1. Tanrı’yı Bilebilir miyiz?



Tanrı tarafından aydınlatılmadan, hiç bir insan O’nun nasıl bir öz varlığa sahip olduğuna önceden karar veremez. Nitekim: “Rab’bin düşüncesini kim bildi? Ya da kim O’nun öğütçüsü oldu? Kim O’na bir şey verdi ki, kendisine geri ödensin?” (İncil; Romalılar 11:34,35). Bu nedenle peşin kararlar veya önyargılar, Tanrı’nın özü ile ilgili kendi tanıklığına karşı O’na Kendisinin kim olduğunu küstahlıkla anlatmaya kalkışmak gibidir!


İnanç konusunda “Tanrı nasıldır? Kimdir? Özü nedir?” gibi sorular kadar önemli bir şey yoktur. Çünkü inancımızın sağlamlığı Tanrı’yı ne şekilde tanıdığımıza bağlıdır. Bu nedenle bu soruların en başında gelmesi gereken soru “Tanrı’yı anlayabilir miyiz veya bilebilir miyiz?”dir. Çünkü O’nu tanıyamazsak veya anlayamazsak, Üçlübirliği veya benzer konuları anlamak veya anlatmak için sarfedeceğimiz çabalar boş olacaktır.


Ne var ki, Tanrı vahiy gönderip insanlara hem kendi varlığı, hem de kutsal isteği ve buyrukları konusunda seslenmiştir. Tanrı açıklamalarını anlaşılır bir dilde vermiştir:


...okuduğunuz zaman... anlayabilirsiniz” (İncil; Efesliler 3:4);


Okuyup anlayabileceğinizden başka bir şey yazmıyor...” (İncil; 2.Korintliler 1:13);


Vahiy’de (Kutsal Kitaplarda) Kendini anlattığına göre Tanrı, O’nu bilmemizi ve kısıtlı da olsa kavramamızı bekliyor:


Durun ve Allah olan beni bilin!” (Zebur; Mezmur 46:10).


Şimdi başta söylediğimiz gibi, Tanrı’nın özündeki Üçlübirlikli yapısını incelemeden “Tanrı’yı anlayabilir miyiz, bilebilir miyiz?” sorusuna cevap vermeliyiz. Buna, gerek Hıristiyan tanrıbilimciler, gerekse İslâm kelâmcıları asırlar boyunca kafa yormuşlardır. Ben bu soruyu, Kutsal Kitap’ın bu konuyu aydınlattığı sadelikle cevaplamak istiyorum:


  1. İnsan yaradılış aracılığıyla Tanrı’nın varlığını ve kudretini anlamaya başlıyor. Çünkü yaradılışta Yaradan’ın “izlerine” rastlıyoruz. Yani eseri aracılığıyla bu evrenin mimarının ne denli hikmetli, güçlü ve doğaüstü olduğunu anlıyoruz: “Dünyanın yaratılışından beri, Tanrı’nın görünmeyen nitelikleri, yani sonsuz gücü ve Tanrılığı, O’nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor” (İncil’den: Romalılar 1:20).


  1. Kutsal Kitap’ın her konuda verdiği bilgi, bize öğretilenleri anlamamız ve uygulamamız içindir: “Gizli şeyler Allahımızın Rab’bindir; fakat bu yasanın bütün sözlerini yapalım diye açığa çıkarılmış olan şeyler (yani gelen vahiyler) ebediyen bizimdir ve oğullarımızındır” (Tevrat; Yasanın Tekrarı 29:29). Tanrı’yı, Kendi kendisini, Kutsal Yazılar’da tanıttığı kadar öğrenebiliriz; ne daha az, ne daha fazla. Bu doğrultuda, sonsuz olan Tanrı’nın birçok niteliği (ezeliyeti, her yerde hazır nazır bulunuşu, her konudaki önbilgisi, vb.), insan aklını fazlasıyla aşıyor. Ama yine de mantığımız, mutlak ve sonsuz Varlık olan Tanrı’nın böyle olması gerektiğini onaylıyor. Üçlübirlik konusunda aynı şey söz konusudur: insan algısı için bir gizemdir; ama görüleceği gibi, insan mantığı ve sağduyusu için tam bir gerekliliktir. Önemli olan, Tanrı’nın bunu gizlemeyip açığa çıkarmış olmasıdır. Demek ki, bu gerçeğin bir gizem olarak kalmasını istemedi. İşte vahyin önemi budur.


  1. Tanrı’nın, O’nu doğru biçimde anlamamız için, Kendisi hakkında verdiği bilgi ile birlikte aklımızı ve ruhumuzu aydınlatması gerek: “Doğal haliyle kişi, Tanrı’nın Ruhuyla ilgili şeyleri kabul etmez. Çünkü bunlar ona saçma gelir. Ruhça anlaşıldıkları için de bunları anlayamaz. İnsanın düşüncelerini, insanın içinde olan kendi ruhundan başka kim bilir? Bunun gibi, Tanrı’nın düşüncelerini Tanrı’nın Ruhundan başkası bilemez. Tanrı’nın bize lütfettiklerini bilelim diye, Tanrı’dan gelen Ruh’u aldık” (İncil; 1. Korintliler 2:11-14).


  1. Son olarak, Kutsal Kitap’ın açık beyanı şudur: “Sonsuz yaşam, tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesih’i tanımalarıdır” (İncil; Yuhanna 17:3). İsa’yı olduğu gibi tanımadan, TEK TANRI’YI da tanıyamayız. Çünkü İsa Tanrı’nın canlı ve mükemmel tanıtımını yaptı; O yaşayan Vahiy’dir (daha ileride bunun detayını inceleyeceğiz). Nitekim Tanrı’yı Üçlübirlik olarak, yani Öz, Söz ve Ruh olarak (ya da Baba, Oğul ve Kutsal Ruh olarak) öğrenmeden, O’nu tanıdığımızı söyleyemeyiz; çünkü: “Oğul’u Baba’dan başka kimse tanımaz. Oğul’dan ve Oğul’un Baba’yı tanıtmayı dilediği kişilerden başkası da Baba’yı tanımaz” (İncil; Matta 11:27). “Ruh her şeyi, Tanrı’nın derin düşüncelerini bile araştırır. İnsanın düşüncelerini, insanın içinde olan kendi ruhundan başka kim bilir? Bunun gibi, Tanrı’nın düşüncelerini Tanrı’nın Ruhundan başkası bilemez” (İncil; 1.Korintliler 2:10,11).


Sonuç şu ki, Tanrı’yı öğrenmek istiyorsak, bundan daha önemlisi doğru ibadette bulunmak istiyorsak Üçlübirlik gerçeğini algılamak şarttır.


Öyleyse, Tanrı nasıl bir varlıktır? Yaradan, gücü her şeye yeten olduğunu ve bunun gibi bir çok mutlak niteliklere sahip olduğunu biliyoruz. Ama sorumuz şudur: Öz itibarıyla nasıl bir varlıktır?



Allah’ın Birliği


Kutsal Kitap’ta açıklanan inancın temel taşı, önce Allah’ın birliğidir:


Dinle, ey İsrail! Tanrımız RAB tek RAB'dir.Tanrınız RAB'bi bütün yüreğinizle, bütün canınızla, bütün gücünüzle seveceksiniz.”(Tevrat; Yasanın Tekrarı bölümü 6:4-5).


Benden başka tanrın olmayacak. "`Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın....(Tevrat; Yasanın Tekrarı 5:7-8; On Emir).


Bu gerçeği çarpıtan her öğretiş kati surette hoş görülemez. Çoktanrılılık, üç tanrılılık veya her nevi putperestlik, Kutsal Kitap’ta ağır bir şekilde kınanmaktadır. Üç tanrının üçlemeleri bir çok putperest dininde yaygın bir inançtı (Mezopotamya’da, Babil’de, Mısır’da...). Üçlübirlik üç tanrıdan söz etmez, Tanrı’nın tekliğini çarpıtmaz da. Aksine O’ndaki birlik anlayışını sağlamlaştırır, anlamamızı sağlar!


Bazılarının ileri sürdüğü gibi, Üçlübirlik inancı Roma putperestliğinin ve özellikle İmparator Konstantin’den gelen baskının sonucu olarak belirlenmedi. Tanrı’nın birliği konusu gibi, Üçlübirlik öğretisi de doğrudan doğruya Kutsal Kitap’ta görülür.


Tanrı’nın Kendisi hakkında verdiği ilk tanımlaması nedir? Eski zamanlarda bir zat kendi ismiyle tanımlanırdı. Bu nedenle Tanrı’nın ilk yazılı vahyinde (Tevrat’ta) Musa’ya açıkladığı kendi öz ismi her şeyden anlamlıdır.


Musa şöyle karşılık verdi: «İsraillilere gidip, ‘Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi’ dersem, ‘Adı nedir?’ diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?» Tanrı, «Ben Ben'im» dedi, «İsraillilere de ki, ‘Beni size Ben Ben'im diyen gönderdi’. …Atalarınızın Tanrısı,YEHOVA gönderdi.” (Tevrat; Çıkış 3:13-15).


Tanrı Musa’ya “BEN, BEN OLANIM” dedi. İbranicesi: “Ehyeh asher ehyeh”. Bu, Tanrı’nın sonsuz var oluşunun ilk ve en isabetli açıklamasıdır; İbranicede bu fiilin kipi ‘bitmeyen bir şimdi’yi ifade eder (yani zamansızlık veya sonsuzluk). Bu şekilde “BEN BEN’İM” ifadesi Allah’ın öz ismidir. 15. ayette “ehyeh” fiili isim olarak geçiyor: YHVH; yani Yahveh ya da Yehovah. Bu isim şu üç temel gerçeği kapsar:


a) Tanrı aşkındır, doğaötesidir.

b) Tanrı kendiliğinden vardır.

c) Tanrı değişmez.


YHVH ismi, kendiliğinden var olan ve hiç bir şeye muhtaç olmayan Tanrı’ya işaret ediyor (İslâm ilahiyatının kullandığı ifadeyle söyleyecek olursak: O, “Vücûduhu li zatihi” = “Varlığı Kendinden”dir). Yani yaradılışın tam zıttıdır. Her şeyi aşkın (transandantal) olan Tanrı’yı tanımlamak için kelâmcıların vardığı sonuç, Tanrı ta Musa zamanında kendini YHVH olarak açıklarken bildirilmişti!


Tanrı’nın birliği, sayısal bir birlikten çok, kendi içindeki tutarlılığın birliği ve değişmezliğidir. Tanrı’nın birliği bütün Kutsal Kitap boyunca (Tevrat, Zebur ve İncil) defalarca tekrarlanan ve değişmeyen gerçektir. Ama özü, bir sayıdan veya nesnesel bir “bir”likten çok daha yüce bir şeydir: Bir yumurta iki yumurta değildir. Ama bir yumurta bir taştan farklıdır. Taşın neresine bakarsan aynıdır; çünkü cansızdır. Yumurta ise, kabuk, akı ve sarısından oluşur. Üçlü oluşu sayısal birliğini bozmaz.


Allah’tan ve sıfatlarından söz ederken, O’nun Vücûdu (yani öz varlığı) ve Zatı (öz kişiliği veya karakteri) olmak üzere iki ayrı ana özellikler toplamını birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. İşte varlığı, demin sıraladığımız aşkın oluşu ve benzerleri ile birlikte her şeye kadir olması ve diğer yapısal sıfatları kapsıyor. Bunlar Allah’ın varlığı ile yetenekleri olarak beliriyor. Zatı ise, şahsi ve ahlaksal özellikleri ile ilgili olup merhamet, sevgi, doğruluk, kutsallık gibi kişisel nitelikleri kapsıyor. Bunlar, O’nun davranışları ve karakteri olarak beliriyor.



Allah’ın Zatı


Kutsal Kitap’ta Allah kendi özünü üç açıklama ile tanımlamaktadır:


Tanrı sevgidir” (İncil’den 1.Yuhanna 4:8,16),

Tanrı ışıktır” (İncil; 1.Yuhanna 4:5) ve

Tanrı ruhtur” (İncil; Yuhanna 4:24).


Bunlar, Tanrı’nın sahip olduğu sıfatlar değil, esas özünü oluşturan gerçeklerdir. Yalnız seviyor değil, SEVGİ’nin ta kendisidir. Yalnız aydınlatıyor değil, her anlayışın, paklığın ve gücün mutlak kaynağıdır: IŞIK’tır. O’nda karanlık yoktur. Bu nedenle Kendisinden hiç bir zararın veya kötülüğün gelmeyeceğini kesin bilebiliriz. O RUH’tur, yani etkindir. Her ne kadar hiç bir fiziksel yönü yoksa da, evreni var edip ona yaşam veren ve onu devam ettiren güçtür.


Dahası, insanın da, bedeniyle birlikte ruhsal bir yapısı vardır. Dolayısıyla insan ruhu, Ruh olan Tanrı’yla kesin bir iletişim ve ilişki kurabilir. Bu ilişkiye isterseniz ibadet diyebiliriz. Bu ibadet veya tapınış ruhta ve gerçektedir (İncil; Yuhanna 2:23-24). İşte bunları bilmek, Allah’ın basit bir sayısal birliğinden söz etmekten çok daha önemli değil mi? Aynı şekilde:


Orduların(meleklerin) Rab’bi kuddûstur, kuddûstur, kuddûstur; bütün dünya O’nun izzetiyle doludur...” (Tevrat: Yeşaya 6:3; Eski Çeviri).


Mutlak Birlik Olan’ın ahlaki yapısı üç kez kutsaldır! Her kötülüğün, ruhsal kirliliğin, yalanın vs. zıt ucu olması, yalın bir teklikten daha önemli olup insanoğlu için en büyük sığınaktır.


Bunların Üçlübirlikle ne ilgisi var?’ diyebilirsiniz. İlgisini önümüzdeki bölümde göreceğiz. Ama Tanrı’nın özüyle ilgili gerçeklerin, Tanrı’yı büyütecin altında soğuk bir incelemeye almamız için değil, her şeyden önce O’nu tanımamız ve tapınmamız için açıklanan gerçekler olduğunu unutmamızı istemiyorum. Tanrı üzerine düşüneceksek hedefimiz, O’nun nasıl olduğunu daha iyi anlayıp, O’na hayatımızın her alanında yer vermek olsun!


Tanrı’nın SEVGİ, IŞIK ve RUH oluşu ile KUTSAL, KUTSAL, KUTSAL olan karakteri ezelden ebede O’nun özü ve O’nunla olan ilişkimizin dayandığı temel olmalıdır. Dolayısıyla Tanrı’yı öğrenmeye çalışırken itirazcı bir tavırla değil sade bir yürekle yaklaşmalıyız.


İslâmiyet’in genel görüşü Allah’ın sıfatlarının, ancak sonradan tezahürlerdeki eserleri sayesinde anlaşılabildiğidir. Ayrıca hiç bir insanın da zekâsıyla ilahi sıfatın mahiyetini ve Allah’ın Zatı ile olan münasebetini idrak edemeyeceğidir. Bu görüşe göre Allah kendi varlığının mahiyetini Kutsal Kitaplarda açıklamamıştır. Ebu Bekir’in ünlü dizesine göre: “O’nun tam kavranılamayacağını kavramak, O’nu kavramaktır” (Devvani-Gelenbevi, İstanbul, 1316 c. 1 s.176-177).


Bu görüş Tanrı’nın hem kişisel niteliklerini, hem de yapısal sıfatlarını aynı görmekten ileri geliyor. Ne var ki, Tanrı’nın sıfatlarını tam kavrayamazsak da, kişiliğini bilebiliriz. Tanrı’nın bilgisine asla erişemem, ama O’nun sevgisini hem kavrayabilir hem de hissedebilirim. Bir örnek vereyim: babam cerrahtır; ben babamı tanırım, beni sevip sevmediğini, nasıl bir kişiliği olduğunu bilirim. Ama onu bu şekilde bilmem, tıp ile ilgili bütün bilgileri kavramamı gerektirmez. Aynen böyle Tanrı’nın Varlığını tam anlamazsak da, O’nun Zatı’nı anlayabiliriz.


Yani Tanrı’nın sonsuz varlığını biz, sonlu ve yaratılmış varlıklar olarak tam kavrayamayız ama sıfatlarının gerçeğini ve gerekliliğini anlayabiliriz (ezeli-ebedi, her şeye kadir, her şeyi bilen, her yerde hazır ve nazır oluşu vs.). O’nun karakterini ise (kutsallığı, doğruluğu, merhameti, sevgisi vs.), biz de kişiliğe sahip varlıklar olarak yalnız anlayabiliriz değil, Kendisine sevgi, doğruluk gibi aynı kişisel erdemler ile yaklaşabiliriz. İşte tanışıklığımız ve ibadetimiz böyle olmalı.


Yukarıda Tanrı’nın tekliğiyle ilgili olarak sıraladığımız gerçeklerin hemen hepsi bütün tektanrılı dinler tarafından kabul edilmektedir. Yine de aralarında karşıt tezleri savunuyormuşçasına hep bir düşmanlık oluşmuştur. Bunun nedeni sözünü ettiğim yanlış anlaşılmalardandır.


Dolayısıyla önce bu yanlışlıkları aydınlatalım.