XXI. SON GÜNLER (Mt.24:42-51)


Sakın sizi kimse saptırmasın!... O günü ve saati ne gökteki melekler, ne de Oğul bilir, Baba'dan başka kimse bilmez.- Mt.24:4 ve 36

Sınırsız bir zaman ve mekan içinde, sınırlı olan insan sürekli olarak kendisine bir yol aramakta ve sürekli olarak kendisinin bulunduğu mekan ve zaman birimi içersindeki yerini tespitle birlikte nereden gelip nereye gittiğini sorgulama gayreti içindedir. Bu sorgulama gayreti içinde "kendi alma arzularında gelişmiş" ve bir başka deyişle "kendi acılar yolunda" pişmiş olan bazı insanların sözde gaipten haber verme çabaları da bu merak içindeki insanı bir takım bilinmezi bilme arzusu içinde tutuşturup durmaktadır. Kimisi bu bilmeyi korkularından kurtulmak, kimisi ise bu bilme işini kendi başarısına başarı katmak kaygısıyla yapmak istemektedir. Ama ihtişam sahibi Yaratan'ın yarattığı ve Yaratan'ı düşünme ve işlev konusunda bir zerre dahi olsa yansıtma durumunda olan insan elbette tekamül yolunda hep sorgulayacaktır. Çünkü bu sorgulaması kainattaki esas yaratılış gayesinde insanın elbette Yaratan'dan Yaratan'a yolculuğunda madde dünyasında da mana dünyasında da büyük keşiflerde imzası olması için mevcuttur. Zaten bu durum üzerine halk edilmiştir.


SONA TAŞIYAN "MANA YOLU"


Öyle ya da böyle esas olan yaşadığımız anın gerçekliğinde var olan muhteşem kainat sisteminde bildiğimiz kadarını bilmeye devam ederken insan olarak Yaratanı edindikçe farkındalığımızın artmasında manevi olarak bir çok seviyelere doğru hareket edeceğimiz de bir gerçektir. Ve bu hareketlilik istesek de istemesek de bizi "sona" taşıyacaktır. Yani neyin sonuna şu an içinde bulunduğumuz ve olmamız gereken noktanın sonuna. Fakat "genel vahiy" olan kainat kitabından da okuduğumuz gibi esasında "her bir son yeni bir başlangıç" oluşturmaktadır. O zaman neyin sonuna ve neyin başlangıcına yürüdüğümüzü elbette net olarak görebilmek mümkün değildir. Dokuz ay on günlük bir "ana rahmi" serüveni son bulduğunda inanılmaz muhteşemlikler bizi kucaklamaktadır.


Ya bu muhteşemlikler son bulduğunda bizi ne kucaklayacaktır? Yani zaten devam edilen döngünün doğallığı bizi merak ettiğimiz her istasyona istesek de istemesek de getirecektir. O zaman önemli olan bunun farkındalığında sürekli Yaratan'a bakıp Mesih'inde ve Ruh'unda günlük serüvenimize bir görev şuuru içinde ve O'nu yüceltip O'ndan haz alarak devam esas olması gerekendir. Oysa bu esas hep kenara itilmektedir.


Yani insan kendi iç yolculuğunda "acılar yolundan" büyük bir sıçrama ile "mana yoluna" geçip kendi iç derinliğindeki karmaşaları Yaratan'ın Mesih'inde ve Ruh'unun rehberliğinde "ıslah" edebildikçe esasında kendisine büyük bilinmez olan kendi kapısı açılmış olacak ve orada yani sınırlı içinde "sınırsız O'lanla" Yaratan'ı bulduğu için o büyük tatmin ve haz içinde esasında bir insan için bilmek istediği ya da varılması gerekli en üst noktaya varmış olacaktır. Bu noktada hiç bir zaman birilerinin peygamberliklerinin bir sonucu "bir falcı misali şu olacak bu olacak" demesiyle bağlantılı değildir. Eğer böylesi bir sona ilişkin gün ve zaman tayinini Yaratan'ın Mesih'i, Oğul yani manevi manada mirasçı olan bilmiyor ve üst alemlerin melek dediğimiz bütün işlevleri algılayamıyorsa tarih içindeki diğer önder konumundakilerin ya da peygamberlik iddiasındaki bazı kişilerin böyle bir sona belli tahminler yürütmeleri elbette ki sadece kişilerin alma arzuları, kendi benlerini tatminden başka bir şey değildir. Bu hem yukarıdan verilen uyandırılışa hem de Yaratan'ı edinme konseptine aykırıdır. Çünkü Yaratan'ı edinme Mesih İsa'da ifşa edildiği gibi "kişinin dostu uğruna kendini feda" etmesi prensibinde kişinin "nefsini inkarı ve haçını yüklenip Mesih'i izlemesi" prensibi üzerine binadır. Oysa "geleceğe ilişkin bazı kutsal yazıların kaleme aldığı ve çoğunlukla o dönemde olacak olayları hem de bir çok mecazlarla anlatan yazılara bakarak çıkarımlarda bulunmaya çalışmak" şu ana insan olarak değer vermeksizin ve Yaratan'ı şimdi görmeksizin sanki ilerde bir illizyona işaret edermişçesine bir kişilere bağlı umut üzerine yaşam kurmaktır. Oysa Mesih İsa'nın ifadeleri nettir "Yol, gerçek ve yaşam ben'im" ve aynı zamanda "beni seven buyruklarımı yerine getirir". Ve dahası en büyük emir "Yaratan'ı bütün yürekle sevmek ve dostunu yani insan kardeşini kendin gibi sevmek" ve sonsuz yaşam "Tek hakikat O'lan Yüce Yaratan'ı ve Mesihini tanımaları" şeklinde bir "dönüşüm ve değişim" hayatıdır ve bu hayatın kolaylıkla yaşanabileceği netliktedir. Elbette zor olan kişinin kendi "alma arzusu, bencilliği, egoizmi ile mücadelesidir". Yoksa öğreti bütün insanlığın algı prensipleri içinde her seviyede insana hitap etmektedir. Geçmiş ve geleceği binlerce sözcükleri köprü yaparak kullanarak belli senaryolar oluşturmak ve bunları insanlara heyecanlı bir biçimde takdim etmek her ne kadar belli bağlantılar doğru kullanılsa da Efendimizin ne öğretisi ne arzusudur.


"BENLİK" PEYGAMBERLİĞİ (YORUM)


Ama ne yazık ki, insanın bir türlü alt edemediği "ben bilirimciliği" ya da "herkes benim anladığım gibi anlasın, inandığım gibi inansın yaklaşımı" çoğu zaman kişileri sanki yeryüzünde Yaratan adına da konuşabilecek bir otorite kılmaktadır. Bu nedenle bazen kişiler "kötü eğilimlerinin etkisinde", ve benliklerinin olmasını istedikleri şekliyle hareket ederler ve insanları da kendi "kötü eğilimleri doğrultusunda" etkilerler. Mesela günümüzde bir çok "benin" peygamberliğine soyunmuş bu tarz kişiler, "kendileri için alma arzusunu dahi" terk edememiş bir durumda oldukları halde "kendi mistik tecrübelerini" başkalarına tasdik ettirme çabasındadırlar. Ve elbette kutsal yazılarda bir çok örnekte görüldüğü gibi sahte peygamberlik çabaları da eninde sonunda bunu yapan kişiyi ve dolayısı ile bu tarz kişileri izleyenleri de vurmaktadır.


Yani yukarıdan verilmeyen bir şeyi sadece bir hissediş olarak ya da bir mezhep öğretisinin mecburi basamakları mahiyetinde öğrenmeden kaynaklı olarak uygulamaya kalkmak dahi "uyum talebesi" ilkesine ve dolayısı ile "yolun dostu" olma ilkesine aykırı bir yaklaşımdır. Ve bu nedenle Mesih İsa bizlerin özellikle bu konuda çok hassas olmamızı istemekte ve kendisinin dahi net bilgilerle donatılmadığını ifade etmektedir. Ve bize Matta'nın kaleme aldığı şekli ile bu bölümde esas yapmamız gerekenin elbette herşeyin bir sonu olduğu gerçeğinde ama sonunda bir başlangıç olduğu gerçeğinde yaşamamızın ve gün be gün, an be an Yaratan'ı edinerek Mesih'i düzeyde ve Ruh'ta yaşamımızın temel sonsuzluk hayat prensibimiz olduğunu hatırlatmaktadır. O zaman kim bu konularda sağa ve sola sapan, ileri geri öğretiş ve senaryolar oluşturuyorsa esasında aşırı gidenlerden olarak bir manada "benliğin peygamberi" olarak görülmek zorundadır. Ve bu tarz kişilerden sakınılması esastır.


İNSAN-I KAMİL PEYGAMBERLİĞİ (TAHMİN)


Özellikle Matta'nın bu bölümde yazdıklarını dikkatlice etüt edersek tahmin etme ile gaipten haber verme, geleceği bilme ve bildirmeye kalkma arasında büyük bir fark var gözümüze çarpmaktadır. Burada ifade edildiği gibi bir incir ağacı misali geleceği önden kestirmenin mümkün olduğudur. Yani bu çok özel yukarıdan verilen bir üst düzey maneviyat açılımı değil, genel vahiy çerçevesinde oldukça ayakları yere basar bir biçimde verilere bakarak çıkarımda bulunmaktır. Ki bu durum hem maddi hem de manevi hayatta elbette insanların hata yapmalarını engellediği gibi aynı zamanda kendilerine çeki düzen verme yolunu açar ve olgun birer insan olmalarına vesile olur. Efendimizin bizden "sona ilişkin, son günlere ilişkin" esas talebi, esas öğretisi bu yol üzerinedir. Ve bu bağlamda elbette en üst manevi düzeylerde olmasa da bir çok insan insan biraz mana yoluna meyletmiş kişiler için elbette gelecek için bir önden tahmin mümkündür. Ve bu yine de bir "sona son" beklentisi, felaket senaryolu filimlerin beklentisi değildir. Çünkü ilim ve bilim elbette önden hazırlıklı olmak için keşifleriyle insan olmanın şuurunda kainatın gidişini takip edecek ve milyonlar yıl mevcudiyetini koruyan kainatı izleyerek bazen doğru, bazen yanlış tahminlerde bulunacaktır. Ama hala tahminler tahmindir ve kati değildir. Teoriler teoridir henüz kati değildir. Her an her şey insan kontrolünde değişebilir ve her şeyi Yaratan düşünce, Yüce Yaratan sistemin işleyişinde her an farklı bir yönlendiriş oluşturabilir. Bu nedenle son hele hele mana anlamında son bizim için bir bilinir değildir. Ama bir bilinmez de değildir. Çünkü kainatta her şeyin sonu yeni bir başlangıç için mevcuttur ve sona doğru hareket eden herşey birtakım işaretler verir.


Ama diğer tarafta kişinin "gaipten haber verme" tarzında ve bir manada bir takım ruhsal uygulamalarla "ruhçuluk" yapma seviyesinde "geleceği bildirmeye" kalkmak esasında tamamen mananın doğasına aykırı bir durumdur. Kişinin kendi mana karmaşasında kendi kendine bir çözüm arayışı çabasından başka bir şey değildir. Ama sorun zaman zaman bu çabalara bir çok insanlarında katılmaları ve kendilerine bir umut kapısı oluşturmaya kalkışmalarıdır. Bu durum vahimdir, çünkü burada sapma ve saptırma söz konusudur. Yani bir anlamda insanları "boş umutlarla" bugün yapmaları gerekenden uzaklaştırmak aslında "kötü eğilimi" harekete geçirmektir. Oysa "insan-ı kamil peygamberliği" dediğimiz veriler doğrultusunda tahmin ise insanı olgunlaştıran bir ön görü olması hasebinde esasında "iyi eğilimi" harekete geçirmektedir. Bu durumda kişi hem kendisini hem de çevresini ıslah içindedir. Diğer taraftan "benin peygamberliğinde" ise bir nevi "kraldan çok kralcılık" durum söz konusudur. Bu durumda böyle bir kişi Yaratan'ı edinmek, O'nunla Mesih'inde form eşitliğine erişmek ve bir başka deyişle "sevgi ve ihsan O'lanı" Mesih'inde ve Ruh'unda "benliğinden" yansıtmak yerine, Yaratanı "olduğu gibi kendi beni" yapma durumundadır, kısacası bir manada o küçücük zerre varlığı ile "ilahlığa" soyunmaya kalkışmaktadır.


Kişinin "benin peygamberliğine soyunarak" Efendimiz Mesih İsa'nın "ne melekler, ne oğul" bilmez dediği bir kesin ön bildiriyi vermeye kalkması aslında bir manada Efendimiz dahil bütün manevi değerlerin ve yetkilerin üstünde olduğunu iddia etme konumundadır. Böyle bir konumda hiç kuşkusuz Yaratan'ın doğasının dışında yer almak "acılar yolunun" ta en arkalarına inmek anlamındadır. Bu durumu oluşturan da ne yazık ki kişinin kendisidir. Böyle bir kişi daha ziyade kendi benliğinin arzularını tatmin gayreti içinde ve çoğu zaman kendisi inkar dahi etse içindeki frenlenemez arzularda kendisini ilahi bir konumda tutma ve Yaratan'ın vasıflarını "sevgi ve ihsan olarak" sevgi ve ihsanda değil de daha ziyade "ben ve güç" olarak "ben ve güçte" sunma gayreti içindedir.


SONUN SONSUZLUĞU


Hiç kuşkusuz kilise asırlardır özellikle gerek kutsal yazıların gerekse Mesih İsa'nın sözleri üzerine bir çok geleceğe ilişkin senaryolar oluşturmuş, fikirler ileriye sürmüştür. Hala da sürmektedir.


Geleceğe ilişkin fikirler aslında yalnızca kilise ve ilahiyatçıları değil çok farklı inanç ve düşüncelere sahip insanların da sürekli üzerinde düşündüğü, irdelediği konulardır. Oysa Efendimizin bir çok konudaki netliği bu konu üzerinde de net olunmasını gerektirmektedir. Bu bölümlerde söylenilen bir çok ifadeler aslında ilk yüzyılda olan hadiseler toplamıdır. Buna ilahiyat dilinde “preterist” bakış açısı diyoruz. Bahsedilenler gerçekleşmiş ve bize de hiç bir tuhaf olan doğal ya da toplumsal olay üzerinde bir yorumda bulunmamamız gerektiği söylenilmektedir. Bu hem Efendimizin bu bölümlerdeki ifadeleri için hem de Vahiy bölümü için esasında böyledir. Çünkü bir çok mecazlarla yazarların ifade ettikleri konular üzerinde ilahiyatlar oluşturmak mecazların ve anlatım biçimlerinin kendi karakteristik özellikleri arasında kaybolup gitme ötesinde bize bir şey kazandıracak değildir. Ve koskoca kilise tarihi ve ilahiyat tarihi içinde bu hep böyle olmuştur. Yaratan ve yaratılan ilişkisi bu kadar yorumlara bağlı bir ilişki olamaz Efendimiz böyle bir netlik içinde kurtuluşun temel kaynağının ne olduğunu adeta gözümüze sokarcasına haç üzerindeki ölümü ile göstermektedir. Yani esasında Yaratan'ı edinme, O'nun suretinde yaratılmışlığa, Mesihi düzeye çıkma aslında "benliği" zorlayan bir konudur. Yoksa ayrıntılarda boğulanacak, akademik ilahiyat bilgileri ile yaşanabilecek bir konu değildir. "Sevgi ve İhsan O'lanı" sevgi ve ihsanı gerçekten hayat doğanız olarak edinmekle olabilecek bir iştir. Acılar yolu dediğimiz her tür dünya deneyimlerimizi, yaşam modellerimizi "mana yolu" dediğimiz "sevgi ve ihsanı yani Yaratan'ı edinme" yoluna döndürmemiz esası üzerine kurulmuş çok basit bir formül ama uygulaması da bir o kadar akıl değil hakiki benlik inkarını gerektiren bir formül söz konusudur.


Bunun için sonun beklentisi de ne yazık ki, bu basitlik ve netlikte anlaşılmak yerine senaryolara kurban edilmektedir. Oysa insanlık için her bir an içinde son bir anın bitişi ile birlikte bir an sonrasını açan ve aynı zamanda sonla sonsuzluğu birbirine bağlayarak sonsuz yaşamı oluşturan bir durumdur. Yani son ile sonsuzluk arasında son ile yeni bir başlangıç ve yeni bir son ve daha doğrusu bir an sonramızın sonsuzluk olduğu gerçeği bağlantısı vardır. Bu ciddi algılandığında sabitlik içindeki hareketlilik gerçeğini bize getirmektedir. Bu da muhteşem Yaratan'ın o envai çeşit renk harmonisi içindeki sabitliğinde yarattığı canlılığın en güzel ifadesidir. Bizce her bir zerrenin anlaşılması gerekmediği gibi keşfinde de inanılmaz hazları bir arada saklamaktadır. Yani her bir maddi keşif muhteşem kainatı bize açtığı gibi her bir manevi keşifte muhteşem mana aleminin içinde madde alemi ile birlikte muhteşemliğini bize açmaktadır.


TALEBELERİN SORUSU


Daha önceleri olduğu gibi Efendimizin bir çok öğretiş ve buyrukları hep günlük hayatın içinde özellikle talebelerin akıllarına takılıp da sordukları ya da eylemleri üzerine bizlere sunulmuştur. Bu da bütün öğretiş ve buyrukların hayata yönelik olduğunun güzel bir ispatıdır. Evet, gelecek daha önce dediğimiz gibi hepimizi ilgilendirmektedir ve elbette geçmişimiz ve geçmişimizin getirileri de. Bu nedenle çoğu zaman dille ifade etmesek de hep gönülde sorar dururuz.


Günümüzde bir çok insan hep geleceğe ilişkin bir takım ön bildirilerde bulunup durmaktadırlar. Bunun nedeni bu konunun oldukça yoğun bir biçimde sorulmasıdır. Hatta bazıları adeta geleceği bir manada yaşamışçasına bazı dini öyküleri ve verileri temel alarak ballandıra ballandıra geleceği anlatma gayreti içindedirler. Sanki tecrübe etmişlerdir ve üstüne üstlük herkesin de buna böyle inanmasını istemektedirler. Oysa dikkat edilirse Efendimiz ise bir liste vermekte ve talebelerini dolayısı ile insanlığı uyandırmakta ve uyarmaktadır. Bu listede yer alan ve insanlığın başına bir manada bela olan bütün bu zorlu durumlar gerçekte sonu getirmek için sanki bir yukarıdan uyandırma gibidir. Bir son gelecekse bu sonun gelmesi için insanlığın iyice "kendi alma arzusunun başına neler getirdiğinin" farkında olması gerekmektedir. Ancak böylelikle insan "dönüşüm ve değişime" ne kadar ihtiyacı olduğunu fark edebilecek ve gittiği yoldan dönerek hem kendi kaosunu hem de dünyasının kaosunu ıslah edebilecektir. İşte Efendimiz Mesih İsa esasında bunu söylemeye çalışmaktadır. Yani bir manada "bütün bu işaretler size bir kıyamet senaryosu yazdırmak yerine kendinize çeki düzen vermeniz içindir" demeye çalışmaktadır.


Çünkü bu listede insanlığın "acılar yolu" yürüyüşünde ne denli zorluklarla sıkıştırıldığı daha doğrusu kendi kendisini sıkıştırdığı net olarak görülmektedir ve bütün bu olaylarda insanlık çaresizlik içinde esasa yönelmek için uyanmaya başlayabilecektir. Ve esas yaratılış gayesini keşfedebilecektir. Çünkü yaratılış gayesi acı çekmek değil acılar içinde "benin" farkındalığında "benin üstüne" çıkarak Yaratan'a benzeme yoluna girilmesidir. Bu yola giriş "sonu getirecek olandır". Bu son "benlikte kıvranan ve hep kendi kendine sürekli sorunlar açan insanlığın sonudur". Bu son Mesih'in "ölüm ve dirilişle" sunduğu muhteşem mana kurtuluşunun bütün insanlık için gerçekleşmiş olduğu andır. Bu son esasında her anın bir sonraki ana gebe olduğu noktada "dönüşüm ve değişim" noktasıdır.

SON ÖNCESİ SONA ÇEKİŞ


Bu bağlamda Mesih'in son öncesi insanlığı sona çeken yedi bir manada yukarıdan uyandırılış görevi yapabilecek olan yedi zorluğa dikkat çekmektedir. İnsanlık ancak bu yedi zorlukla mücadele ederken esasında sonu davet edecek yani "dönüşüm ve değişimle" Ruh'un gönül gözünü açması ile Yaratan'ı edinme yoluna çıkacaktır. Bu yol ise "benliğe, maddeye ölüm ve sonra Mesih'te ve Ruh'ta Yaratan'a dirim yolu olacaktır". Bu yol bütün insanlığın Mesih'le buluştuğu Mesih'e erdiği, Mesih çağının başladığı noktadır.


Bu yedi zorlu konuyu esasında yedi yukarıdan uyandırılışı şöyle sıralamamız mümkündür; 1.Sahte Mesihler yani insanlığa hep kurtuluş bahşedip duran ama esas "mana yolu" anlamında kurtuluş bahşetmeyen sahte kurtarıcılar; 2. Sürekli çatışmalar, savaşlar, insanın insanı katletmesi; 3.Ülkelerin, devletlerin, milletlerin sürekli birbirlerine kafa tutup durmaları, birbirlerini ezip geçmeye çalışmaları yani toplu halde insanların gurur ve bencilliklerinin, yalnız kendilerini haklı görmelerinin ve yalnız kendi çıkarlarına göre dünyayı okumalarının hat safhaya gelmesi; 4. İnsanlığın özellikle doğaya karşı bencil direnişleri sonucu doğanın tepkisini çekmeleri, kıtlıkların, depremlerin artması, doğal afetlerin sürekli olarak insanlığı vurması; 5. Akıl almaz zulümlerin yapılmasına dünyanın adeta yüz çevirmesi, zulmün bir hak olmaya başlaması; 6.Tarif edilemez bir çok sıkıntıların, ruhsal bunalımların, insanlığın gelişimi ile bağlantılı bir çok sorunların gündemde olması 7.Ve kendilerini umut taciri kılan ve sahte cennet ve gelecek vaadinde bulunan bir çok sahte peygamberlerin, kendisini insanları güdecek konumda tutan önderlerin görevde olması.


Esasında bütün bu zorlu durumlar dünyayı sona hazırlayan durumlar olarak gösterilmektedir. Fakat bununla birlikte son değildir. Çünkü bütün bunlar dünyayı yani "acılar yolunda" yürüyen insanlığı "mana yoluna" hazırlamaktadır. Esasında son bütün dünyanı "mana yoluna" hazırlanmış olma hali sonrasındadır. Efendimizin bahsettiği o Mesihi düzey yani "kurt ile kuzunun bir arada oturma" düzeyi işte bütün bu zorlu aşamaların aşılması sonucu insanlığın kafasının bir manada dank ettiği "saran ışık Ruh ile yüreklerin açıldığı" ve aynı zamanda Mesih'in bütün yüreklere "kurtarıcı ve Efendi" olarak oturduğu düzeydir. İşte Mesih'in ikinci gelişi bu manada gerçekleşmiş olmaktadır. Çünkü böyle bir geliş bütün "acılar yolunun" yargı anıdır. Çünkü herkesin "mana yoluna" meyli "acılar yolunun" yargısıdır. Yani "Baba ve Ben biriz" anıdır. Yaratan'ı ifşa için parçalanmış ruhların Yaratan'ı tam olarak yansıttığı Yaratan sureti olma bütünlüğünün gerçekleştiği ve bütün kötü eğilimin "kişinin kendi benliği için alma" durumunun yargılandığı ve her şeyin "sevgi ve ihsana" dönüştüğü yani Ruh'ta Mesih olduğu andır.


İŞARETLER İŞARET DEĞİLDİR


Efendimiz sakın korkmayın! bunların olması gerek ama bu daha son demek değil demektedir. O zaman günümüzde bir çok işaretlerle günler tayin edenler, dünyanın sonu geliyor diyenler esasa göre, maneviyatın en üst düzey öğretişine göre tamamen kendi sonuçlarına varıyor demektir. Bütün işaretler dahi sadece "benliğinde düşmüş insanın" cansız düzeyden "konuşan" düzeye hareketini sağlamak için yukarıdan uyandırılıştır. Çünkü son ancak insanın o "büyük ıslah" dediğimiz düzeye yükselişindedir. O da son değil bir başlangıçtır.

Yani Yaratan düşüncenin muhteşem işlevinde Kendisini küçük zerreler halindeki ruhlardan yansıtarak yeniden yansımanın yeniden muhteşem Kendi varlığına dönüş anıdır. Bu an Mesih'in gelişi anıdır. Yani insanın şimşek gibi Mesih bedenini oluşturarak Ruh'un saran ışığında Yaratan'a geri dönüş anıdır. Işığın kaynağından fışkırıp binlerce huzmesi İle yansıma yüzeyine tam olarak nüfuz edip o yüzeyin ışığı tam olarak sindirmesinden sonra karşıya yeniden yansıtması hadisesidir. Bütün bunların oluşması bütün dünyanın yazıyla kışıyla, çölüyle ormanıyla bir bütün halinde hareketinde dünyayı bir bütün olarak oluşturmasıdır. Ve sonuç hayattır ve bu hayat Yaratan'a yansımadır. O zaman bütün insanlığın da artısı ve eksisiyle bütünlüğünü tamamlaması Yaratan'a Mesih'te bol yaşam olması ve Ruh'ta ve gerçekte Yaratan'la buluşması "insan insanı, Yaratan suretini getirip Yaratana sunacaktır". Bu an Mesih'in bütün "benliğin kendi için almasını, günahları" yargılama anıdır. Bu an Mesih'in ikinci geliş anıdır. Esasında birinci Adem'de, ikinci Adem'de düştüğü sıfır noktasında yükselmeye başlamıştır ve ikinci Adem'in yükselişinde bütünü Yaratan'la bütünleştirecek an ikinci geliş sanki üçüncü adımda ikinci Adem'in üçüncü Adem misali insanlığı Yaratan'ı "dönüşüm ve değişimle" edinmiş olanları "genel ıslaha" Yaratan'a almış olacaktır. Bu son ise bütün ruhların kaoslarının karşılığını bulması ve genel ıslahın "dönüşüm ve değişimle" "tövbe ve hükümranlığa ilhakla" yerli yerini bulmasıdır.


SON YARATANINDIR


O günü ve saati, ne gökteki melekler, ne de Oğul bilir, Baba'dan başka hiç kimse bilmez-Mt.24:36


Bu bütün yorumları noktalayan bir ifadedir. Kısacası insana düşen sonun ne zaman geleceği üzerinde durmak değil, efendisi eve döndüğünde işinin başında bulacağı hizmetliye ne mutlu -Mt.24:46 ifadesi doğrultusunda hiç bir batıla, işaretlere, söylentilere kulak asmaksızın yoluna devam etmesidir Çünkü çok net olan bir şey vardır ki, bu da sürekli olarak "dönüşüm ve değişimde" Yaratan'la form eşitliğinde olma yolunda Yaratan'ı edinme yolunda Mesih'in kurtarışını her gün biraz daha fazla gönenerek devam etmektir. Ve sürekli olarak "uyanık olmak, hazır olmak" bizi neyin nasıl olacağı, ne şekilde olacağı, kimin kurtulacağı, kimin kurtulmayacağı şeklinde bir çok konu üzerinde gereksiz vakit harcayıp hikayeler oluşturmak ya da bir takım ilahiyatçıların girift ifadeleri ile kendilerine adeta yeni inanış ve dinler oluşturan kişiler gibi olmaktan uzak durmak demektir. Biz Adem seviyesinden Mesih seviyesine her gün biraz daha "dönüşüm ve değişim" sürecini işleterek ışığın bütün gücünü edinerek bizden aksettirme yolunda devam edip durmalıyız. Unutmamalıyız ki esas yaratılma gayemiz "Yaratan'ı yüceltmek ve O'ndan sonsuza dek haz almaktır" ve elbette Mesih'inde ve Ruh'unda o muhteşem O'lanı "sevgi ve ihsan O'lanı" varlığımızda "sevgi ve ihsan olarak" edinmektir ve bu sevgi ve ihsanı Yaratan'ı kendisinde gördüğümüz bütün insan kardeşlerimize RAB ALLAH'ın Mesih'inde ve Ruh'unda yaptığı gibi paylaşmaktır. Gerisi abesle iştigaldir. Yaratan'ın Mesih'ine ve meleklerine açıklamadıklarını kendilerine açıklanmış olduğunu söyleyenlerden de her zaman uzak durmamız gerekmektedir.