11. İSA YAŞAMIMI DEĞİŞTİRDİ


İsa Mesih yaşıyor. Şu anda yaşıyor olmam ve çalışabilmem İsa Mesih'in ölümden dirilmesinin kanıtıdır.

Thomas Aquinas, "Her can mutluluğa ve yaşamın anlamına susamıştır" demiştir. Gençliğimde mutlu olmak istiyor-dum. Elbette bunda bir yanlışlık yoktur. Tüm dünyanın en mutlu insanlarından biri olmak istiyordum. "Ben kimim?", "Neden dünyaya geldim?", "Nereye gidiyorum?" gibi sorulara yanıt arıyordum.

Ama hepsinden çok özgürlüğün peşindeydim. Tüm dünyanın en özgür insanlarından biri olmak istiyordum. Özgürlük bence insanın istediği yere gidebilmesi ya da istediğini yapa-bilmesi değildi. Çünkü zaten bunları yapabilen çok kişi var. Bence özgürlük, "Yapman gereken şeyi yapabilecek güce sa-hip olmaktı." Çoğu insan ne yapması gerektiğini biliyor, an-cak yeterli güce sahip değil. Zincirlenmiş durumda.

Bu yüzden yanıt aramaya başladım. Hemen herkesin ya-şamında az ya da çok dinle ilgili bir şeyler olduğunu gördüm ve ben de kalkıp bir kiliseye gittim. Ama gittiğim yanlış bir kiliseydi. Belki bazılarınız ne demek istediğimi anlamıştır: İçerdeyken, kendimi dışarıda olduğumdan daha kötü hissedi-yordum. Sabah gittim, öğlen gittim ve akşam gittim.

Ben her zaman çok pratik bir insanımdır. Eğer bir şey işe yaramazsa, onu kaldırıp atarım. Dini kaldırıp bir kenara attım.

Daha sonra, "Belki de yanıt, mevkidir" diye düşündüm. Önder olmak, bir amaç peşinde koşmak, kendinizi buna adamak ve tanınmak belki de içimdeki boşluğu doldura-bilirdi. Gittiğim ilk üniversitede sınıf başkanlığına aday oldum ve kazandım. Kampüste herkes tarafından tanınmak, kararlar vermek, üniversitenin ve öğrencilerin parasını harcamak çok hoştu. Ama sonunda yoruldum ve sıkıldım. Pazartesi sabahları, başımda geceden kalan bir ağrıyla kalkardım, küfür ederek önümdeki beş günü göğüslemeye girişirdim. Kendimi mutluluğa yakın hissettiğim üç gün vardı: Cuma, Cumartesi ve Pazar. Sonra o berbat koşturmaca yeniden başlardı.

Ah, insanları üniversitede nasıl da aldatmıştım. Beni, gördükleri en mutlu ve neşeli; yaşamın etini yiyip kemiğini savuran, vur patlasın çal oynasın diyerek günlerini geçiren, gamsız bir kişi sanırlardı. Öğrencilerin parasıyla herkesten çok sayıda parti verir, çılgınca eğlenirdik. Ancak insanlar benim mutluluğumun diğer çoğu insanınki gibi sabun köpüğü olduğunu fark etmediler. Oysa mutluluğum koşullara bağlıydı. Eğer işler iyiyse, ben de iyiydim; kesatsa, ben de öyleydim...

Okyanusta küçük bir tekne gibiydim; dalgalarla ve koşullarla sallanıyor, itilip sürükleniyordum. İncil'de bu tür yaşamı simgeleyen bir terim var: Cehennem. Ancak benim-kinden başka türlü yaşayan insanlara rastlamamıştım. Kimse bana farklı bir yaşam olduğunu anlatmamış ve bu yaşamı sürecek güç vermemişti. Ne yapmam gerektiğini çok kişi bana söyleyebiliyor, ancak yapacak gücü veremiyordu. Ümit-sizliğe kapılmıştım.

Bu ülkenin üniversitelerinde ve kolejlerinde yaşamın anlamını, gerçeğini ve amacını bulma konusunda daha içten-likle çaba gösteren birkaç kişi vardı. Ama ben henüz bunu bulmamıştım. Üniversitenin içinde ve çevresinde küçük bir insan grubu vardı. Bunlar sekiz öğrenci ve iki fakülte üyesiydi; yaşamlarında farklı bir şeyler vardı. Neden yaşadıkla-rını, neye inandıklarını bilen insanlar görüntüsü veriyorlardı. Bu tür insanlarla beraber olmaktan her zaman hoşlanmı-şımdır. Ortak noktalarımız olup olmadığına pek aldırış et-mem. Bu yüzden bazen bazı imanlıları köklü önderlere ter-cih ederim. Tanıştığım imanlıların bazıları o denli yüzeysel ki, yalnızca imanlı maskesi taşıyıp taşımadıklarını merak edi-yorum. Ancak demin sözünü ettiğim bu küçük grup nereye gittiklerini iyi biliyorlardı. Özellikle üniversite öğrencileri arasında bunu bulmak çok zordur.

Bu insanlar yalnızca sevgiden söz etmekle kalmıyor, sev-giyi yaşıyorlardı. Üniversite yaşamının zorluklarına aldırış etmiyorlardı. Gerçekten mutluydular, üstelik mutlulukları be-nimki gibi koşullara bağlı değildi. Sanki bitmek bilmeyen iç-sel bir sevinç kaynakları vardı. Evet, son derece mutluydular. Onlarda bende olmayan bir şey vardı.

Sıradan bir öğrenci olduğumdan, başkasının sahip olduğunu ben de elde etmek isterdim. Bu yüzden üniversitelerde okuyanlar bisikletlerini zincirlerle sımsıkı kilitlerler. Eğer çoğu kişinin iddia ettiği gibi çağın sorunlarına yanıt eğitimse, üniversitelerin en erdemli insanların barındığı yerler olması gerekir. Oysa hiç de öyle değildirler. Neyse, ben değişik bul-duğum bu insanlarla arkadaş olmaya karar verdim.

Bu karardan iki hafta sonra, öğrenci birliğinde bir masa-nın çevresinde oturuyorduk. Konu Tanrı'nın çevresinde dön-meye başladı. Güvensiz bir kişiyseniz ve konuşma Tanrı'ya dönmüşse, hemen cephe alırsınız. Bilirsiniz, hemen her top-lulukta büyük çeneler vardır. Hani her şeyle dalga geçen ve her konuya bir etiket yapıştırmaya bayılanlar: "Ha ha ha! Hıristiyanlık mı? Bu, ilkel saftoronlar için! Bilimselliği yok!"

Böyle insanların hedefi olmamak için fazla ilgilenmi-yormuş gibi göründüm. İskemleme yaslanarak karşımdaki öğrencilerden birine baktım ve sormaya başladım: "Söyleyin, yaşamlarınızı ne değiştirdi? Neden diğer öğrenciler, önderler ve profesörler gibi yaşamıyorsunuz?"

Genç kadın hiç gülümsemeden gözlerime baktı ve üniversite çevresinde aşağılanacak bir neden söyledi: "İsa Mesih." Hemen "Allah aşkına!" dedim, "bana bu safsatayı yutturmaya çalışmayın. Yeterince din masalı dinledim. Kiliseye gidip İncil falan dinledim. Bana dinden bahsetmeyin." Genç kadının yanıtı hemen geldi, "Bayım, din demedim. İsa Mesih dedim." Daha önce hiç dikkat etmediğim bir şeyi ortaya ko-yuyordu. Mesih inancı (Hıristiyanlık) din değildir. Din, insan-ların iyi işler yaparak Tanrı'ya ulaşmaya çalışması demektir. Oysa Mesih inancı, İsa Mesih aracılığıyla Tanrı'nın insanlara ulaşması demektir.

Herhalde Mesih inancıyla ilgili en yanlış düşüncelere sahip olan kimseler üniversitelerde bulunur. Yakın zamanda bir öğretim üyesi, "Kiliseye giden herkes Hıristiyan olur" gibi şeyler söylüyordu. Kendisine sordum: "Garaja girmekle araba mı oluyorsunuz?" Gerçekten de arada hiçbir bağlantı yoktur. İmanlı (Hıristiyan) Mesih'e iman eden kişidir.

İşte tanıştığım bu yeni arkadaşlar İsa Mesih’in Tanrı’nın Oğlu olduğunu; insan bedeni aldığını, dünyaya gelip insanla-rın arasında yaşadığını, insanlığın günahları uğruna çarmıhta öldüğünü, gömüldüğünü, üç gün sonra ölümden dirildiğini ve yirminci yüzyılda yaşayan bir kişinin yaşamını değiştirebilece-ğini söylediler.

Bütün bunların palavra olduğunu düşünüyordum. çoğu imanlının yürüyen budalalar olduğuna emindim. Çünkü bazılarıyla tanışmıştım.

Ama bu kişiler bana defalarca meydan okudular. Sonunda onların tartışma önerisini kabul ettim, ama bunu gu-rurumdan yaptım. Onların iddialarını çürütmeyi planlıyordum. Ne var ki, gerçeklerin bulunduğunu bilmiyordum. İnsanın oturup da değerlendirebileceği kanıtlar olduğunu hayal edemezdim.

Sonunda, İsa'nın iddia ettiği kişi olduğunu düşünmeye başladım. Aslında yazdığım ilk iki kitapta Mesih inancını çürütmek amacını güdüyordum. Ama bunu yapamadığımı görünce iman etmeye karar verdim. Son 13 yılımı İsa Mesih'e iman etmenin akılcı temellere dayandığını kanıtlayanbelgeleri toplamakla geçirdim.

Ne var ki, o zamanlar bazı sorunlar vardı. Aklım Mesih inancının doğru olduğunu söylüyor. Ancak iradem beni başka bir yöne çekiyordu. Mesih'e iman etmekle benliğimden tamamen vazgeçeceğimi düşünüyordum. Her türlü eğlenceyi, yaşama renk katan her türlü etkinliği bırakmak zorunda kalacağımı sanıyordum. İsa, İncil'de şöyle diyordu: "İşte ka-pıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz" (İncil; Vahiy 3:20).

İmanlı arkadaşlarımla ne zaman birlikte olsam, içimde bir çelişki başlıyordu. En mutsuz olduğunuz zamanlarda mutlu insanlarla birlikte olursanız bunun ne kadar rahatsız edici bir deneyim olduğunu anlarsınız. Artık bu çelişki öyle bir hal almıştı ki, geceleri yatağa girdiğimde sabahlara kadar uyuyamıyordum. Sonunda bir karar vermem gerekiyordu, yoksa aklımı kaçıracaktım.

1959 yılında, Aralığın 19'unda, üniversitede ikinci yılım-dayken iman ettim.

O gece dua ettim ve sonucunda yaşamım değişti. Ölümden dirilmiş olan, yaşayan Mesih'le ilişki kurmak için dua ettim ve o zamandan beri, Mesih yaşamımdaki çok şeyi değiştirdi.

İlk önce, "Rab İsa, çarmıhta benim uğruma öldüğün için teşekkür ederim" dedim. İkinci olarak, "Yaşamımda seni hoşnut etmeyen şeyler için özür diliyorum, beni bağışlayıp aklamanı istiyorum" dedim. (Kutsal Kitap; "Suçların kan kır-mızı olsa da, kar gibi beyaz olacaktır" diyor). Üçüncü olarak da şöyle dedim: "Şimdi tek bildiğim şekilde yaşamımın ve yüreğimin kapısını sana açıyor, Rab'bim ve Kurtarıcım olarak sana iman ediyorum. Yaşamımın denetimini sen al. Beni içten dışa doğru değiştir. Beni olmamı istediğin gibi yap." En sonunda, "Yaşamıma iman yoluyla geldiğin için sana teşek-kür ederim" diyerek sözlerimi bitirdim. İmanım cahillik üzeri-ne değil, tarihsel kanıtlara ve Tanrı Sözü'ne dayalıydı.

Ne var ki, dua ettikten sonra hiçbir şey olmadı. Oysa ben şimşekler ve gök gürültüleri bekliyordum. Acaba İsa gerçekten yaşamıma geldi mi diye düşünmeye başladım.

Ancak size şunu söyleyeyim: Dua ettikten altı ay ile bir buçuk yıllık süre içinde yaşamım değişti. Üniversitede tarih bölümü başkanıyla bir konuşma yapıyordum. Ona yaşamımın değiştiğini anlatırken sözümü keserek, "Oğlum" dedi, "Tanrı'nın yirminci yüzyılda gerçekten yaşamları değiştirdi-ğini mi söylemek istiyorsun? Söyle bakalım yaşamının hangi alanlarını değiştirdi?" Kırk beş dakika kadar beni dinledikten sonra, "Tamam, bu kadar yeter!" diye konuyu kapattı.

Ona anlattığım alanlardan biri rahatsızlığımdı. Kendimi daima bir şeylerle meşgul olmak zorunda hissediyordum. Örneğin; fakülte kampüsünde yürürken bile kafamın içi çelişkilerle, yapmam gereken bir sürü şeyle dolu bir kazan gi-biydi. Oturup derslerimle ilgilenmeye çalışır, ama yapamaz-dım. Mesih'e iman etmeye karar verdikten birkaç ay sonra aklımı bir tür esenlik kapladı. İsa'ya iman ettikten sonra hiç sorunum olmadı demek istemiyorum, ama o sıkıntılarla mü-cadele edecek gücü buldum. Ve bu gücü dünyadaki hiçbir şeyle değişmem.

Yaşamımda değişen başka bir alan da öfkem oldu. Biri bana yan bakmaya görsün, hemen küplere binerdim. Üniversitenin ilk yılında bir adamı öldürmeye çalışırken aldığım yaraların izlerini hala üzerimde taşıyorum, öfke öyle güçlü bir parçam olmuştu ki, onunla savaşacak gücü bulamıyordum. Oysa Mesih'i yaşamıma kabul ettiğimden beri, on dört yılda yalnızca bir kez kendimi kaybedecek kadar öfkelendim.

Yaşamımda gurur duymadığım başka bir alan daha vardı. Ancak bundan söz etmek istiyorum. Çünkü bunu değiştirecek bir tek kaynak olduğuna inanıyorum. O da ölümden dirilmiş olan ve yaşayan İsa Mesih'tir. Yaşamımın bu alanı nefretti. Nefretin kölesiydim. İnsanlara gıcık oluyor ve kin besliyor-dum. Ama aslında ben de herkes gibi güvensizdim. Ne zaman kendimden farklı biriyle tanışsam, kendimi tehdit edilmiş hissediyordum.

Ama dünyada herkesten çok nefret ettiğim bir kişi vardı. O da babamdı. Ondan iliklerime kadar nefret ediyordum. Ba-bam kasabanın alkoliğiydi. Eğer küçük bir kasabada yaşıyor-sanız ve babanız ayyaşlığıyla ün salmışsa ne demek istediğimi anlarsınız. Herkes onu tanıyordu. Arkadaşlarım okuluma ge-lirler, babamın çıkardığı rezaletlerle alay ederlerdi. Bunun beni rahatsız ettiğini düşünmezlerdi. Ben de diğer insanlar gi-bi dıştan gülüyor, ama içten kan ağlıyordum. Eve döndüğüm zamanlarda annemi öyle kötü dövülmüş bir şekilde bulurdum ki, yerden kalkacak durumda bile olmazdı. Arkadaşlarım eve geldiğinde, babamı dışarı çıkarıp ahıra kilitler, ahırın kapısına arabayı park ederdim. Arkadaşlarıma da babamın evde olma-dığını söylerdim. Babamdan herkesten çok nefret ediyordum.

Mesih'e iman ettikten belki de beş ay kadar sonra Tan rı'dan İsa Mesih aracılığıyla gelen bir sevgi yaşamıma öyle bir şekilde girdi ki, bütün nefretimi söküp aldı. Artık baba-mın gözlerine bakıp, "Babacığım, seni seviyorum" diyebili-yordum. Bu sevgiyi gerçekten yaşıyordum. Üstelik bunu yaptığım şeylerle ortaya koyunca, babam büsbütün sarsıldı.

Özel bir üniversiteye transfer olduktan sonra ciddi bir trafik kazası geçirdim. Boynum özel bakım altındaydı, eve getirildim. Babamın odaya gelişini hiç unutamayacağım. “Oğlum benim gibi bir babayı nasıl sevebiliyorsun?” diye sordu. Onunla İsa Mesih'i paylaştım. "Baba, Mesih'in yaşa-mıma gelmesine izin verdim" dedim. “Bunu tam olarak açık-layamıyorum, ama O'ndan aldığım güçle, yalnızca seni değil, diğer insanları sevip kabul edebiliyorum” dedim.

Kırk beş dakika sonra yaşamının en heyecanlı anlarından biri gerçekleşti. Ailemden biri, beni çok iyi tanıyan bir kişi, babam, gözlerime bakarak, "Oğlum, Tanrı bunu senin yaşantında yapabiliyorsa, ben de O'na aynı fırsatı tanımak istiyorum" dedi. Ardından benimle birlikte dua etti ve Me-sih'e iman etti.

Değişikliklerin gelmesi genellikle günler, haftalar hatta yıllar alır. Daha önce de söylediğim gibi benim yaşamım altı ay ile bir buçuk yıl içinde değişmişti. Oysa babamın yaşamı hemen o anda gözlerimin önünde değişiverdi. Sanki biri elini uzatıp lambayı yakıvermişti. Ne daha önce ne de sonra böyle çabuk bir değişim görmedim. Babam o andan sonra içkiye yalnızca bir kez elini sürdü. Evet, bir kez daha İsa Mesih'in yaşamları değiştirdiğine tanık oldum.

Mesih inancıyla alay edebilirsiniz, dalga geçip aşağılayabilirsiniz. Ama gerçekten insanların yaşamlarını değiştiriyor. Mesih'e iman ederseniz, tavırlarınızı ve hareketlerinizi gözle-yin. Çünkü Mesih yaşamınızı değiştirmeye başlayacaktır.

Ne var ki, Mesih inancı başkalarına zorla kabul ettirebi-leceğiniz bir şey değildir. Sizin yaşamınız yalnızca size aittir. Başka bir deyişle her koyun kendi bacağından asılır. Sizinle tek paylaşabileceğim, kendi öğrendiklerimdir. Bundan sonrası size aittir. Kararı vermek size bağlıdır.

Belki de benim duam size yardımcı olabilir:

"Rab İsa, sana ihtiyacım var. Çarmıhta benim uğruma öldüğün için teşekkür ederim. Beni bağışla ve akla. Şu anda Sana, Rabbim ve Kurtarıcım olarak iman ediyorum. Beni ol-mamı istediğin gibi bir kişi yap. İsa Mesih'in adında. Amin.”