ÖNSÖZ

Hıristiyan olmam nedeniyle on dört yıldan fazla bir süreyi farklı cezaevlerinde geçiren Luteryen bir rahibim. Fakat bu kitabı yazmanedenim başlı başına bu değil. Haksız nedenlerle hapsedilmiş olan bir insanın çektiği sıkıntıları dile getirmek ya da kaleme almak zorunda olduğu düşüncesini oldum olasıya sevmedim. “Güneşin Kenti” adlı büyükyapıtın yazarı Campanella, yirmi yedi yıl cezaevinde tutulmuştu. Buna rağmen işkence görmüş olduğunu ve kırk saat süreyle demir çivili bir yatakta yatırıldığını kendi kaleminden değil, ortaçağ biyografi yazarlarından öğreniyoruz.

Cezaevinde geçirdiğim yıllar bana çok uzun gelmedi. Çünkü hücrede yalnız başıma, inanç ve sevginin ötesinde, dünyada başka hiçbir şeye benzemeyen olağanüstü bir coşkunun –Tanrı’dan zevk almanın– var olduğunu keşfettim. Cezaevinden çıktığım zaman kendimi, bir dağınüzerinden çevresindeki ufka doğru uzanan esenliği ve güzellikleri seyrettikten sonra, aşağıya düzlüğe inmiş bir insan gibi hissettim.

Öncelikle iki yıl önce neden Batı’ya geldiğimi açıklamalıyım. 1964 yılında binlerce siyasi ve dini mahkûmla birlikte serbest bırakılmamın nedeni, Romanya Halk Cumhuriyeti’nin Batı’ya karşı daha “dostane” bir yaklaşım benimsemiş olmasıdır. Romanya’da ülkenin en küçük kilise bölgesine tayin edilmiştim. Kilise cemaatim sadece otuz beş imanlıdan oluşuyordu. Bana cemaatin bir kişi daha artması durumunda başımın derde gireceği bildirilmişti. Oysa benim söyleyeceğim çok şey vebunları dinlemek isteyen pek çok da insan vardı. Gizlice köy ve kasabaları ziyaret edip vaazlar verdim. Gizli Polis, bölgelerinde bir yabancının olduğu haberini almadan önce bölgeyi hızlı bir şekilde terk etmekzorunda kalıyordum. Bu duruma da bir son verilmesi gerekiyordu. Devlet, bana yardım eden rahipleri görevlerinden alıyordu. Görevimi sürdürmem, yeni tutuklamalara ve işkence altında alınacak itiraflara neden olabilirdi. Hizmet etmek istediğim kişiler için bir yük ve bir tehlike oluşturmaktaydım.

Dostlarım ülkeyi terk etmem için beni teşvik etti. Böylelikle yeraltı kiliseleri için Batı’da çalışmalar yapabilir, onlar için konuşabilirdim. Batılı kilise temsilcilerinin beyanatlarından, onların Komünist rejimlerde inançları nedeniyle zulüm gören insanların gerçeğini bilmedikleriya da bilmek istemedikleri çok açıkça anlaşılıyordu. Avrupalı ve Amerikalı dini delegeler ülkemize dostluk ziyaretleri yapıyor, bizi sorgulayan ve zulmedenlerle birlikte resmi davetlere katılıyorlardı. Onlara bunun nedenini sorduğumuzda, “Hıristiyan olarak, herkesle, hatta Komünistler’le bile dost olmamız gerektiğini biliyorsunuz” yanıtını alıyorduk. O zaman neden zulüm görmüş ve acı çekmiş olan kişilere de dostane davranmıyorlardı? Neden cezaevinde ya da işkence altında yaşamını yitiren rahipler ve din adamları konusunda tek bir soru bile yöneltmiyorlardı? Ya da, neden bu kişilerin geride bıraktığı aileleri içinmaddi yardımda bulunmuyorlardı?

Anglikan Kilisesi Başpiskoposu Dr. Ramsey, 1965 yılında Romanya’yı ziyaret etti ve dini bir ayine katıldı. Dr. Ramsey kilisedeki cemaatin –buna benzer her törende yer alan– resmi görevliler, gizli polisler ve onların eşlerinden oluşan aynı izleyici topluluğu olduğunu bilmiyordu. Aynı grup, ülkeye resmi ziyarette bulunan hahamların, müftülerin, piskoposların ve Vaftizciler’in konuşmalarında da hazır bulunmuştu. Resmi konuklar kendi ülkelerine döndükten sonra yazdıkları yazılarda Romanya’daki özgürlüğü onaylayan yorumlara yer veriyordu.İngiliz bir tanrıbilimci, Mesih’in, Komünist cezaevi sistemini takdir edebileceğini beyan eden bir kitap yazmıştı.

Bu arada vaizlik yetkim iptal edildi. İsmim kara listeye alındı; artık sürekli olarak izleniyordum. Tehlikeyi önemsemeyen dostlarımın evinde hâlâ ara sıra vaaz etmeye devam ediyordum. Bu nedenle, Batı’yagidişim konusunda gizli görüşmelerim başladıktan sonra, tanımadığım bir kişinin beni davet etmesine fazla şaşırmadım. Bu kişi bana evinin adresini verdi, ancak ismini söylemedi. Evine gittiğimde tek başına benibekliyordu.

Bana, “Size bir yardımda bulunmak istiyorum” dedi. KarşımdakininGizli Polis görevlisi olduğunu hemen anladım. “Bir dostum bana sizin için gönderilmiş olan dolarların alınmış olduğunu bildirdi. Belki de, ülkeyi hemen terk etmek istersiniz. Ancak dostum kaygı duyuyor. Görüşlerinizi açıkça ifade eden bir insansınız, üstelik cezaevinden daha yeni çıktınız. Onlar, bir süre için ülkede kalmanızın ya da aile bireylerinizden birinin olumlu davranışlarınızı temin etmek üzere geride kalmasının daha iyi olacağını düşünüyorlar. Serbest bırakılmanız elbette koşulsuz olacak…”

Ona hiçbir garanti vermedim. Dolarlar ellerindeydi ve bu yeterliydi.Batılı Hıristiyan kuruluşları benim için 2.500 Sterlin fidye ödemişlerdi.Vatandaşlarını satmak Halk Cumhuriyeti’ne döviz girdisi sağlıyor ve bütçeyi destekliyordu. Bir Rumen şakasında “Alıcısı çıksaydı, başbakanı bile satardık” denir. Yahudiler, kişi başına 1.000 Sterlin’e İsrail’e satılıyordu. Alman azınlıkları Almanya’ya, Ermeniler ise Amerika’ya satılıyordu. Bilim adamları, doktor ve profesörlerin maliyeti kişi başına 5.000 Sterlin’di.

Bu olayın ardından polis merkezine çağrıldım. Bir görevli bana, “Pasaportunuz hazır. İstediğiniz zaman, istediğiniz yere gidebilir; istediklerinizi vaaz edebilirsiniz. Fakat aleyhimizde konuşmamalısınız. Vaazlarınız İncil’le sınırlı kalmalı. Aksi takdirde sonsuza dek susturulursunuz. Bu işi 1.000 dolara yapacak birisini bulabiliriz ya da diğer vatan hainlerine yaptığımız gibi sizi de ülkeye geri getirebiliriz. Para yada cinsellik konusunda kişiliğinize yönelik bir skandal çıkararak Batı’daki itibarınızı tümüyle yok edebiliriz” dedi. Koşulsuz serbest bırakılmam işte buydu.

Batı’ya geldim. Doktorlar tarafından sağlık kontrolüm yapıldı. Bir doktor bana, “Eleğe dönmüşsünüz” dedi. Kemiklerimin kendi kendine iyileştiğine ve tüberkülozumun tıbbi destek almadan geçmiş olduğuna inanamıyordu. “Sizi iyileştirenin ne olduğunu bana sormayın. O soruyu, benim inanmadığım, ama sizi hayatta tutmuş Olan’a sorunuz” dedi.

Yeraltı kilisesi için yeni rahiplik görevime başladım. Norveç’teki İskandinav Misyonu’ndaki dostlarımı ziyaret ettim. Oradaki vaazım sırasında önde oturan bir kadın birden ağlamaya başladı. Konuşmam bitince bana, tutuklanma haberimi yıllar önce okuduğunu ve o günden beri benim için dua etmekte olduğunu söyledi. “Bugün kiliseye gelirken kimin vaaz edeceğini bilmiyordum. Sizi dinledikçe kim olduğunuzuanladım ve ağlamaya başladım.” Binlerce imanlının benim için dua etmiş olduğunu ve hâlâ Komünist cezaevlerinde tutulanlar için her gün dua etmekte olduklarını öğrendim. Hiç tanımadığım çocuklar bana gönderdikleri mektuplarda, “Lütfen bizim kasabaya gelir misiniz? Sizin için ettiğimiz dualar yanıtlandı” diye yazıyorlardı.

Avrupa ve Amerika’daki kiliselerde ve üniversitelerde yaptığımkonuşmalarda, insanların çoğu kez sözlerimden derinden etkilenmelerine rağmen, bir tehlikenin onları gerçekten tehdit ettiğine inanmadıklarını gördüm.

Hepsi de, “Buradaki Komünizm farklı olur” diyordu. “Bizim Komünistlerimiz sayıca az ve zararsızdır.” Bizler de bir zamanlar, Parti daha küçükken, Romanya’da böyle düşünmüştük. Dünya, uygun zamanı bekleyen, küçük Komünist partileriyle doludur. Kaplan yavruykenonunla oynayabilirsiniz; büyüdüğünde ise sizi parçalayıp yutabilir.

Tanıştığım Batılı kilise önderleri, konuşmalarımda İncil’i vaaz etmemi ve Komünizm’e saldırmaktan kaçınmamı öğütlediler. Bükreş Gizli Polisi de aynı öğüdü vermişti. Fakat eğriye, doğru diyemem. İsa Mesih, Dağdaki Vaazı’ndan ötürü değil, Ferisiler’e “ey engerekler soyu” dediği için çarmıha gerildi.

Komünizm’i, Komünistler’i sevdiğimden ötürü kınıyorum. Ziragünahtan nefret edip, günahkârı sevebiliriz. Hıristiyanlar’ın Komünistler’in ruhlarını kazanmak gibi bir görevleri vardır. Eğer bunu başaramazsak, onlar Batı’yı istila edecekler ve burada, aramızdaki Hıristiyanlık’ı da kökünden sökecekler. Kızıl yöneticiler aslında mutsuz ve biçare insanlardır. Onlar da kurtulabilirler. Tanrı bunu onların arasına birisini göndermek suretiyle gerçekleştirir. Tanrı, İsrail halkını Mısırdan çıkarmak için yol göstermek üzere Musa’yı gönderdi. Bu yüzden bizler de, sanat, bilim ve siyaset gibi her alanda öncülük eden etkin Komünistler’i Tanrı’ya kazandırmak için çalışmalıyız. Demir Perde gerisinde yaşayanların zihinlerini kalıba sokan kişileri kazanırsak, onların önderlik ettiği ve etkiledikleri insanlar da kazanılmış olur.

Hıristiyanlar’ın en büyük kitlesel katilinin tek kızı olan ve son derece katı bir Komünist disipliniyle yetiştirilen Svetlana Stalin’in iman etmesi, Komünizm’e karşı atom bombasından daha etkin bir silahın –yani Mesih sevgisinin– varlığını kanıtlar.

Rıchard Wurmbrand