Akşam üstü saat beş sularında Luther’in evinde büyük bir sofra kurulurdu. Sofraya normal olarak aşağı yukarı otuz kişi katılıyordu, ama çoğu kez sayı daha da çoktu. Sofradayken Luther engin düş ve mizah yeteneğini gösteriyordu. Konuşmalar dünya ile cennet arasında her şeyi kapsıyordu. Geniş halk kitleleri için hazırlanmıyordu. Buna karşın, Luther kimi öğrencilerin bu konuşmalarını kaydettiklerini görünce de karşı koymazdı. Şimdi yüzlerce yıl sonra bu konuşmalar bize Luther’in günlük yaşamını aktarıyor. Kimileri yalnızca birkaç gün, kimileri ise uzun yılları kapsayan, öğrencilerin kaydettiği bu konuşmalardan günümüze on kitap kalmıştır. Luther’in düşüncelerini anlamak için şimdi bu konuşmalardan birkaç aktarma yapıyoruz.
Bir gün Luther’den daha yetenekli vaizlerden söz açıldı. O zaman Luther şöyle dedi: “Bu onuru onlara hiç kıskanmadan veriyorum. Halkın onları çok beğenmesinin nedeni de şudur: Halk bol bol olay ve öykü işitince şaşıyor. Doktor Nikolaus da Yeşu ve Krallar bölümlerinden vaaz ederken bol bol simgesel ve ruhsal açıklama kullanıyordu. Halk da bunu beğeniyordu. Kendim de bu yöntemde usta sayılırım. Ama insanın Allah önünde nasıl aklanacağı, insanın ancak Mesih’e olan iman aracılığıyla kurtulacağı gibi konularda vaaz edilince halk kimseye kulak asmaz, hiçbir vaazı beğenmez. Aklanma konusunda vaaz edildiği zaman halk uyuyor, öksürüyor, ama bir olay ve öykü anlatıldığı zaman herkes susuyor, dikkatle dinliyor. İnanıyorum ki, benden üstün olan vaiz çoktur.”
“İyi bir vaizin şu özellikleri olmalı: Ustalıkla ve kolay anlaşılır biçimde doğru olanı öğretmeli, çok yetenekli olmalı, etkili ve güzel söz söyleme sanatını bilmeli, sesi güzel olmalı, belleği iyi olmalı, bitireceği zamanı bilmeli. Konuştuklarından emin olmalı, çalışkan olmalı, canını ve malını, ününü ve onurunu feda etmeye hazır olmalı, herkesin kendisine kötülük etmesine, kendisini aşağılamasına izin vermelidir.
“Vaizlerin kusurları hemen fark edilir. Bir vaizin on tane iyi özelliği ve tek bir kusuru varsa, bu kusuru bütün iyi özelliklerini gölgeler. Günümüzün dünyası bu denli kötüdür! Bir insanda olabilecek bütün erdemler Doktor Jonas’da var, ama sık sık öksürüyor. Bunu da kimse affetmiyor!”
Bir gün Katarina, yeğeni Johan Polner’in kent kilisesindeki vaazını dinledikten sonra onu, konudan çok kez uzaklaşan Doktor Pommer’den daha iyi izleyebildiğini söyledi. Bunun üzerine Luther şöyle dedi: “Johan Pommer’in vaazları siz kadınların konuşmalarına benziyor, aklınıza gelen her şeyi anlatıyorsunuz... Doktor Jonas, ‘Rastgele her askerle konuşulmamalı’ derdi. Dediği doğrudur. Doktor Pommer ise konuşmalarında aklına her geleni anlatıyor. Aklına gelen her şeyi anlatmak zorunda olduğunu sanan vaiz akılsızdır. Vaizin konudan ayrılmaması gerekir. Konuyu en açık biçimde anlatmalıdır. Aklına her geleni söylemek isteyen vaizler, pazara giden kızlara benziyorlar. Karşılarına çıkan her kızla hemen konuşmaya dalarlar. Karşılaştıkları bütün kızlarla böyle yaptıkları için de pazara geç gelirler. Konudan uzaklaşan, bir konuşmada her şeyi anlatmak isteyen vaizler de böyledir. Ama her şeyi anlatmak olanaksızdır.”
Bir gün Luther’in yazdıklarını basan yayınevi sahibi sofradayken şöyle sordu: “Doktor, güçlü ve çarpıcı vaazlarınızı nasıl hazırlıyorsunuz?” Luther de şöyle yanıt verdi: “Sevgili arkadaşım, yöntem çok kolaydır, her isteyen aynısını yapabilir.
Birincisi, kürsüye çıktığım zaman kendime, ‘Martin, unutma, yüce Allah’ın elçisisin! Öyle ise, O’nun adına, O’nun yerine konuş!’ derim. Bu yüzden de bu dünyada olan hiçbir şeye kulak asmam, gerçeği söylemekten çekinmem. Ama bu nedenle gururlu olamam, kendi iyiliğimi de arayamam. Hiç kimsenin hoşnutluğunu, kendiminkini bile, aramıyorum. Kimsenin kayırıcılığının peşinde de değilim. Allah gurur ve tutkuya başka kişilerde izin verebilir belki, ama vaizlerde asla. Kutsal Kitap önünde herkes alçakgönüllü olmalı, ancak Allah’a yücelik vermelidir.
İkincisi, Kutsal Kitap’a dayanıyorum. Onu her gün araştırıyorum. Kutsal Kitap büyük, çok dallı bir ağaç gibidir. Yaşamımda onda iyi meyve bulunmayan tek bir dal bile görmedim. Birçok kişi Kutsal Kitap’ı bir kez okuduktan sonra, her şeyi bildiğini sanıyor.
Üçüncüsü, önüme gelen bütün konulara değinmiyorum, sadece bir konuyu ele alıyorum. Bir konuşmada her şeyi söylemeye kalkışmamalı, ölçülü olunmalıdır.
Dördüncüsü, bütün vaazlarımı kolay anlaşılır biçimde hazırlıyorum. Vaaz ettiğim zaman soylulara, doktorlara, öğrenim görmüşlere seslenmiyorum, çiftçilere, gençlere, hizmetçilere sesleniyorum. Vaazlarım öyle olmalı ki, herkes onlardan yararlansın.
Beşincisi, insanlara uzun vaazlarla işkence etmiyorum. İşitme yeteneğimiz ince bir alettir. Çabuk yorulur ve vazgeçer. Çok şeyi az sözle söylemek yetenek ister.
Altıncısı, yavaş konuşuyorum, çünkü bu iyi ve onurludur. Bütün bilgeliğim budur, kurallara uymak olağanüstü bir yetenek gerektirmez.”
Yayınevi sahibi sözünü sürdürerek, “Doktor, âdetiniz olduğu üzere bunları da bir deyim olarak söyleyemez misiniz?” diye sordu.
“Neden olmasın” dedi Luther, “deyim şudur: Cesaretle işine başla, ağzını aç – ve çabuk bitir!”
Bir araştırmacıya göre, dünya tarihinde Luther gibi sıkıntı ve üzüntü içinde olanları avutabilen başka bir kişi olmamıştır. Luther’in 9 kalın cilt oluşturan sayısız mektuplarından kimi incileri aktarıyoruz.
Luther 1516 yılında George Spenlein’e avutucu bir mektup yazdı:
“Ruhsal durumunuzu bilmeye çok istekliyim. Öyle ki, sahte doğruluğunuzdan hâlâ bıkıp usanıyor musunuz, ancak Mesih’in doğruluğu için sevinçli ve cesaretli olmayı diliyor musunuz? Çünkü günümüzde küstahlık çok yaygındır, özellikle iyi ve doğru olmak isteyenleri yutmak istiyor. Bu kişiler, İsa Mesih’te bize bol bol ve karşılıksız verilen Allah’ın doğruluğundan bir şey bilmeyip kendilerinde iyilik ve doğruluk arıyorlar. Öyle ki, kendi erdem ve iyi işleriyle kendilerini süsleyerek Allah önünde durabileceklerini sanıyorlar. Ama bu olanaksızdır!
Sen bizdeyken ikimiz de yanlışlık içindeydik. Ama şimdi ben bu yanlışlığa karşı savaşıyorum, gerçi onu daha tümden yenemedim.
Bu yüzden, sevgili kardeşim, Mesih’i çarmıha gerilmiş olarak tanımaya çalış. O’nu yüceltmeyi öğren. Kendine güvenmeyerek O’na şöyle de: ‘Rab İsa, sen benim doğruluğumsun, ben ise senin günahınım. Sen bende olanı üzerine aldın, kendinde olanı da bana verdin. Sen olmadığın şey oldun, beni olmadığım şey yaptın.’ Günahsız olabileceğini öğretenlerden sakın. Mesih yalnız günahlılarla birliktedir. Gökten, bulunduğu doğruluktan, günahlılarla birlikte oturmak üzere aşağı indi.
Böyle bir sevgiyi düşün. O zaman O’nun sevecen avuntusunu da tadarsın. Çünkü kendi çaba ve çalışmalarımızla vicdanımız avuntu bulabilseydi, O neden ölmeliydi? Hayır, ancak kendine, kendi işlerine güvenmeden O’nda esenlik bulursun. O’ndan şunu da öğrenmelisin: Seni kaldırıp günahlarını kendisininmiş gibi nasıl benimsediyse, kendi doğruluğunu da sana mal etmiştir. Bunun için O’na güvenle inanman gerekir, bunu yapmayan lanetli olsun.
Değişken, ara sıra yoldan sapan kardeşlerini de sabırla kayır, onların günahlarını kendine mal et, sende iyi bir şey varsa onlarla paylaş. O zaman elçinin sözlerine göre davranmış olursun: ‘Mesih sizi kabul ettiği gibi, Tanrı’nın yüceliği için birbirinizi kabul edin’ (Romalılar 15:7); ve ‘Mesih İsa’daki düşünce sizde de olsun. Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı. Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı’ (Filipililer 2:5-8). Senin de böyle yapman gerekir. Kendini öbürlerinden üstün sayıyorsan –sanki senin malınmış gibi– bunu sarılacak bir şey olarak görme, ama kendini alçalt, onlar gibi ol, böylece yüklerini hafifletebilirsin.
Daha kötü durumda oldukları için, onlarla acı çekmek istemeyen kişilerin doğrulukları boştur. Ya da onlarla birlikte olmakla, sabır, dua ve iyi örnek göstermekle yardım etmek yerine, kaçmayı ve tek başına olmayı yeğleyen doğruluk nedir ki? Bu, Allah vergisini kardeşlerle paylaşmak yerine, onu toprağa gömmek demektir.
Mesih’in çok önem verdiği çiçek ve güllerdensen, bil ki, dikenlerin arasında olman gerekir. Ama dikkat et! Sabırsızlık ve sert yargılarınla ya da gizli gururla kendin de diken olmayasın. Mezmurlar’da yazıldığı gibi, Mesih’in egemenliği düşmanların arasındadır. Bu yüzden herkesin dost olmasını nasıl beklersin? Böylece sende olmayanı, diz üstü dua ederek Mesih’ten dilemelisin. O sana her şeyi öğretecek. Sen ancak Mesih’in senin için ve başka insanlar için yaptıklarına bak, o zaman başkalarına ne yapman gerektiğini öğreneceksin.
Mesih ancak iyi insanlar arasında yaşamak ve dostları için ölmek isteseydi, kimin için ölecekti acaba? Şimdi böyle yap, benim için de dua et! Rab seninle olsun, mutlu olarak O’nda kal.
Kardeşin Martin Luther, Augustinusçu keşiş.”
‘Sofra konuşmaları’nı kaleme alan, çocukların öğretmeni olan melankolik Hieronymus Weller’e Luther 1530 yılında şöyle yazdı:
“Her şeyden önce şunu anlamalısınız: Bu kötü, üzüntü getiren düşünceler Allah’tan değil, İblis’tendir. Çünkü Allah üzüntü değil, sevinç ve avuntu veren Allah’tır. Mesih’in kendisi şöyle diyor: ‘Allah ölülerin Allah’ı değil, ancak yaşayanların Allah’ıdır.’ Yaşamak da Allah ile mutlu olmak değil midir? Bu yüzden böyle düşünceleri hemen kovup şöyle demelisiniz: ‘Sizi Rab göndermedi.’ Sizi çağıran Rab böyle konuşmuyor. Başlangıçta savaşmak zordur, ama yavaş yavaş daha kolay olur. Böyle düşünceler ancak size değil, bütün kutsallara saldırıyor, ama onlar savaşıp üstün geldiler. Böylece siz de kötülükten kaçmayın, cesaretle üstüne yürüyün. Denenmelerden öğrendiklerimize göre, böyle savaşlarda düşmanın sesine kulak vermemeli, onun savlarını araştırmamalı, ama onları hor görüp geçip gidilmelidir. Bunu bilen üstün gelir, bilmeyen yenilir. Düşmanın savlarından kurtulmak amacıyla onları araştıran ve tartışmaya giren biri, onları yalnız alevlendirip güçlendirir. İsrail halkı örneğiniz olsun. Yılanlara karşı savaşmakla ya da onları seyretmekle yenemediler, ancak başka bir yöne, tunçtan yapılmış yılana bakarken üstün geldiler. Bu savaşta doğru ve kesin zafer böyle kazanılır. Böylece sevgili Hieronymus, böyle düşüncelerin yüreğinize takılmasına izin vermeyin. Birisi denenmeler konusunda, ‘Böyle düşünceler içimden geliyor’ dediği zaman, akıllı biri şöyle yanıt verdi: ‘Sen de gitmelerine izin ver.’ Bu akıllıca bir sözdür. Başka birisi de şöyle yakınıyordu: ‘Kuşların başının üstünde uçmasını engelleyemezsin.’ O da şöyle yanıt aldı: ‘Ama başında yuva yapmalarını engelleyebilirsin.’”
Luther’in babasına yazdığı son mektup 15 Şubat 1530 tarihini taşıyor.
“Olabilirse, sizin annemle birlikte buraya getirilmenize izin verirseniz beni çok mutlu edersiniz. Katarina ile hepimiz bunu gözyaşlarıyla diliyoruz. Size en iyi biçimde bakacağımızı umut ediyorum.
Her neyse, sizi babam olarak bana veren Baba’ya yüreğimde dua ediyorum ki, sonsuz merhametiyle sizi güçlendirip aydınlatsın ve Ruh’uyla sizi korusun. Şöyle ki, sevinç ve şükran duygusuyla sizin de çağrılmış olduğunuz, karanlıktan ve yanılgılardan geldiğinize dair, Allah Oğlu’nun, Rabbimiz İsa Mesih’in merhametli öğretisini tanıyasınız. Sizi bu bilince getiren, sizde işini başlatan, onu hem bu yaşamda hem de Rabbimiz İsa Mesih’in sevinçli gelişinde koruyacağını, sonuna dek işini tamamlayacağını umut ediyorum.
Gerçi Rab sizi öyle güçlendirdi ve bu öğretiye olan imanınızı kanıtladı ki, benim yüzümden çok incinme, hakaret, alay, hor görülme, kin, düşmanlık ve tehlikelere katlandınız. Ama Pavlus’un da dediği gibi, bunlar Rabbimiz Mesih’e benzer olmamız içindir.
Bunun için yüreğiniz rahatlasın, hastalığınızda güven içinde olun. Çünkü Allah’taki yaşamımızda sadık bir yardımcımız var: Bizim için günah ve ölümü yok eden İsa Mesih. Şimdi bizim yararımıza göktedir, bütün melekleriyle bizi seyrediyor, buradan ayrılacağımız günü bekliyor. Öyle ki, kaybolma korkusuna kapılmayalım. O ölümü ve günahı yendi, artık O’na dokunamazlar. Bunun yanında o denli sadık ve doğrudur ki, kuşku etmeden yardımını istersek, bizi bırakmak istemez, bırakamaz.
Ama belki O’nun kutsal isteğine göre bir süre daha göksel yaşamdan yoksun olup bizimle birlikte bu üzüntü konağında kalmanız gerekir. Kara haberleri almak, onları görmek için, ya da başka Mesih inanlılarının yanında kazazedelere yardım etmek, kötülüğe karşı isteyerek savaşmak için Allah size güç verecektir.
Böylece sizi, kendinizden de çok seven ve sevgisini günahlarınızı kendi üzerine alarak, onların cezasını kendi kanıyla ödeyerek ve bu müjdeyi açıklayarak kanıtlayanın ellerine bırakıyorum. Ruhu aracılığıyla size imanı veren, kötülüğü yenen O’dur. Şimdi bütün yüreğinizle imanda ve O’nun sözünde durun. Hiçbir şeyden korkmayın.
Siz bunu yaparsanız, geri kalanı O çözümler. O her şeyi, düşünebileceğinizden daha iyi yapar.
Sevgili Rabbimiz ve Kurtarıcımız sizinle birlikte olsun. Şöyle ki, bir gün Allah’ın yardımıyla ya burada ya da orada görüşeceğiz. Kısa bir süre sonra Mesih’in yanında görüşeceğimize güvenle inanıyorum. Bu yaşamdan ayrılmamız, Allah için benim buradan oraya ya da sizin oradan buraya gelmenizden daha ufak bir şeydir. Bu, güvenilir bir gerçektir. Buradan ayrılmamız sanki kısa, bir saatlik bir uykudur ve her şey değişecektir.
Katarinam, küçük Hansım, küçük Magdalenam, Lena teyze ve tüm ailem sizi selamlıyor, durmadan sizin için dua ediyorlar. Sevgili anneme ve bütün arkadaşlarıma selam söyleyin! Allah’ın merhameti ve gücü sonsuzlara dek sizinle olsun! Amin.”
Luther babasının ölümü hakkında Melanchton’a şöyle yazdı:
“Bugün Hans Reinecke bana yazarak sevgili babam, Hans Luther’in, Paskalya’dan sonra altıncı Pazar günü saat birde aramızdan ayrıldığını bildirdi. Yalnız doğal bağlarımızı değil, ama onun yürekten gelen sevgisini anımsadıkça, bu ölüm beni çok üzüyor. Allah onun aracılığıyla bana sahip olduğum her şeyi verdi. Gerçi Reinecke’nin sözlerine göre, babamın İsa’ya inanarak buradan sessizce ayrıldığı gerçeği beni avutuyor. Ama onunla yaptığım güzel konuşmaların anısı beni o denli sarstı ki, daha önce ölümü bu denli iğrenç görmemiştim. Ama doğru adam kötülüğün arasından alınır, rahata kavuşur, biz ise ölmeden önce birkaç kez ölüyoruz. Şimdi ailemizin en büyüğü olarak soyadımızı ben devam ettiriyorum. Bana da ölüm aracılığıyla Mesih’in hükümranlığına girme hakkı verilmiştir. Bunu, uğruna bütün dünyanın yüzkarası olduğum Allah bize merhametiyle sağlasın. Üzüntümden daha çok yazamayacağım. Oğlu olarak, Allah’ın bana verdiği ve alnının teriyle beni büyütüp okutan, bu duruma getiren babam için üzüntü duymam doğru ve adildir. Babamın bugüne dek yaşadığı ve gerçeğin ışığını gördüğü için sevinçliyim.”
Kendi ölümünden on bir gün önce Luther Eisleben’den, hastalığından ve ölüm zamanının yaklaştığından endişelenen karısına şöyle yazdı:
“Sevgili eşim, doktorun karısı Katarina Luther’e, kendi kendine acı veren merhametli hanımıma.
Rab’ten lütuf ve esenlik! Sevgili Kathe, İncil’in Yuhanna bölümünü ve bir gün, ‘Bu kitapta her şey benim için yazılmıştır’ dediğin Kısa Hristiyan İlmihâli’ni oku. Çünkü sen Allah için endişeleniyorsun. Sanki O, on tane Doktor Martin’i yaratabilen, her şeye gücü yeten Allah değilmiş gibi…
Benim için endişelenme, benim senden ve tüm meleklerden de iyi bir koruyucum var. O, bir beşikte yatmıştı, şimdi ise Allah’ın, her şeye gücü yeten Baba’nın sağında oturuyor. Bunun için esenlikte kal. Amin.
Eisleben’de Dorothea yortusundan sonraki pazar, 1546 yılının Şubat ayının yedinci günü.”