6. Kutsal Ruh’un havarileri esinlendirmesi

Bu çalışmanın doruk noktasına geldik bile. Ama İncil kitabının oluşumuyla ilgili olarak açıklanacak birkaç şey kaldı.

Yaşayan İncil olan İsa hakkında gerçek bir bilgi edinmek istiyorsak, kitap olan İncil başvurabileceğimiz en güvenilir kaynaktır. Ama İsa, İncil’i gökten inen bir kitap olarak almadı. Esas İncil, “canlı bir kitap”tır: İsa’nın Kendisidir28. Yine de İncil ismini taşıyan ve İsa’yı tanıtan bir kitap vardır. İsa da bu kitabı yazmadı. Onu kaleme alan kişiler, İsa’nın bunun için tayin ettiği havarilerdir29. İncil yalnız ezberlenen ayetlerden oluşmuyor. Havarilerin görevi hafızdan öteye giden bir görevdi.

İsa göğe çıktıktan sonra kendi izleyicilerinin durumunu şansa bırakmadı, tam tersi sağlama aldı. O, Tanrı’nın sözünü, yani isteğini insanlara en açık şekilde bildirmeye gelmişti. Bunu hem yeryüzündeyken yapmıştı, hem de göğe yükseldikten sonra da yapılmasını sağlamıştı!

Peki, bunu nasıl sağlamıştı? Çok iyi bilindiği gibi, İsa on iki elçi (havariler) seçip buyruklarını onlara emanet etti(Elçilerin İşleri 1:1-2). Onları, dünyanın dört bir bucağında Mesih’in öğretişi, ölümü ve dirilişine çağlar boyunca tanıklar olmak üzere atadı. Bir de bu vazifeyi hatasız yerine getirebilmeleri için Kutsal Ruh’un onları denetleyeceğini garantiledi.

Ama Kutsal Ruh üzerinize inince güç alacaksınız. Kudüs’te, tüm Yahudiye ve Samiriye’de ve dünyanın dört bir bucağındatanıklarım olacaksınız”(Elçilerin İşleri 1:8).

Çünkü konuşacak olan siz olmayacaksınız. Babanızın Ruhu sizin aracılığınızla konuşacaktır” (Matta 10:20).

İsa, elçilerini, Tanrı halkının güvenebileceği “sarsılmaz temel” şeklinde tanımladı (Matta 16:18). Çünkü öğretişleri, Mesih İnancı’nın temelini oluşturacaktı.

Mesih İsa’nın kendisi köşe taşı olarak, elçilerle peygamberlerden oluşan temel üzerinde bina edildiniz.” (Efesliler 2:20)

İsa Mesih İnancı eski peygamberlerin ve kendi elçilerin yazılarına dayanmaktadır. Bu yüzdendir ki, İncil’de onlardan inanç temeli olarak söz ediliyor.

Tanrı Yuhanna’ya, sonsuzluktaki İnanlıların durumunu görkemli bir kentin görümü olarak gösterdi: “Kenti çevreleyen suların on iki temeli vardı. Bunların üzerinde Kuzu’nun (İsa’nın) on iki elçisinin adları yazılıydı” (Vahiy 21:14).

Havarilerin görevi o kadar önemlidir ki, onlarla ilgili başlıca olaylar eski peygamberlerce vahiyle önceden bildirilmişti! (Örneğin: Elçilerin işleri 1:15-20’e bakın). Bu on iki havari Tanrı’yı ve İsa’yı tam olarak açıklayan tanıklardır. Öyle ki onlar Kutsal Yazı’lara göre, Hüküm Günü’nde bazı konularda karar verecek olan jüri bile olacaklar:

imgİsa onlara ‘(…) sizler on iki tahta oturup İsrail’in on iki oymağını yargılayacaksınız’ dedi” (Matta 19:28).

Bu nedenle havariler İncil’i oluşturan bölümleri yazarken, keyiflerine göre davranmıyorlardı. İsa Müjdesi’ni kaleme almaları, Tanrı tarafından olağanüstü bir özenle hazırlanmıştı. Nitekim Tanrı, elçilerin alacakları esinle ilgili olarak önceden şöyle haber verdi:

“… ‘Yeni bir antlaşma yapacağım günler geliyor’ diyor Rab (…) ‘Yapacağım antlaşma şudur: yasalarımı onların zihnine işleyeceğim. Bunları yürekleri üzerine yazacağım’” (Yeremya 31:31,33).

Kutsal Kitap’ın, Tanrı’nın Yeni Antlaşma’yı gerçekleştiren İsa Mesih’e inananlarla kuracağı özel iletişimle ilgili bu alıntısı, elçilerin aldıkları esini de mükemmel bir şekilde örnekliyor: Tanrı şimdi sözünü sayfalara yazdırmıyor; önce havarilerin yüreğine yazıyor! Havariler de, Kutsal Ruh’un esinlemesi ve denetimi altında yazarak, tanık oldukları olaylar ve aldıkları esinlerle kendi anlayışlarını ve ifade tarzlarını birleştirerek Tanrı sözünü yazdılar! Bu nasıl olabilir?

Bir orkestrayı düşünelim. Orkestra şefi hem müziği bestelemiş hem de temsili yönetiyor. Ezgi, melodi… her şey kendisine aittir. Ama her çalgı aynı müziği kendine özgü bir şekilde seslendiriyor. Kemandan çıkan ses piyanodan çıkan sesle eşit değildir. Her müzisyen de parçayı kendisine özgü bir şekilde yorumluyor. Ama hepsi aynı parçayı çalıyorlar. Tek ve aynı besteciye ait müziği kendi sanatını birleştirerek seslendiriyorlar.

Kutsal Kitap’ın oluşumu aynen böyledir. İncil’de 9 değişik yazardan derlenen 27 bölüm var. Ama esas yazar Tanrı’dır. Onları Kutsal Ruh aracılığıyla yönetti. Baş yazar, diğer yazarların kendilerine özgü tarzı katmalarına izin verir. Ama yazı yine Kendisine aittir.

Aynı gerçeği televizyon örneğiyle aydınlatabiliriz: İsa Mesih’in yeryüzündeki hali canlı yayın sayılabilir. İncil kitap olarak, video kaseti sayılır. Çekimin yönetmeni (Kutsal Ruh), birkaç kameraman kullanıyor (birçok tanığın bakış açısı). İsa Mesih yaklaşık 2000 yıl önce göğe alındı. Bedenen aramızda değildir. Elimizde O’nunla ilgili yazılı kayıtlar kaldı: bunlar İncil kitabını oluşturuyorlar. Yeryüzüne ikinci gelişine dek “canlı yayın” olmayacak. Fakat yaşayan Sözle bağlantı kesilmedi.

İşte, Rab bu sefer yalnız ‘kulağa’ hitap etmiyor. Yani sırf işitip ya da okuyup düşünmeden uyulacak emirler vermiyor. Elçilerin aracılığıyla anlayış gücümüze hitap ediyor. Onları bir hoparlör gibi kullanmıyor. Onlar, öğretmenin dersini iyi kavramış olan birer öğrencidir. Bu yüzden bize öğrettiklerinde büyük bir başarı gösterirler. Tam bir içtenlik ve açıklıkla, bu pratik durumlarda Rab’bin elçisi şöyle der:

Şunu buyuruyorum, daha doğrusu Rab buyuruyor”, ya da: “Ben böyle düşünüyorum ve sanırım bende de Tanrı’nın Ruh’u vardır” (1.Korintliler 7:10, 25, 40).

Pavlus yazarken, bunların Tanrı’nın, Kutsal Ruh’un aracılığıyla verdiği buyruklar olduğundan yüzde yüz emindi. Bunu kesin biliyoruz çünkü havariler, Tanrı sözünü duyurma görevini öylesine ciddiye alıyorlardı ki, şöyle bir ayete de rastlıyoruz:

(başka bir konuya)… gelince, Rab’den onlarla ilgili bir buyruk almış değilim”(1.Korintliler 7:25).

Pavlus bu ayetin Rab’bin buyruğu olmadığını özenle belirtiyor. Kutsal Ruh bu sefer diğer ayetlerin vahiy oluşunu pekiştirmek için Pavlus’u, Rab’bin buyruğu olmadığına dair bu ayeti de yazması için esinlendirdi. Demek ki, Tanrı’nın buyruğu olmadığı taktirde hemen belirtiyorlarmış. Çünkü Tanrı sözüne saygıları sonsuzdu. Öyle ki, Mesih gerçeğini savunmak canlarına bile mal olmuş! Bunu hiç unutmayalım. Kimse bir yalan uğruna bile bile canını feda etmez! Kaldı ki, Havariler bütün semavi kitaplarca “Tanrı’nın yardımcıları” olarak nitelendirilir; yani Tanrı’nın güvenilir görevlileridir.

Diyeceksiniz ki: “Onun düşüncesiyse, Rab’bin düşüncesi olamaz”. Mantıklı görünüyor olabilir. Ama bizim mantığımızdır, Rab’bin mantığı değildir. Rab, düşüncelerimi “onların zihnine işleyeceğim’ diyor ya! Düşünceler sözcüklerden oluşursa da, sözcükler tek başına bir şey ifade etmezler. Önemli olan, düşünceye tam bir açıklık getirmeleridir. Bunu neden mi söylüyorum? Çünkü Kutsal Ruh’un elçilere öğrettiği, hem sözcükler, hem de “ruhsal gerçekler” diye nitelendirdiği kavramlardır(bkz. 1.Korintliler 2:13). Bunları yanlışlık olmadan her kelimesini denetleyerek yazdırıyordu. Bir sınavda en yüksek not alan kişinin, öğretmenin sözlerini papağan gibi tekrarlayan değil, dersin kavramlarını mükemmel biçimde aydınlatan kişi olduğu gibi.

Ne var ki, elçiler hem Kutsal Ruh’un öğrettiği sözlerle İncil’i duyuruyorlardı, hem de Tanrı Sözü olan Mesih’in düşüncesine sahiplerdi. Onlar, annesinin rahminde İsa’ya Tanrı Sözü’nü yükleyen aynı Kutsal Ruh’u kalplerinde almışlardı. Dolayısıyla bu gibi durumlarda düşünceleri Rab’bin düşünceleriydi. Ya da daha doğrusu, Rab’bin düşüncesi, gözle görülmez, kulakla işitilmez, doğal mantığın gücüyle anlaşılmaz, ancak Ruh’un sayesinde kavranan düşüncedir ve onların zihinlerini tamamen işgal ediyordu:

Yazılmış olduğu gibi,

Tanrı’nın, kendisini sevenler için

hazırladıklarını

hiçbir göz görmemiş,

hiçbir kulak işitmemiş,

hiçbir insan yüreği kavramamıştır.’

Oysa Tanrı bunları bize Ruh aracılığıyla açıkladı. Ruh her şeyi, Tanrı’nın derin düşüncelerini bile araştırır. İnsanın düşüncelerini, insanın içinde olan kendi ruhundan başka kim bilir? Bunun gibi, Tanrı’nın düşüncelerini Tanrı’nın Ruhundan başkası bilemez. Tanrı’nın bize lütfettiklerini bilelim diye, bu dünyanın ruhunu değil, Tanrı’dan gelen Ruh’u aldık. Ruhsal olanlara ruhsal gerçekleri açıklarken, Tanrı’nın lütfettiklerini insan bilgeliğinin öğrettiği sözlere değil, Ruh’un öğrettiği sözlerle bildiririz.(…) biz Mesih’in düşüncesine sahibiz(1.Korintliler 2:9-13, 16).

Yoksa İsa’nın kendisi, havarilere verdiği söze göre, aynen böyle olacağını önceden söylememiş miydi?

Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince (…) [Tanrı’dan] işittiklerini söyleyecek(…) Benim olandan alacak ve size bildirecek…(Yuhanna 16:13, 15).

Tabii, bunu kabul edebilmek demek, Kendisinin yarattığı doğal düzeni aşabilen bir Tanrı’ya iman edebilmek demektir. Bu da insan ölçülerindeki uydurma din kalıplarını Tanrı’ya mal etmemeyi gerektiriyor. Çünkü Rab Allah, Kendisini, istediği zaman insanla işbirliği yapmaya tabi kılıyor: “Rab de Musa’nın sözüne göre yaptı”(Çıkış 8:13).

Yoksa istediği her neyse, onu yapmakta özgür değil mi? Yoksa Musa’ya olayları kendi sözleriyle yazdıran ve bu doğrultuda emir veren Rab değil miydi? Yoksa kör olan kişi renkleri görmediği için renk diye bir şey yok mu diyeceğiz?

O zamanlarda bile, Tanrı’nın bu açıklama yolunu çarpıtmak isteyenlere yönelik, işte İncil yazılarıyla ve özellikle İncil’in bir bölümü olan Pavlus’un Mektuplarıyla ilgili elçilerin elçisi Petrus’un cevabı şuydu:

Pavlus’un (…)mektuplarını (…) bilgisiz kişiler, diğer Kutsal Yazıları olduğu gibi bunları [anlamını] da çarpıtarak kendi yıkımlarını hazırlıyorlar.”(2.Petrus 3:16,17)

Unutmayalım onlara İncil’i yazdıran, esas etken Kutsal Ruh’tu:

Hiçbir peygamberlik sözü insan istediğinden kaynaklanmadı. Onlar Kutsal Ruh’ça yönetilerek Tanrı’nın sözlerini ilettiler.”(2.Petrus 1:21)

Türkçe’de “esin” kelimesinin kökü “esmek” fiilidir. “Ruh” kelimesi Arapça’dır ve aynı kökten olan İbranicesi’ne (“Ruah”) çok yakındır. “Ruah” kelimesi, “ruh” veya “rüzgar” demektir. “Ruh” kelimesinin Grekçesi “pneuma”dır ve anlamı aynı şekilde de “rüzgar” olabilir. 2.Petrus 1:21’in resmettiği sahne, bir geminin yelkenlerini geren rüzgardır. Kutsal Ruh peygamberler ve havariler üzerine esiyor ve onları istediği hedefe yöneltiyordu. Fakat geminin, dümeniyle yönlendirdiği gibi, İncil’in yazarları esin alırken kendi akıllarını ve ifade tarzlarını da kullandılar. Rüzgar istediği yöne esip gemiyi istediği yöne sürüklüyor; kaptan da bu yöne doğru, gemiye istediği rotayı izletiyor. Bu şekilde 1.Petrus 1:21’deki resimde vahiy almada, rüzgarın (Kutsal Ruh’un) olduğu kadar, dümenin (havarilerin) de payı vardır.

Vahiy’e neden olan Tanrı’dır, çünkü “insan isteğinden kaynaklanmıyordu”. Ortaya çıkan sonuç Kutsal Ruh’undur, çünkü “Kutsal Ruh yönetiliyordu”. Fakat bu sürecin içerisinde İncil’in yazarları da cansız bir kalem, kukla görevini yapmadılar. Tanrısal esinle algılayışlarını, akıllarını ve ifade tarzlarını birleştirerek yazdılar. Bu açıdan, örneğin yukarıda ki ayet, hem Petrus’un sözleridir, hem de Tanrı’nın Sözü’dür diyebiliriz! Yine doğal düzeni aşan Tanrı’nın işleyişiyle karşı karşıyayız. Bu nedenle mantığımızın zorlanmasına şaşmamalıyız. Aksine Tanrı’nın insana insan sözleriyle ve kalemiyle seslenmek istemesine şükretmeliyiz! Çünkü O, Kendisini anlamamızı istiyor:

Okuyup anlayabileceğinizdenbaşka bir şey yazmıyoruz”(2.Korintliler 1:13).

Bu mektubu okuduğunuz zaman Mesih sırrını nasıl kavradığımı anlayabilirsiniz(Efesliler 3:4).