Beşinci Söz

Daha sonra İsa, her şeyin artık tamamlandığını bilerek Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için, ‘Susadım!’ dedi. Orada ekşi şarapla dolu bir kap vardı. Şaraba batırılmış bir süngeri mercanköşk dalına takarak O’nun ağzına uzattılar” (Yuhanna 19:28-29).

İsa’nın çarmıhta çektiği zorluklar O’nu fiziksel olarak epeyi yıpratmış olmalıydı. Bir sürü acı çekti: Aşağılandı, dayak yedi, işkence gördü, uykusuz kaldı, çırılçıplak bırakıldı. Ve sonunda çarmıha çivilendi. İsa Mesih çarmıhtayken çektiği acının doruğu, “Tanrım! Tanrım! Beni neden yalnız bıraktın” dediği zamandı. Tanrı’nın Ruhu, İsa’dan ayrıldı. Bütün dünyanın günahı İsa’nın bedeninde yargılandı. Bu acıların sonunda, okumayı sürdürdüğümüz noktada, İsa’nın ‘susadım’ dediğini görüyoruz.

Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için” diye bir ifade var. İsa, Kutsal Yazı yerine gelsin diye böyle söyledi anlamında. İsa’nın “Kutsal Yazı’ya uygun olarak yeteri kadar acı çektim, burada susadım demem gerekiyor” dediğini sanmıyoruz. İsa Mesih’in çektiği sıkıntılara ilişkin birçok ipucunun daha önce yazılmış olan peygamberlik sözlerinde bulunduğunu biliyoruz. 22. Mezmur’u anımsayın: “Gücüm çömlek parçası gibi kurudu, dilim damağıma yapışıyor; beni ölüm toprağına yatırdın” (Mezmur 22:15). Rab’bin ağzının kuruyup susayacağını Davut’un mezmurunda okuyoruz. Başka bir ayette daha doğrudan söylüyor: “Sirke içirdiler susadığımda” (Mezmur 69:21).

İsa’ya daha önce de mürle karışık şarap teklif edildiği İncil’de yazılıdır (Markos 15:23). İsa o zaman mürle karışık şarabı kabul etmemişti. Zihninin bulanmasını istememiş olsa gerek. Mürle karıştırılmış şarabı içerse daha az acı çekecek, acı çekme süreci bulanıklaşacak, silikleşecekti. İsa, bir tür ağrı kesici olan bu karışımı istememişti. Karşılaştığı acının bütünüyle farkındaydı. Bu, O’nun bilinçli bir seçimiydi.

Çekeceği acıların sonuna gelindiğinde ise, ‘Susadım’ dedi. İsa’ya ekşi şarap verdiler, O da dudaklarını ıslattı. Ekşi şarabın ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Çarmıhın dibinde infazla görevli kişiler, askerler bulunuyordu. Onların yanında da küçük fıçılar ya da toprak testilerde su ve şarap olurmuş; kendi kullanımları ya da öldürecekleri kişilere vermek üzere bulundururlarmış.

Durumu gözümde canlandırmaya çalıştım: Çok da yüksek olmayan bir tahta haçın dibinde duran iki-üç görevli az önce İsa’dan aldıkları giysi parçaları yanlarında duruyorlar. Belki bir taşın üzerine oturmuş ya da ayakta sohbet ederek kurbanlarının ölmesini bekliyorlar. Yanlarında zamanı kolayca geçirmek için içi ucuz şarap dolu testiler, bir sünger ve bir mercanköşk dalı var…

Mercanköşk dalı celladın elinde Yaratıcısı’nın kurumuş dudaklarına uzandı. Çöle düşen bir damla gibi İsa’nın dudaklarına kısa bir ferahlık sağladı. Birlikte düşünelim; bu sirkeleşmiş şarap İsa’ya nasıl bir duygu vermiştir acaba? O kadar acıdan geçtikten sonra, ellerinizi ayaklarınızı oynatamadığınız haldeyken, ıslak bir sünger ağzınızın üzerine sürülüyor. Önce dudaklarınız ıslanıyor birazcık, yetmiyor. Birazcık daha ağzınızı ıslatmak istiyorsunuz, hafifçe boynunuzu uzatarak. Çeneniz, yanaklarınız sirkeleşmiş şaraba bulanıyor. Bir anlık ferahlık! Karanlığın içinde bir fırça darbesi... Bordo rengi bir fırça darbesi! Buruk bir tat geliyor, acının içinde…

Yoğun acı insanın algısını dağıtır. Yaşadığı acının İsa’nın bedenine ağır bir darbe vurduğunu anlayabiliyorum. Ama İsa’nın ne hissettiğini anlamaktan acizim. Şarabın orada bulunması bir rastlantı değildi.

Resimlerden söz ediyorum. Aklımda bir başka resim daha var. İsa Mesih, Getsemani Bahçesi’nde duruyor. Dua etmek için oraya gitmişti. Öğrencilerini bir kenara bıraktıktan sonra olanları şöyle okuyoruz: “Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. ‘Mümkünse o saati yaşamayayım’ dedi. ‘Abba, Baba, senin için her şey mümkün, bu kâseyi benden uzaklaştır. Ama benim değil, senin istediğin olsun’” (Markos 14:35-36).

Susadım” dediği zaman, aslında İsa Mesih acı kâsesinin son yudumlarına uzanıyordu. Çarmıhta geçirdiği süre, içmekte olduğu kâsenin son yudumlarıydı. Acı kadehinin dibinde kalan tortuda sirkeleşmiş şarabın tadı vardı. “Susadım” dediğinde hâlâ acı çekiyordu ve hâlâ çarmıhtaydı.

O acının içinde İsa’nın yüreğinden, zihninden geçenler acıyla ilgili olmalıydı. Yalnızca çarmıha asılmış olmasının fiziksel acısı değil, çarmıhta tamamladığı görevin, günahların bedeli olan ölümü tatmasının verdiği acıyı da hissediyordu. Ama artık son yudumu içme zamanı gelmişti. Ve o sirkeleşmiş şarabı içti. “Susadım” diyerek içti. Hem acının son yudumuydu bu, hem de bizim günahla yaptıklarımızın, günahın bizde yaptıklarının bir sonucuydu. Günah bizim hayatımızda da susuzluk yaratır; susarız…

Söz konusu olan günah, sadece benim işlediğim günahlar değildir. İsa’ya iman eden bizler eğer günahımızı itiraf edersek, hemen her şeyin çözüldüğünü görüyoruz. Bağışlanıyoruz! Ama eğer günahın içinde sistemli bir şekilde kalıyorsak, eğer Tanrı’nın bizi özgürleştirmesine fırsat vermeden günahın etkisinde yaşıyorsak, sonunda hayatımız kuraklaşıyor.

İsa Mesih gibi çarmıhta değiliz. Haşa! Bunu demek istemiyorum. Ama günahla yaşadığımızda İsa’nın çarmıhta günahtan dolayı çektiği acının bir minyatürünü kendi hayatımızda görüyoruz. Günah bize sıkıntı verir; yani yıkıcı etki yaratır, köleleştirir, korkutur, kör eder ve Tanrı’dan uzaklaştırır. Başka bir deyişle ruhsal ölüm getirir. Günahın bizim hayatımızdaki etkisine izin vermemeliyiz. Bir başkasının günahının baskısı altında kalırsam da bana aynı şeyler oluyor. Gazetede geçenlerde 17 aylık bir çocuğa tecavüz eden adamlar hakkında okudum. Televizyonda da olayla ilgili görüntüler vardı, ama seyredemedim. Bununla ilgili hiçbir şey duymak istemiyorum. O olayla ilgili hiçbir şey duymak ya da görmek istemiyorum. Ama böyle bir şeyin olması bile benim hayatımda küçük de olsa etki yaratıyor. Bu insanların günahları bile, benim Tanrı’yla olan ilişkilerimde bir düzensizliğe yol açar. Günahlı ilişkiler de insanlarda ruhsal açıdan ölümcül bir etki bırakır; Tanrı’dan koparlar (Yakup 1:14-17). Ya da bir düşünün, bir başkasının doğrudan bana karşı işlediği günahlar bende neler yapabilir? Bana karşı işlenen günahın büyüklüğü ve benim bu günahla başa çıkmaktaki olgunluğum, söz konusu günahın benim yaşamımdaki etkisini belirler.

Bazen karşılaştığımız günah bizim başa çıkabileceğimizden büyük olur. Davranışlarımızda günahın olumsuz etkisi de görülmeye başlanır. Yalnızlık, acı, yorgunluk, çöküntü, çaresizlik hissederiz. Tatminsizliğimiz artar; yaşama karşı susuzluk hissederiz. Sorumlular ararız. “Neden kimse beni anlamıyor? Neden beni düşünmüyorlar?” deriz. Günah hayatımıza susuzluk getirir. Hayatın haksızlığını, ölümün dünyaya getirdiği susuzluğu artarak hissediyoruz. Çareyi susuzluğu giderebilecek bir yerde aramalıyız.

İlk resim İsa’nın Getsemani Bahçesi’nde kâseyiuzaklaştırmak istemesinin resmiydi. Biz artık acıyı, susuzluğu yaşamak istemiyoruz. Günahın bana ve çevremdekilere yaptıklarından özgür olmak istiyorum. İnsanların kiliseye gelip “Çaresizim, çözümsüzüm, günah işliyorum, bana karşı günah işliyorlar” demelerini artık duymak istemiyorum. Çünkü bunları duydukça benim de tanrısal olana karşı susuzluğum artıyor.

İkinci bir resme ihtiyaç duyuyorum: İsa bir kuyunun başında Samiriyeli bir kadınla konuşuyor. Kutsal Kitap’ta şöyle okuyoruz: “Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, ‘Bana su ver, içeyim’ dedi. İsa’nın öğrencileri yiyecek satın almak için kente gitmişlerdi. Samiriyeli kadın, ‘Sen Yahudisin, bense Samiriyeli bir kadınım’ dedi, ‘Nasıl olur da benden su istersin?’ Çünkü Yahudiler’in Samiriyeliler’le ilişkileri yoktur.” Sonra İsa devam ediyor: “Bu sudan her içen yine susayacak. Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak” (Yuhanna 4:7-10,13).

Kuyunun başında günahlı bir kadın var. İsa oraya yaklaştığında bu kadının günahının boyutunun farkında… Konuşmanın devamından bunu anlıyoruz. Yine de kadından su istiyor. Samiriyeli kadın, “Bu adam benden nasıl su ister?” diye düşünüyor. Kadın İsa’nın kim olduğunu bilmiyor, ama İsa’nın gözlerinde kadının ihtiyacı apaçık. Diyor ki: “‘Bana su ver, içeyim’ diyenin kim olduğunu bilseydin, sen O’ndan dilerdin, O da sana yaşam suyunu verirdi. Bu sudan her içen yine susayacak. Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak” (Yuhanna 4:10, 13-14).

Eğer susamak istemiyorsanız, İsa’nın verdiği suyu içmelisiniz. Özgür olmak istiyorsanız, İsa’ya “bana su ver” demeniz gerekir. “Kutsal Ruh’un bende yaşasın. Ben artık yalnızlık ve acı karşısında ezilmek istemiyorum. Beni bağışla, beni arıt, beni yalnızlıktan ve susuzluktan arındır ve benim hayatımı tatmin edecek olan suyunu dök” demek gerek. “Seni istiyorum. Gel, benim hayatımı değiştir” demeliyiz. Çarmıhta günahların bedelini öderken su isteyen Kişi, kuyunun başında günahlıya su ikram eden Kişi’dir. Eğer sen de İsa Mesih’ten o suyu istersen, asla susamayacaksın.

Okuyucularımız arasından Hristiyan olanlardan bazıları şöyle düşünebilir: “Ama ben susuyorum. İsa Mesih’e iman ediyorum. İsa Mesih’ten suyu istedim, içimde İsa Mesih’in Kutsal Ruh’u var. Ama ben hâlâ susuzluk hissediyorum. Burada bir çelişki yok mu?” Hayır, sevgili kardeşim çelişki yok! Tanrı’yla birlikte yaşamanıza karşın bu dünyadan ayrılmış değilsiniz. Bu dünyanın kuralları bizi hâlâ etkiliyor. Hâlâ günahkârım, hâlâ kısıtlıyım, hâlâ insanlar bana karşı günah işliyorlar. Dünyada hâlâ zulüm var, ölüm var, acı var. Biz hâlâ acı çekiyoruz. Susuzluk çekiyoruz. Tanrı’nın bana sunduğu şeyi, bütün potansiyeliyle hayatımda tam olarak yaşayamıyorum. Günah işlediğim zaman Tanrı’yla ilişkimi bozmuş oluyorum. Tanrı’yı günahlarımla ne kadar küçük görürsem, yaşamımdaki etkisini de o denli küçültüyorum. Tanrı’yı hayatımda ne kadar yüceltirsem, bendeki etkinliğine de o denli büyük ölçüde olanak tanımış oluyorum. Benim ruhumun topraklarının çatlayışı, Tanrı yolunda yürümediğim her adımda artıyor. İsa Mesih’e iman etmiş biri olarak, gereksiz yere bu eksikliği hâlâ çekiyorum. Ama bundan özgür olabilirim!

İsa’ya çarmıhta sirke sundular. Susamıştı! Acıdan, günahtan ötürü susamıştı. İsa’ya sirke sundular; O’na sundukları sirkenin İsa’nın susuzluğunu gidermiş olabileceğini mi düşünüyorsunuz? Çarmıhta İsa’nın susuzluğu giderilmedi. Böyle şeyler bizim susuzluğumuzu gidermekten acizdir. Bu dünyanın suyu, sirkesi, şarabı bizim susuzluğumuzu, yalnızlığımızı, mutsuzluğumuzu, kuraklığımızı gideremez. Hayatımızı bütünlemek için bu dünyadan aldığımız hiçbir şey işe yaramaz. Cinsellik satın almaya çalışmak, daha çok para kazanmak için vereceğimiz çaba boştur. Ne güzellik, ne de yakışıklılık hiçbir şey susuzluğumuzu gideremez, bizi örtemez.

Susuzluğumu gidermesi için yaşamımda Tanrı’nın etkin olmasını isteyebilirim. İsa’nın susuzluğu çok kısa bir zaman sonra geçti. Baba’yla birlikte olduğunda susuzluğu gidecekti. Baba Tanrı ile olan beraberlik O’nun her türlü ihtiyacını giderecekti. Peki, ya bizim susuzluğumuz nasıl gider? Biz nasıl hayatımızda kuraklıktan, mutsuzluktan, yalnızlıktan kurtuluruz? “Geyik akarsuları nasıl özlerse, canım da seni öyle özler, ey Tanrı! Canım Tanrı’ya, yaşayan Tanrı’ya susadı; ne zaman görmeye gideceğim Tanrı’nın yüzünü? Gözyaşlarım ekmeğim oldu gece gündüz” (Mezmur 42:1-3).

Kutsal Ruh’un sizin yaşamınızı yönetmesine izin vermeyi öğrenmelisiniz. Bu dünya, günahıyla size ne denli saldırsa da, her seferinde kararlılıkla Tanrı’ya yönelmelisiniz. “Kutsal Ruh, benim içimde yaşadığını biliyorum. Senin beni doldurmanı diliyorum. Eğer yaşamımda dopdolu bir biçimde etkin olmanı engelleyen bir şey varsa bana göster” demelisiniz. Tanrı’nın Ruhu varsa yaşamınızda,O’nunla birlikteliğiniz varsa, ancak o zamansusuzluğunuz giderilir. Günah işlediğimizde yine susuzluk hissedeceğiz. Biri bize karşı günah işlediğinde yine susuzluk hissedeceğiz, dünyanın pisliğini gördüğümüzde yine susuzluk hissedeceğiz. Ama eğer bu susuzluğun içinde daha çok kalırsak, susuz olduğumuzu bile hissetmeyeceğiz. Acımızla kavrulup, “Dünya böyledir, Tanrı bana yardım etmez, ben hep susuz kalacağım” diye inleyeceğiz. Kuruyacağız, kavrulacağız! Ölecek bir yerlerimiz! Ama Tanrı bize yaşam vermek istiyor.

Bayramın son ve en önemli günü İsa ayağa kalktı, yüksek sesle şöyle dedi: ‘Bir kimse susamışsa bana gelsin, içsin. Kutsal Yazı’da dendiği gibi, bana iman edenin içinden diri su ırmakları akacaktır’” (Yuhanna 7:37-38).

Diri su ırmakları O’na iman etmeye başladığınız an akmaya başlıyor: Kutsal Ruh’u alıyorsunuz. Önüne engeller koymayın lütfen! Kaldırın engelleri! Tanrı’nın huzuruna gidin. Tanrı ile kişisel bir ilişki kurun. Eğer Tanrı’nın önünde diz çöküp Tanrı’yla beraber zaman geçirirsek suyun kaynağına gitmiş oluruz. Bırakın aksın gözyaşlarımız. Tanrı’yla birlikte olduğumuz zaman susuzluğumuz gider. Tanrı’nın önünde tapındığımız zaman susuzluğumuz gider. Bu yalnızca günahları itiraf etmek demek değildir. Sadece günahın bize yaptığı şeyleri ortaya döküp, ‘Tanrım, beni bağışla’ demeyelim. Benim için yeterli değildir bu. Ben, benim içimden diri su ırmakları aksın istiyorum. Benim hayatım suyla dolsun. O akan su benim kilisemi, benim ailemi, dünyayı değiştirsin istiyorum. Tanrı’nın dizlerinin dibinde oturun. Tanrı’yla daha çok zaman geçirin.