13. KOBURG’TA

Luther ve yandaşlarının durumu 1530 yılında, birden çok tehlikeli oldu. Kayser, Fransa ile anlaşma yapmış, Viyana yakınlarına dek ilerleyen Türkleri geri püskürtmüş, Papa ile barışmıştı. Papa’nın elinden Bologna’da kayser tacını aldı, Millet Meclisi’ni Augsburg’a çağırarak kalabalık bir kurulla Almanya’ya geldi. Papa’ya olan bağlılığını, Almanya’daki Protestan hareketini ne pahasına olursa olsun bastırmakla gösterecekti.

Protestan soylular ve Elektor Johan, tanrıbilimcilerle birlikte güneye, Meclis toplantısına gidiyorlardı. Kuşkusuz, aforoz edilen baş sapkın Luther’in Augsburg’a girmesine izin verilmeyecekti. Bu yüzden Luther, Koburg şatosunda beş aydan çok kaldı.

Dokuz yıl önce Wartburg’ta olduğu gibi, Luther şimdi de ormanda, güzel hava ve sessizlik içinde dinlendi. Koburg’a gelir gelmez Melanchton’a bu Sina’yı Sion’a çevireceğini, oraya biri Mezmurlar’a, biri peygamberlere, biri de Aisopos’a olmak üzere üç çadır kuracağını yazıyordu!

Ama Luther’in yaşamı burada da kolay değildi. Hastalık onun yakasını bırakmıyordu. Kimi zamanlar çalışacak durumda bile olamıyordu. Baş dönmesi, kulaklarındaki uğultu, baş ağrısı ve uykusuzluk çekiyordu. Ama en zoru, içindeki kaygı ve huzursuzluklarıydı. Yanında bulunan iki genç arkadaşa karşın, yalnızlıktan kaçmak için daha kalabalık bir topluluk aradı. İki çocuğunu, küçük Hans’ı ve hemen hemen bir yaşındaki tatlı Magdalena’yı çok özlüyordu. Akrabaları için de üzülüyordu, çünkü babası ağır hastaydı. Şubat ayının ortalarında, Luther anne ve babasına uzun bir mektup yazarak onlara olan sevgisini, gönül borcunu belirtti. Babasının sağlık durumu izin verirse, kendi yanına gelmesini istiyordu. Babası kendisinin yüzünden hor görüldüğü, alay edildiği ve kin duyulduğu için acı çekiyordu. Ama bu acılar, Mesih’in onu kendi yüceliğine doğru götürdüğünün kanıtıydı. Babasını avutarak bu güçsüz halinde yaşamını, bizim için ölen güvenilir yardımcı İsa Mesih’in ellerine bırakmasını öğütledi: “Sözünü ettiğim sevgili Rabbimiz ve Kurtarıcımız, sevinçle karşılaşacağımız güne dek (ya bu ya da gelecek yaşamda) sizinle birlikte olsun. Çünkü hiç kuşkusuz, çok kısa bir süre sonra, Mesih’in yanında karşılaşacağımıza inanıyoruz.” Annesine de buna benzer sevgi dolu sözler yazıyordu.

Koburg’tayken babasının ölüm haberi Luther’e ulaştı. Eşi bu habere dayanamayacağından korkuyordu. Yaşlı Hans Luther sarsılmaz imanla bu dünyadan ayrıldı. Ona, oğlunun son mektubunda sözünü ettiği Müjde’ye inanıp inanmadığı sorulunca, yaşlı adam, “Ona inanmayan biri alçaktır” diyerek yatağında duvara doğru döndü ve canını verdi. Babasının ölüm haberi oğlunu çok sarstı. “Benim babam şimdi ölmüştür” dedi ve Kutsal Kitap’ı alarak bir odaya kapandı, dua etti, ağladı. Mektuplarında da babasını yitirmesinin acısını anlatırdı. Öte yandan da babasının Allah’a iman ederek ölmesi onu avuttu.

Ama Luther’in en çok üzüldüğü konu Müjde davasıydı. Sadık arkadaşı Melanchton güçlüklerle karşılaştığı an kararsızlığa düştü. Bir kardinalle görüşerek büyük bir ödün vermeyi bile kabul etti.

Ama Luther yine, sanki daha arındırılmış olarak acılarının altından kalktı. Doğanın yakınlığı, kuşların ötüşü onu çok dinlendirdi. Bülbülün ötüşünü, horozun yeni günün başladığını haber vermesine değin dinlemek ne hoştu! ‘Sofra arkadaşlarına’, yani kendi evinde birlikte yemek yediği gençlere, ortaklaşa göndermiş oldukları mektuba karşılık uzun, sevinç verici, teşvik edici yanıtlar gönderdi:

Sevgili arkadaşlar, Mesih’in lütfu ve esenliğiyle sizi selamlıyorum. Ortaklaşa gönderdiğiniz mektubu almış bulunuyorum, durumlarınızı da öğrendim. Siz de bizim durumumuzu öğrenesiniz diye şunu bildirmek istiyorum: Kendimiz, üstat Veit ve Cyriacus (Luther’in genç arkadaşları, sonuncusu onun yeğeni) Augsburg Meclisi’ne gitmedik, ama başka bir meclise katıldık.

Penceremin önünde küçük bir ormana benzeyen bir çalılık var. Orada kargaların meclisi toplanıyor. Atlılar gelip gidiyorlar, gece gündüz öyle bir gürültü geliyor ki, sanki hepsi zil zurna sarhoş. Gençlerle yaşlılar öyle bağırıyorlar ki, soluklarının kesilmeyişine şaşıyorum. Kayserlerini daha görmedim, ama soylular önümde kuyruk sallayarak durmadan uçuşuyorlar. Çeşit çeşit süslü giysilere bürünmüyorlar. Hepsinin sade siyah giysisi, gri gözleri var. Herkesin sesi de aynıdır, ama yine genç ve yaşlının, ufak ve büyüğün arasında hoş bir ayrım vardır. Büyük saraylara ve salonlara önem vermezler, çünkü toplantı yerinin tavanını gök, döşemesini yeşil dallar oluşturuyor. Duvarları ise dünya denli geniştir. Atlara ve zırhlara gereksinmeleri yoktur, çünkü çalılıkları aşabilen kanatlı tekerleklere sahiptirler... Büyük ve güçlü efendilerdir, ama nasıl karar vereceklerini daha bilmiyorum. Ne ise, şövalyeler gibi kuyruk sallamaları, gagalarını temizlemeleri hoşuma gidiyor...”

Koburg’ta, kuşların arasında yaşayan Luther avutucu oldu. Zor bir anında odasının duvarına şu sözleri yazıyordu: “Ölmeyeceğim, yaşayacağım ve Rabbim’in işlerini duyuracağım.” Luther 117. ve 118. Mezmurlar’ı yorumlarken tatlı, iman dolu sözleri yazdı. Onun ruhu sanki İsrail peygamberleriyle arkadaşlık ediyordu. Peygamberlerin kitaplarını Almanca’ya çeviriyordu. Dua yaşamı daha derin ve güçlü oldu. Mektuplarıyla, Augsburg’ta savaşan arkadaşlarına güç ve destek veriyordu. Her gece yaşadığı şatodan, sessiz ormanın üstünde yıldızlarla dolu duru gök kubbesini seyrediyordu. Bir zamanlar İbrahim’in gördüğü gibi, o da orada Allah’ın değişmeyen sevgi ve iyiliğinin simgesini görüyordu. Bazen de kara yağmur bulutları gökyüzünü kapladığı zaman, hiçbir desteği olmayan gökkuşağını görerek şaşırdı. Elektor’un danışmanına gönderdiği mektubunda Luther şöyle yazıyordu: “Geçenlerde iki harika şey gördüm. Biri şuydu: Penceremden dışarı baktığımda, gök kubbesiyle yıldızları görüyordum, ama tek bir direği bulunmayan bu harika yapı çökmeden yerinde duruyordu. Şimdi kimileri var ki, böyle direkleri arıyorlar, onlara dokunmak istiyorlar. Onları bulamayınca da korkup titriyorlar, sanki direkleri göremedikleri için gök kubbesi yıkılmak üzereymiş gibi… Sanki direkleri görüp dokunabilseler, o zaman gök üzerlerine düşmeyecekmiş gibi.” Luther’in oğlu Hans’a yazdığı mektup, bazılarınca bir babanın oğluna yazdığı en güzel mektuptur. Mektuptan daha sonra söz edeceğiz. Luther’in düşüncelerini durmadan Melanchton –bu alçakgönüllü, doğru, ama sarsılan adam– meşgul ediyordu. Onu sürekli yüreklendirip avutuyordu.

1530 yılının 25 Haziranında Protestanlar’ın yaptığı iman açıklaması kaysere okundu. Melanchton’un son biçimini verdiği bu açıklama, ayrıntılarıyla düşünülmüş, açık ve barışçıydı. Ana düşüncesi, Protestanlığın ayrılıkçı bir hareket olmayıp Kutsal Kitap’ın ve ilk kilisenin öğretisi olduğunu göstermekti. Luther de, açıklamasını gereğinden biraz ılımlı bulduğu halde beğeniyordu. Yıllarca süren tanrıbilim çalışmaları ve kişisel deneyimleri, bütün Protestanlar’ın kabul edebileceği ve Luteryen kiliselerin temel öğretisini oluşturan iman açıklamasını meydana getiriyordu.