

Bir kez daha çözülmez bir gizem gibi görünen bir durumla karşı karşıyayız. Öyle görülüyor ki, Mesih’in kafasındaki ve yapmaya çalıştığı şey her ne idiyse, bu Kendi duyguları olduğu gibi sevdiklerinin duygularını da feda etmeye değecek bir şeydi. İsa gelip de Lazar’ı ölü bulunca ağladı. Düşünün. Gelecekte ne olacağını bilmesi, O’nu etrafındakilerin üzüntüsünü paylaşmaktan alıkoymadı.

Doğru Soruları Sormak

Bu öyküden çok açık olarak belli olan şey, bazı şeylerin Tanrı’nın gözünde onları gerçekleştirmenin çocuklarının sağlık ve mutluluğunu geçici olarak kesintiye uğratmaya değecek kadar önemli olduğudur. Bu huşu verici bir düşüncedir. Bazıları için Tanrı’nın karakterini suçlayan bir şeymiş gibi görünür. Ama bu ilke, bunu izleyen sayfalarda ve bölümlerde daha da açıklığa kavuşacaktır. Bazıları bunu teolojilerine sığdırsalar da sığdıramasalar da, gerçek şudur ki, Tanrı’nın Oğlu daha yüksek bir amaç için sevdiklerinin acı çekip ölmesine izin vermiştir.

Bazıları bu tür sözlerin bizlerin Tanrı’nın kaprisleriyle istediği yere gönderip hatta kötüye kullandığı piyonlar olduğumuz anlamına geldiğine inanabilirler. Ama “İsa ağladı” sözlerini hatırlayın. Meryem ve Marta’nın üzüntüsünü görmenin verdiği duygularla çok etkilenmişti. Kardeşlerine olan sevgileri O’nu çok etkilemişti. Bakış açıları kendisininkinden farklı olan insanların çektiği acılardan duygusal bir soyutluk içinde değildi.

Siz acı çektiğinizde Tanrı da acı çeker. Neyi başarmak sürecinde olursa olsun, buna izin vermekteki amacı ne kadar asil olursa olsun sizin hissettikleriniz O’nu etkiler. O, acılarından şikâyet ettiklerinde oyuncularıyla alay eden bir futbol antrenörü değildir. Boksörün kulağına, “Acı olmadan kazanmak da olmaz,” diye fısıldayan bir boks antrenörü değildir. İlk aşkını kaybeden bir çocuğa, “Merak etme, unutursun” diyen bir anne ya da baba gibi de değildir.

Tanrı’nın çekmemize izin verdiği bütün acı ve zorluklar içinde iki şey her zaman doğrudur. Bunlardan ilki Tanrı’nın bizim hissettiklerimize karşı hassas olduğudur:

Çünkü zayıflıklarımıza duygusal yönden ortak olamayan bir başkâhinimiz yoktur. (İncil:İbraniler4:15)

İsa Lazar için ağladı. Bizim üzüntümüz için de ağlıyor.

İkincisi, çektiğimiz üzüntüler aracılığıyla gerçekleştirmeye çalıştığı şey daima bizim yararımızadır. Olayların bizim için en iyi şekilde gelişmesine karar veren etken bizim onlara verdiğimiz karşılıktır. Sıkıntılarımız için Tanrı’ya güvendiğimizde her şey olup bittikten sonra Tanrı’nın gerçekleştirdiği şeyin çektiğimiz sıkıntılara değdiğine içtenlikle inanacağız.

Nasıl?” diye sorabilirsiniz. “Evde yaşadığım sıkıntılar nasıl benim için en iyi şekilde sonuçlanacak? Tanrı eşimin (ya da çocuğumun) ölümünü nasıl kullanabilir? Şimdi hissetmekte olduğum soyutlanma duygusu ve üzüntü neye değebilir?

Küçük bir çocukken bu sorulardan bazılarını sorardım. Babam ben yedi aylıkken ölmüştü ve bu yüzden ben babasız büyüdüm. Arkadaşlarımı babalarıyla birlikte seyrederdim ve neden benim de bir babam olamadığını sorardım. Bu benim için çok anlamsız bir durumdu. Annem tekstil fabrikasında uzun ve yorucu saatler çalışmak zorundaydı. Ben sabahleyin okula gitmek için kalktığımda o işteydi bile. Altı yaşındayken kendi kahvaltımı hazırlamayı ve okula gitmek için giyinmeyi öğrenmem gerekmişti.

Tanrı’nın lütfu aracılığıyla, benim bütün bunlara gösterdiğim tepki babasını kaybetmiş olan birçok genç insanınkinden farklıydı. Babamı benden aldığı için Tanrı’ya karşı asi olacağım yerde, çok küçük bir yaştan itibaren benim Babam olması için Tanrı’ya bakmaya karar verdim. Babamın ölümü Tanrı’ya sırtımı çevirmeme değil, tersine Tanrı’ya yönelmeme neden oldu. Mesih’in ihtiyaçlarımızı her gün sağladığını yaşamımın çok erken dönemlerinde öğrendim. Dua etmesini öğrendim. İmanla yürümesini öğrendim. Babamın zamansız ölümü Tanrı’nın bana yaşamın en önemli derslerini öğretmek için kullandığı bir katalizördü — bu dersler yetişkin olduğumda hem iş alanında hem de kişisel düzeyde karşılaştığım yoğun reddediliş karşısında ayakta durabilmeme izin verdiler. Ama yedi sekiz yaşlarındayken Tanrı’nın yapmak istediğinin ne olduğunu anlayamıyordum. O zaman durum bana çok anlamsız geliyordu. Hissettiğim yalnızlığı dolduracak hiçbir şey yoktu. Nitekim, çocukken çektiğim sıkıntılardan bir anlam çıkartmak kırk yıldan fazla bir süremi aldı. Ve dersler hâlâ da devam ediyorlar.

Kısa bir süre önce, oğlum Andy bana, “Biliyor musun baba, galiba senin babasız büyüyen bir çocuk olmanın en çok Becky’le bana yararı oldu” dedi.

Ne demek istiyorsun?” diye sordum.

Kendi çocuklarını yetiştirme zamanı geldiğinde izleyecek bir kalıbın yoktu. Her şey için tamamen Rab’be bağlanman gerekiyordu.”

Bu konu üzerinde düşündükçe haklı olduğunu gördüm ve onların Rab’be ne kadar bağlı olduklarını ve birçok din adamlarının çocuklarından ne kadar farklı olduklarını gördükçe bana bir baba vermediği için Tanrı’ya teşekkür bile edebildim. Beni kendi çocuklarımı yetiştirmek üzere hazırlamak için gereken bu idiyse, her şeye değmişti!

Ölümle Sonuçlanmayacak Bir Hastalık

Öyleyse İsa’nın kafasında Beytanya’ya dönüşünü geciktirerek Lazar’ın ölmesine neden olabilecek neler vardı? O’nu yakın arkadaşlarının kardeşlerinin ölmesine seyirci olmalarına izin vermesine istekli kılabilecek önemli şey neydi? Bu sorunun yanıtı bizlere Tanrı’nın karakteri ve idaresi hakkında çok şeyler açıklar. Yanıtı İsa’nın Kendisi, Lazar’ın hastalığı Kendisine ilk söylendiğinde ve sonra yine mezarın önünde dururken verdi.

İki kız kardeş İsa’ya, “Rab, sevdiğin kişi hasta” diye haber gönderdiler. İsa bunu işitince, “Bu hastalık ölümle sonuçlanmayacak, ama Tanrı’nın yüceliğine ve dolayısıyla Tanrı’nın Oğlunun yüceltilmesine yarayacak” dedi. İsa

Marta’yı, kız kardeşini ve Lazar’ı severdi. (İncil:Yuhanna11:3-5)

Bunun üzerine taşı kaldırdılar. İsa gözlerini gökyüzüne dikerek şöyle dedi: “Baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum. Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diyesöyledim. (İncil:Yuhanna11:41-42)

Başlangıçtan beri İsa’nın kafasında iki kesin amaç vardı. Amacı Lazar’ın ölümüne neden olmak değildi. Meryem’le kız kardeşine beyinsel ve duygusal acı vermek de değildi. Tam tersine bütün olup bitenlerde amacı Tanrı’yı yüceltmek ve insanların Kendisine inanmasına neden olmaktı. Bu iki şeyi gerçekleştirme fırsatı Meryem, Marta ve Lazar’ın yaşaması gereken üzüntü ve acıya değerdi. Mesih için, Tanrı’nın gücünü herkesin önünde göstermek en yakın arkadaşlarından bazılarının kendisini reddetmeleri riskini göze almaya değerdi. Sevdiği birinin ölümüne bile değerdi.

Ama Tanrı’nın Yüceltilmesi İçin

Bir şeyi yüceltmek, onu ilginin odak noktası yapmak ve ona saygınlık getirmektir. Bir resmi, bir odanın merkez noktasına astığımıza onu yüceltiriz. Üzerine uygun bir spot ışığı koyarsak onu daha da yüceltiriz. Bir şarkıcıyı sahneye çıkartıp bütün ilgimizi onun şovunda topladığımızda onu yüceltiriz. Şovun sonunda ayağa kalkıp alkışladığımızda yine onu yüceltiriz.

İsa, bu trajedi gibi görünen şeyin amacının Kendisini ve Tanrı’yı yüceltmek olduğunu söylemişti. Lazar, insanların ilgisinin odağı zamanda kısa bir süre Tanrı ve Oğlu olsun diye ölmüştü. İsa, cennetsel Babası’nın yüceltileceğini göreceği fikriyle o kadar doluydu ki, eğer bu Lazar’ın ölümünü gerektirecek idiyse bundan memnundu. Bu Kurtarıcımızın karakterinden ötürü memnun olduğu bir şey değildi. Bütün yaşamını insanların ilgisini Baba’sına çekmek için harcadı. Yaptığı her şeyde kafasında bu düşünce vardı. Dünyasal hizmetinin sonunda yaşamının işini şu sözlerle özetledi:

Yapmam için bana verdiğin işi tamamlamakla seni yeryüzünde yücelttim. (İncil:Yuhanna17:4)

İsa ölmeyi her ne kadar istemiyorduysa da, Kendi ölümünün ilgiyi Baba’ya çekmek için Baba’nın planının bir parçası olduğunu biliyordu. Ancak ölümü ve dirilişiyle neler başaracağını bilmek çarmıhın acısını silmedi. Havarilerinin onlara en çok ihtiyacı olduğu anda kendisini terk etmelerini seyretmek acısını azaltmadı. “Benim değil, senin isteğin olsun” dediğinde özde demek istediği, “Neye mal olursa olsun, bunun gerçekleşmesini istiyorum!” idi.

Bundan sonra da Kendi hayatı pahasına bile olsa Babası’na yücelik getirmek azmiyle çarmıha gitti.

Birçokları O’na İnandı

İsa’nın gecikmesinin ikinci amacı birçoklarının Kendisine Mesih olarak güvenmelerini sağlamak içindi. İnsanları sağlıklı tutmaktan daha önemlisi insanların iman etmelerini sağlamaktı. Bu yüzden Mesih çok büyük bir mucize yapıp birçoklarının Kendisine iman etmesi diye artık çok geç olana dek kasten bekledi. Ve gerçekten de her şey aynen böyle oldu (bkz. İncil:Yuhanna11:45). Sevdiklerinin henüz inanmayanlar uğruna acı çekmelerine o zaman izin verdiği gibi bugün de bizlerin acı çekmemize izin verecektir. İnançsız birinin ilgisini başarıyla acı çeken bir İnanlı kadar çeken bir şey yoktur. Her şey iyi giderken Mesih’ten söz etmek kolaydır. Acı ile dolu bir yaşamdan çıkan sözler çok daha büyük bir anlam kazanırlar.

Şimdi kuşkucuların şöyle söyleyebileceklerini tahmin edebiliyorum, “Tanrı’nın kendi çocuğu olan benim, inanmayan birinin uğruna acı çekmeme izin verebileceğini mi söylemek istiyorsun?” Evet aynen onu söylemek istiyorum. Ama yolu Kendi Oğlu’nun hazırladığını unutmayın. Eğer yüce Tanrı, bizlerin kurtulması için Kendi Oğlu’nun haksız yere acı çekmesini uygun gördüyse bizler neden başkalarının inanması için acı çekmeye razı olmayalım?

Dr. Barnhouse’un yaşamında bu konuyu kusursuz bir biçimde ortaya koyan bir olay olmuştu. Bir İnanlılar topluluğunda haftanın her günü toplantılar yapacaktı. Kilisenin rahibiyle karısı ilk bebeklerini bekliyorlardı. Hafta boyunca Dr. Barnhouse sinirliliği yüzünden rahibe takıldı.

Son toplantının olduğu akşam rahip gelmedi. Dr. Barnhouse onun karısıyla birlikte hastaneye gitmiş olabileceğini düşünerek toplantıyı yaptı. Toplantının sonuna doğru rahibin yavaşça içeri girip arka sıralarda bir yere oturduğunu gördü. Toplantı bittiğinde, rahip öne geldi, herkesi uğurladı dedi ve Dr. Barnhouse’a bürosuna gelip gelemeyeceğini sordu.

Tabii ki,” diyen Dr. Barnhouse onu bürosuna izledi.

Büroya girip kapıyı kapattıktan sonra rahip, “Dr. Barnhouse, çocuğumuz özürlü,” dedi. “Henüz karıma söylemedim. Ona ne söyleyeceğimi bilmiyorum.”

Dostum, bu Tanrı’dan,” dedi Dr. Barnhouse. Ve Tevrat’tan şu bölümü açtı:

Ve Rab ona dedi: “İnsan ağzını kim yaptı? İnsanı dilsiz yahut sağır, yahut görür, yahut görmez yapan kimdir? Ben Rab değil miyim?” (Tevrat:Çıkış 4:11)

Rahip, “Bakayım” dedi. Ve yeniden okudu.

Rahip ayetleri okurken, Dr. Barnhouse, “Dostum, İncil:Romalılar8’deki vaat biliyorsun. Tanrı’nın Kendisini sevenlerle birlikte her durumda — bu özel çocuk dahil — iyilik için etkin olduğunu biliriz.

Rahip Kutsal Kitap’ı kapattı. Bürodan yavaşça çıkıp doğru hastane odasındaki karısına gitti. Geldiğinde karısı, “Bebeğimi görmeme izin vermiyorlar. Neler oluyor? Bebeğimi görmek istedim ama izin vermiyorlar,” dedi.

Genç rahip karısının elini tutup, “İnsanı dilsiz yahut sağır, yahut görür, yahut görmez yapan kimdir? Ben Rab değil miyim? Sevgilim, Rab bizi özürlü bir çocukla bereketledi” dedi.

Kadın uzun süre hıçkırarak ağladı. Sonra biraz sakinleşmeye başlayınca, “Bunu nereden öğrendin?” diye sordu.

Tanrı’nın Kendi Sözü’nden,”

Bakayım.” Sonra okudu.

Bu arada bebeğin doğum haberini bütün hastane duymuştu. Bu bilgi hastanenin telefon santralında çalışan kız için özel bir ilgi kaynağıydı. Bu kız İnanlı değildi. Hatta İnanlıların inançlarının yok olmasını seyretmekten hoşlanan zalim bir kadındı. Baskı altında olduklarında İnanlılarla diğer insanlar arasında hiçbir fark olmadığına inanmıştı. Rahibin karısı haberi annesine vermek için telefon ettiğinde santraldaki kız genç annenin üzüntüden perişan olacağını sanarak konuşmayı dinledi.

Kadın telefonda, “Anne, Rab bizi özürlü bir çocukla bereketledi. Bereketin ne olduğunu bilmiyoruz ama bereket olduğunu biliyoruz,” dedi. Gözyaşları, isteri ve benzeri şeyler olmadı.

Santraldaki kız şaşırmıştı. Ne işittiğini iyice idrak ettikten sonra işittiklerini herkese söylemeye başladı. Çok geçmeden bütün hastane rahip ve karısının tepkisiyle çalkalanıyordu. Bunu takip eden pazar günü rahip vaaz vermek için yine kürsüdeydi. Kendisi bilmiyordu ama cemaatte santralcı kız, hastaneden yetmiş hastabakıcı ve personel vardı. Konuşmasının bitiminde rahip İsa Mesih’i Kurtarıcıları olarak kabul etmek isteyenleri kürsüye çağırdı.

Eğer İsa Mesih’i tanımıyorsanız, size bu çağrıda bulunmak istiyorum.”

O sabah hastaneden otuz hastabakıcı öne gelip İsa Mesih’i Kurtarıcı’ları olarak kabul ettiler. Bu da özel bir çocuğun ve genç bir rahiple karısının inancı yüzünden oldu.

Tanrı otuz hemşire için bu çocuğun özürlü bir durumda doğmasına izin verir miydi? Tabii ki. Tıpkı Tanrı’nın Oğlu’ nun onu iyileştirmesi için kör doğan adamın durumunda olduğu gibi. Onu diriltsin diye ölmesine izin verdiği sevgili arkadaşının durumunda olduğu gibi. Ve tıpkı birçokları sonsuz yaşama kavuşsun diye Kendi Oğlu’nun öldürülmesine izin verdiği gibi. Tanrı, diğerleri Oğlu’na iman etsinler diye acıya izin verir.

Acının Rolü

Acı yoksa kazanmak da yoktur, diye bir söz vardır. Bu söz sadece spor alanında değil, ruhsal alanda da geçerlidir. Mesih’in bu dünyadaki hizmeti ve kendi kişisel uzun ve çetin yolculuğu da buna tanıklık etmektedirler. Acı çekmek, Tanrı’nın Kendisini ve Oğlu’nu yüceltmek için kullandığı yoldur. Bizler acı çekmenin yararlı olan en son şey olduğunu düşünsek de acı çekmek Tanrı için en yararlı alettir. Tanrı’yı yüceltmek için acı çekmek kadar iyi bir şey yoktur, çünkü hiçbir şey bağımlılığı, zayıflığı ve güvensizliği acı çekmek kadar vurgulayamaz.

Ama acı çekmek Tanrı’nın çocuklarını da yüceltmesinin bir yoludur. Pavlus Korintlilere yazdığı ikinci mektupta şu noktaya açıklık kavuşturur:

Hafif ve geçici sıkıntılarımız bize, ağırlıkta hiçbir şeyle karşılaştırılmayacak kadar büyük, sonsuz bir yücelik kazandırmaktadır. Gözlerimizi görünen şeylere değil, görünmeyen şeylere çeviriyoruz. Çünkü görünenler geçicidir, görünmeyenler ise sonsuza dek kalıcıdır, (İncil:2. Korintliler4:17,18).

Bu yaşamdaki sıkıntı ve zorluklara doğru tepkiler gösterildiğinde bunlar gelecek olan yaşamda İnanlıya yücelik ve saygınlık kazandırırlar. Bu ayetlerde Pavlus, yüceltilmeden yavaş yavaş eklenen dokunulur bir şeymişcesine söz ediyor. Sanki her İnanlının bu dünyadaki kişisel acı çekmesine bağlı olarak yüceltilmenin eklendiği sonsuz bir hesabı var gibidir.

Bu bölümü, bize bu perspektife eklememiz gereken bir teşvikle kapatıyor. Basitçe dile getirirsek, içlerinde acı çektiğimiz vücutlar geçici olduğu gibi — çektiğimiz acılar da geçicidir. Ancak bu geçici vücutlardayken biriktirmekte olduğumuz ödüller sonsuza dek geçerlidirler. Harikulade bir yatırım değil mi? Ne düzen! Tanrı, geçici aracılığıyla kalıcıyı kazanabileceğimiz bir düzende yer almamıza izin vermiştir.

Lazar’ın öyküsünün sonuna yaklaştığımızda bu gerçek özellikle önemlidir. Birçoğu, “Evet, Kutsal Kitap’taki kişiler için her şey iyi bitiyor ama benim kocam ölümden dirilmedi” ya da “karım bana asla bir daha dönmedi,” ya da “Tanrı’nın benim durumumdan ötürü yüceltildiğini henüz görmedim” diyebilir. Bütün bunlara Tanrı da çok gerekli bir söz ekleyebilir: “HENÜZ DEĞİL!” Sonunda Lazar’ın yine öldüğünü hatırlayın. Bu açıdan Mesih’in mucizesi geçiciydi. Lazar’ın canlanmasıyla gelen yücelik kısa yaşanan bir yücelikti. Tanrı’nın bizleri sıkıntıdan kefaretle kurtardığı her seferinde—ki bunu sık sık yapar—bununla bağlantılı olan yücelik bir dereceye kadar geçicidir. Buna karşın Tanrı, çektiğimiz acıların sonsuz yücelikle sonuçlanacağı bir düzen kurmuştur, bu sadece O’nu yücelten bir yücelik değil, aynı zamanda acı çekenleri de yücelten bir yüceliktir.

Taşı Kaldırın”

İsa, “Taşı kaldırın!” dedi. Ölenin kız kardeşi Marta, “Rab, artık o kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi. İsa ona, “Ben sana, ‘iman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi, (İncil:Yuhanna11:39,40).

Eğer taşı kaldırmayı reddetselerdi o kadar acıyı boşuna çekmiş olurlardı. Olaydan hiçbir iyi şey çıkmazdı. Meryem ve kız kardeşi Tanrı’nın yüceliğini göremezlerdi. En kötü biçimiyle kişisel trajediler yaşayan insanlara her zaman rastlıyorum. Bazen durum kendi hatalarından ötürü böyle. Diğer zamanlarda başkalarının kurbanı olmuşlar. Sık sık da duruma ve olaylara gösterdikleri tepki yaşadıkları trajediden de kötü. Durumdan hemen iyi bir şeyler görmedikleri için, durum hakkında bulunacak hiçbir iyi yan olmadığı, Tanrı’nın kendilerini terkettiği, belki de ilk baştan beri kendilerine karşı hiçbir ilgisi olmadığı sonucuna varırlar. Taşı kaldırmayı reddederler. Göremedikleri bir şeyden ötürü Tanrı’ya güvenemezler.

Eğer Tanrı, Oğlu’nun haksız yere öldürülmesinden yüceltilme kazanabiliyorsa, bizler de günden güne mücadele verdiğimiz şeylerde ve onlar aracılığıyla O’nun Kendini her nasılsa yüceltebileceğine güvenemez miyiz? Eğer Tanrı, Oğlunun yakın arkadaşının ölümü aracılığıyla Kendine yüceltilme bulabiliyorsa bizler de O’nun yaşamımızdaki büyük trajediler aracılığıyla aynı şeyi yapabileceğine güvenemez miyiz? Tanrı trajedileri zaferlere dönüştürmekte uzmandır. Trajedi ne kadar büyükse, zafer olanağı da o kadar büyüktür.

Her zaman açıklayamayacağımız şeyler olacaktır. Yanıtlar bazen çok açık bir biçimde olacak, bazen de bir gizem olarak kalacaklardır. Bildiğimiz bir şey varsa o da Tanrı’nın Kendisini yüceltme işinde olduğudur. Dünyanın ilgisini Kendisine çekmek ister ve bazen de bunu sıkıntı ve zorluklar yoluyla yapar. İnanlılar olarak, bizler O’nun temsilcileriyiz. Bizler Mesih’in yeryüzündeki hizmetinin devamıyız. Öyleyse bizler Tanrı’nın dünyanın ilgisini çekmekte kullandığı araçlarız. Tanrı bizim konuşmalarımız, karakterimiz, ettiğimiz vaazler ve sıkıntılarımız aracılığıyla işler. Bütün bu alanlarda başarısı biraz da bizim verdiğimiz karşılığa bağlıdır.

İman Edersen, Tanrı’nın Yüceliğini Göreceksin”

Marta Mesih’e güvendi ve taşı kaldırdı. İnanıyorum ki, Jim de karısının ölümcül hastalığının trajedisi aracılığıyla Tanrı’nın Kendine yüceltilme kazanacağına güvenecek. Ya siz? Sizin de yaşamınızda Tanrı’nın Kendisine ait olan yüceliği alabilmesine engel olan taşlar var mı? Olaylar artık hiçbir anlam taşımayacak dereceye gelinceye kadar imanınızı söndürdünüz mü? İnancınızı sadece görülebilen şeylere mi bağladınız? Kaybınızın ötesine bakmayı ret mi ettiniz? Tanrı’nın başarmak istediği bir şey olabileceğini unutacak kadar acınızın sizi yiyip bitirmesine izin mi verdiniz?

Sadece iki seçenek var. Ya Tanrı’nın sıkıntınız aracılığıyla Kendini yücelteceğine güvenirsiniz, ya da bütün dikkatinizi kaybınızda toplayıp vaktinizi yanıtlar arayarak geçirirsiniz. Böyle yaparak Tanrı’nın çok güzel şeylere çevirebileceği şeylerin de başlı başına birer trajedi olmalarına neden olursunuz.

Kendi yaşamı üzerinde düşünmekte olan yaşlı bir İnanlı bu bölümde üzerinde durduğumuz şeyleri mükemmel bir biçimde özetlemiştir:

Rengi silikleşmiş zırhım

Yamalar içinde, eğrilmiş ve eskimiş olarak

Dönebilirim.

Lanetlenmişleri, ve esirleri özgür kılmak için

Savaşın en kızışmış yerine dalabilirim.

Dostlarımın ihanetinin verdiği

Acı ve reddedilmeyi tadabilirim.

Ama beni beklemekte olan yüceltilme

Sonunda — sonunda her şeye değecek.

Dostum, şu anda içinde olduğun sıkıntı ne olursa olsun, Tanrı’ya güvenirsen, sen de bir gün, “Her şeye değdi!” diyeceksin.