XVII. DEĞİŞİMİN DORUKLARI (Matta 18:4)

Kim bu çocuk gibi alçak gönüllü olursa Göklerin Hükümranlığında en büyük odur-Mt.18:4

Efendimiz Mesih’in öğretişlerinde ilerledikçe adeta insanlık aleminde doruk noktalara doğru hareket ediyoruz. Yani maddenin sınırlılığında mananın sınırsızlığına doğru giderken, maddede küçülüyor, küçülüyor, küçülüyoruz ve mana da ise Yaratan’a doğru Ruh’un işleyişinde ve aydınlığında ve Mesih’inin Rehberliğinde yükseliyor, yükseliyor ve yükseliyoruz. Ama bu yükseliş ne benim size yükselişim, ne de sizin bana yükselişiniz. Bu yükseliş Ruh’un yeniden üst alemlerden geldiği şekilde yine üst alemlere yükselişi şeklinde kendisini gösteriyor.


BENLİĞİN EN BÜYÜK SORUSU


Bütün Ruh’un saran ışığı ve Efendimizin öncülüğünde yürüdüğümüz bu yolda esasında hep dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta hemen hemen aynı noktadır. Ve elbette öyle de olması gerekmektedir. İlahiyatçıların girift tarifleri, din tacirlerinin girift yolları esasında Yaratan’ın yolları değildir. Zaten bu nedenle kutsal yazılarda Yeşaya bölümünde “benim yollarım sizin yollarınız” değil şeklinde bir ifade vardır. Yani Yaratan’ın yolu çok sade görünümlü bir yol olmakla birlikte bir insan olma yoludur. Yani sınırları içinde Yaratan’ı gönenme, edinme yoludur. Bu yolda insan Yaratan suretine dolayısı ile Mesih’e dönüşme ve değişme yolundadır. Bu sadedir, nettir. Mesela “alçak gönüllü” olma bir fazilettir yeni dile göre bir erdemdir. Bu erdem ya da fazilet her ne ise dünyada en olmayacak kişilerde bile kendi yerel kelimeleriyle ifade edilmektedir. Yani bilinen bir kelimedir. “Eh herkesin bildiği bir konu zor olmasa gerektir. Hatta bu kavram üzerene öğretmeye bile gerek yoktur. Bize daha ağır kavramlar, daha girift yollar lazımdır ki, biz kendimizi bir şey olarak görelim ya da takdim edelim. Başkaları da bize vay be ne büyük bir insan desinler”. İşte, bazı ilahiyatçıların, bazı din tacirlerinin, bazı din adamlarının yanlış oldukları nokta budur.

Bakın bütün “efendimizin buyruklarını çalıştığımız şu metinlere ve bu metinlerin temeli olan cümlelere, kutsal yazı parçalarına bir daha bakın”. Mesih İsa’nın bizden talebi yukarıda girift yani karmaşık, anlaşılmaz olarak ifade edilebilecek olan hiçbir tarif beklemediği esasındadır. Aksine tarif değil tamamen ruh, manevi değişim, iç değişimi, kendisine dönüşüm ve değişim, Ruh’un tamamen bizde işlemesine müsaade etmemiz beklentisi vardır. Bu beklenti derindir. Bu beklenti bizi Allah’la birleştiren yani “amaç nedir?” amaç İsa Mesihin ilahiliğini her önüne gelene kanıtlama mücadelesi midir? Yoksa şahsın yani senin Mesih’te biçimlenmen midir? Elbette sana gelen ışık eğer hakiki ışıksa evvela seni aydınlatacak sonra lafa değil senin hayatına göre bu ışık insanların istifadesine sunulacaktır. Ne ibadet biçimleri, ne kılık kıyafet, ne din adamlarının şaşaası, ne sokaklarda din tacirliği, ne kanıt kitapları bunların hiç biri hakiki bir iman ehlinin Mesihi giyinmiş, Ruh’un saran ışığına bürünmüş ve Allah’ın kendisinde “sevgi ve ihsan olarak” hakikaten, tabiatından kaynaklı olarak yansıdığı şekliyle bir samimi insanın, insan insanın etkisini verecek değildir. Hani bizde işleyen saran ışık kutsal Ruh’tu? Hani bizlerin yüreklerini Mesih’e hazırlayan kutsal Ruh’tu? “Eee ama biz de müjdelemeliyiz ama planlar yapmalıyız, programlar yapmalıyız” sözlerini duyuyorum. Güzel güzel olmasına da ya “kendimiz için ne yapıyoruz?” sorusu evvel gelmeli değil miydi?


Efendimizin Mesihi yolu, Mesih talebeliği dünyada gelişen “dini” anlayışın çok fevkinde, çok üstünde bir “mana yoludur”. Bütün insanlığı kucaklayan, herkesin kültürüne, inancına, anlayışına, bakış açısına saygı ile kainatın Efendisinin bütün yarattıklarına ve elbette ve evvela insana güzellikle bakan, hürmet eden, kucaklayan, merhamet eden bir yoldur. Bu yolda “kutsal yazıların bir ucundan bir ucuna ayetleri birbirine karıştırarak kendi bilgeliğinde ve oluşturduğu mezhepsel anlayışlarda” bir diğer Mesihe bakanı yerden yere vuran ve kendisine protokoller, makamlar, sırça köşkler inşa eden, ya da başka insanları inanç, kültür ve algılarından ötürü yerden yere vuran bir öğretiş, bir kurtarış Efendimiz İsa’nın uğruna “haça gittiği”, “günahlara, kişinin kendisinden başkasını düşünmeme bencilliğine” kurban olduğu yol değildir.


Bakın bu nedenle burada bu soru, hepimizin “bencilliğinin, günahlılığının” haykırışı olan bu soru her konumda aklımıza gelen sorudur: “En büyük kim?” “Göklerin Hükümranlığında en büyük kim?” Yükseklerin aşağı çekildiği, manevi konumun yani Yaratan’ın kurtarışının, Mesih’i düzeydeki kurtarışın, Ruh’un rehberliğinde yaşayışın aşağıya indirgendiği kişinin tövbe ile, yani dönüşümle maddeden manaya döndüğü ve bunu her güne indirgemeye kalktığı durumda bile dikkat edin sorulan soru ve insanın “alma arzusunda kendi için alma içinde kendini hapsetmiş” insanın sorusu budur; “göklerin egemenliğinde en büyük kim?”. Ve bu soru 21.asırda hala sorulan bir sorudur; “en büyük kilise, en büyük müjdeci, en büyük patrik, en büyük piskopos, papa, en büyük katedral, en büyük cemaat, en büyük mabet, en büyük insan, en büyük, en büyük kim?”

TALEBENİN DÜNYASI


Eğer Mesih İsa ile birlikte yiyip içerken, yürürken doğa üstü üst düşünce ve izlenimlere tanık olurken bile eğer talebeler hala “madde ile mana” arasındaki o uçurum arasında Yaratan ipine tutundukları halde “tarzanvari” bir hareketle bir yandan bir yana uçuyorlarsa ve “Petrus dahi” “ilahi ve insani” düşünce arasında gidip geliyorsa o zaman bugünün “Mesih’i izlediklerini söyleyenleri olarak hangi mezhepte, hangi makamda, hangi düzeyde olursak olalım” daha ne kadar kendimizi İsa Mesih’in yani efendimizin buyruklarına göre “her gün bir daha, bir daha kontrol etmemiz” gerekiyor.

İlahiyat bakış açısına göre burada talebeler hala yeryüzünde bir krallık bekliyorlardı ve İsa Mesih’in hükümranlığının, krallığının gelişinde bu krallıkta, bu hükümranlıkta kendilerine bir yer edinme hayali ve çabası içindeydiler. Yani bir yanda biraz mana diğer yanda biraz madde talebeleri talep ve öğrenme arasında da bir o yana bir bu yana sallayıp duruyordu.

Aslında Matta’nın bunu kaleme almasında elbette efendimizin çok önemli bir noktaya temas ettiğini ve bu noktada da bize bir yol haritası verdiğini görebilmemiz harikadır. Çünkü esasında sadece bu noktaya bile bakılsa bütün Müjde’nin mesajı olan ve Mesih İsa’nın hayatıyla ortaya koyduğu bu mesajında “tövbe ve göklerin hükümranlığı” yani “dönüşüm ve değişim çağrısında” doruk noktasının ne olduğunu burada net olarak görebilmemiz mümkündür.


İsa Mesih’in daha önceki bölümlerde ifade ettiği ve “sevgi ve ihsanın” doruklarında olan kişinin “kendisini dostları uğruna fedası” ve “kurtarıcılığın en üst noktalarında” ölümünden bahsetmesi “talebeleri” bir anlık üzdüğü halde dikkat ederseniz özellikle “hükümranlık” kavramında maddi bir “krallık” beklentisinde bir makam düşünmeye bile başlamışlardır. Yani aynen bizim gibi biraz maneviyat ve biraz Mesih İsa’da sunulan kurtuluşu, bağışlamayı, merhameti “sevgi ve ihsanı” algılama ve hemen sonra dünyanın kurduğu hatta “din ve maneviyat” adı altında bile oluşturduğu sistemlere tabi olmak ve bu sistemlerde mevki, makam düşünmeye başlamak. Ne kadar biz, ne kadar da insanın “benliğinin” aynı paralelde semptomlara tabi olması. İşte Efendimizin buyruklarıyla bizi maddeden manaya getirmeye çalışmasının nedeni budur. Ama bizi o Yaratan suretinin ifşa etmesi yani dışarı yansıtması gereken duruma taşımak isterken diğer taraftan da bizim dünya gerçeklerinden kopmadan ve diğer taraftan da insan üretimi dindarlığa sapmadan bu maneviyatı edinmemizi ve kendisini giyinmemizi istemektedir.

DOĞASI DEĞİŞEN SORU


Henüz hamlık, tamlık arasında sıkışıp kalan talebelerin maddeden manaya yolculuklarında her attıkları adım Efendimiz Mesih İsa’nın bir anlamda yürek dokunuşları ile adeta “transforma” yani “dönüşüm ve değişime” tabi olmuştur. Bu dönüşüm ve değişimde bu sorunun da nasibini aldığını görüyoruz. Talebelerin kaygısı “göklerin egemenliğinde” ne konumda olacakları gibi bir kaygıdır. Soruları da “bu son nokta için olan sorudur”.

Oysa İsa Mesih onların bu sorularını tamamen değiştirilmiş bir halde değerlendirmiş. Onlara bir anlamda “siz göklerin hükümranlığında hangi makamda olacağınızı değil, oraya layık olup olmayacağınızı düşünün, oraya girip giremeyeceğiniz konusunda kaygı çekin” diyerek, soruyu bambaşka bir hale getirmiş, diğer bir deyişle sorunun doğasını değiştirmiştir.


Esasında bu bugün ve her gün bizim de sürekli sormamız gereken bir sorudur. Genelde dini çerçevede hep “Mesih İsa’yı kabul et kurtulursun, bağışlanırsın?” gibi kalıp cümleler adeta Pazar malı gibi sergilenmekte ve bir anlık baş ağrısı ilacı misali “Mesih’in yolu takdime” çalışılmaktadır. Oysa dikkat ederseniz buradaki sorunun doğasının değiştirilmesinde esasında Mesih’in nelere önem vermemiz gerektiğine dair çok büyük öğretileri vardır. Kurtarıcımız, efendimiz Mesih İsa bize adeta şunu söylemektedir. “Sonsuz hayatta nerede olacağınızı değil, oraya gitmenin esas yolunun nereden geçtiğini ve ne olmanız gerektiğini öğrenmeniz gerekir”. İnanç edinimdir. Edinim bilgi değil içsel devinimdir. Yani dönüşüm ve değişimdir. Tecrübeleriniz bir sonraki tecrübelerinize kapı açar. Ama tecrübeler bir takım “yeni çağ” dinleri tecrübeleri asla değildir. Mesela “alçak gönüllü olma ve sonuçları” ancak içinizde sizin doğanız olduğunda “bunun ince esenliği ve bereketi sizi insan insan yapmaya” başlar ve dolayısıyla Mesihi kurtarışla bütünleşen bu tecrübe ise sizi Ruh’un o nereden estiği, nereden geldiği belli olmayan ama mevcut esenliklerine, üst hazlara yani Yaratan’dan ve kurtarışından ve onla yaşamaktan sonsuza dek haz almaya ve O’nu yüceltmeye yönlendirecektir. İşte tecrübe ve inanç edinimi derken bu kelimelerin sağa sola algılanmaması esas olmalı ve esas ayakları yere basan, kainatla, ilimle, bilimle bütünleşen ama “mana yolunda” yani Efendimiz İsa Mesih’in bu eşsiz buyruklarıyla ve kurtarışıyla yoğrulan bir yolda yürüme esası olmalıdır. Bu ışık olmak anlamındadır. Bu başkalarına da ışık olma anlamındadır. Ukala, din taciri ya da benzeri kendi değişmeksizin insanları değiştirme üleması olma asla değildir. Eğer İsa Mesih öyle olsaydı “haç” denilen bir kavramın dahi olması mümkün değildi. Ama günümüz Mesihi yansıtan bir çokları ne yazık ki, sadece bu mübarek isim ve isimlerle ne yazık ki, kendi belki maddede büyük ama manada küçük ve eninde sonunda hüsrana uğrayacak krallıklarını kurmuş ve idare etmeye çalışmakta ve insanlığa anlık faydaları görünmüş gibi olsa da esasında büyük bir ilizyonla sonuç olarak geneli itibariyle büyük ve dönülmez manevi zararlara da yol açmaktadırlar.


DOĞASI DEĞİŞMESİ GEREKEN TALEBELER


Efendimizin burada sorunun doğasını değiştirmesi esasında soruyu soran zihniyetlerin ve yüreklerin değişmesine yol açma maksatlıdır. Yani daha öncede dediğimiz gibi Efendimizin buyruklarında hedef “kendi kurtarışında” öncelikle talebelerini ve sonra manevi manada Efendimizi izleyen ve kurtarışını gönenen bütün talebelerinin “dönüşüm ve değişimi” söz konusudur.


Bugün insanlar farklı dinleri değerlendirirken ve hatta din değiştirdikleri zaman şöyle bir soru sorarlar; “şimdi ne yapmam gerek?” esasında bu soru burada eğer Mesih talebesi olmak için soruluyorsa Efendimizin öğretileri doğrultusunda “ne yapmak gerek” diye bir soru yöneltilse cevabı “nefsini inkar et olacaktır”. Çünkü esas Mesih’i yüreğe almak denilen nokta oradadır. Yani “sevgi ve ihsan” o noktadadır. Bunun için usul kitapları, prensipler, tanıklıklar esasında hep ikincil ve yerel, kültürel, insanı kategorizelerdir. Mesih’i yolu Yaratan yolunu ta Adem’den Mesih’e ve sonra sonsuzluğa yolda “sıratı müstakim” yani “dosdoğru yol” yani “ Allah yolu” yani “İsra(e doğru)-el (Allah) yolu” (asla burada İsrail bugünkü devlet ve millet anlamında değildir manevi manadadır) kısacası “mana yolu” tektir, değişmemiştir, birbirinden farklı dinlerin yolu değildir. Üstüne bazı insani uyarlamalar, dinler, mezhepler, kendi kendine var olmuş insani kurum ve kuruluşlar oturmuştur. Bu durumda kısacası “ne yapmam gereken” sorusunda “Mesihi cevap” bu “mana yolunun” “bu İbrahim yürüyüşünün” tek cevabı “alçal” “nefsini bırak” “her şeyi kendinden üste al” çünkü “sen bir zerresin” sadece “kendini Yaratan misali sevgi ve ihsanla boşaltırsan” işte o an sen “Baba ve ben biriz” ilkesinde Yaratan’la bir manada bir olursun ve bu Mesih’le bütünleşip Ruh’ta yükseliş noktasıdır.


Kısacası İsa Mesih ta başından beri “talebelerinin bu dönüşüm ve değişime” tabi olmasına ve dolayısıyla “kendisiyle dolmalarına” yol açma çabasındadır. Bir manada bu “alçalış prensibi -beni Sana döndür, döneyim”- Yer.31:18 kavramıdır. Çünkü kişinin esas Yaratan’ı bulması “kendisini tamamen boşaltması” kavramındadır. “Kendi için almasından vazgeçmesi” ve “vermek için Yaratan’dan bol bol alması” hakikaten Mesih’e bürünmesindedir. Bu noktada artık Mesih bendedir ve Ruh bende hakikaten işleyendir. O noktada “ben olan ben” artık yoktur “BEN O’lan BEN” vardır. Bu hakiki “mana yoludur”. Bu hakiki “Mesih talebeliğidir”. Hakiki “yolun yolcusu” olmadır. Ve “yola uyum” ve elbette “uyum talebesi” olmadır.


YENİ DOĞAMIZ – ÇOCUK OLMA


Bu noktada Mesih İsa’nın örneği hepimizi özellikle “yükseklerde gezinenleri biraz ürkütecek bir örnektir”. Bir manada “Peki, alçalmak ne demektir?” tarzındaki bir soruya binaen verilen net ve herkesin edindiği ve hayatından çok iyi bildiği bir örnektir. Bu durum “çocuk olma halidir”. Yani burada çocuk derken kast edilen esasında “inanç edinimi” “Mesih’te biçimlenme” “kurtuluşu gönenmiş” bir imanlı olma halidir. Yani bu hal bir takım teolojik bilgileri bülbülleyip, ezbere dini dışa yansıtmak değil, bir yaşam halidir, bir yaşam düzeyidir. Bu düzeyde çocuklukta henüz kirlenmemiş bir dünyaya bakış saflığı vardır. Kötülükleri bile çabuk unutma, kızgınlıklardan biraz sonra vazgeçme, affetme, tolerans, merhamet gibi daha bir çok vasıfların, dünyaya bakışta en olmayacak şeyleri bile olur gibi görmenin çok net, temiz, saf başlangıç noktaları vardır. Çocuk kendisini büyük göremez, çocuk hep başkalarını kendinden büyük görür ve ona göre itaat eder ve çocuk esasında hep öğrenir, hep sorar, hep arar ve daha neler neler? Tabi bu örnekte genel olarak çocukluğun olduğu esastır. Elbette kötü etki ve yetiştirme sonucu çocukta “benini fark etme yolunda” kendi için alma arzusunda yaratılmış olarak bir çok kötü eğilime sahiptir. Ama bu örnekte genel anlamda o henüz bir çok dünyeviliğin yüklenmediği çocuk saflığı örnek olarak verilmekte ve hatta bu saflığa zarar verecek olanların büyük bir hükmü üstlerine çektikleri uyarılmaktadır. Yani bu bölümde “çocukla” kast edilen bir çocuktan ziyade esas Mesih talebelerinin olması gereken “inanç edinim” düzeyleridir.


İşte bu nokta yani inanç ediniminde kendimizi Mesih’in kurtarışında ve öncülüğünde ve Ruh’un aydınlığında ve rehberliğinde O Yüceler Yücesine doğru hareket ederken manevi manada olmamız gereken, erişmemiz gereken nokta “çocuk yüreği” noktasıdır. Bu “dönüşüm ve değişimde” esas arzu edilen doruk noktadır. Bu nokta bizi Mesih’in kurtarışını tam gönenmiş ve Ruh’un rehberliğini tam almış olma noktası olacaktır. Ve bir diğer değişle mesele “göklerin hükümranlığında” ne mevkide, hangi düzeyde, nerede olacağımız değil “göklerin hükümranlığını” ne şekilde edineceğimizdir. İlginçtir böyle bir hükümranlığı edindiğimiz nokta esasında dünyadır. Mesih’in kurtarışında o hayatı ile sunduğu ölüm ve diriliş ediniminde bizlerde nefse ölüm ve dirilişimizle “yüksekleri aşağıya çektiğimiz yer” burasıdır. Yani “sonsuz yaşam” “cenneti ala” zaten cennetin ve cehennemin büyük bir yansımasının mevcut bulunduğu şu dünya hayatımızdadır. Ve madem sıfır noktasına “beni” tanıyarak “BEN’i” yansıtmaya, ifşa etmeye buraya geldik. Yukarıda olan her şeyin küçük bir numunesi burada olarak ve bunun farkında olanların “Mesihle ve Mesihi düzeye” eriştikleri yer burasıdır. Yukarıdan gelen yine buradan yukarıya yansıyacaktır. Ama bu inişin manevi manada yüreklerde de bir iniş gerçekleştirmesiyle yani “tam bir alçalışla” yeniden yükselişe yol açılmış olacaktır. İşin fiziği, işin doğası budur. O zaman “hakiki ve Mesihi manada alçak gönüllülük” “dibe vurma şartıdır”. “Dibe vurmak” “haça çakılmaktır”. Bunlar hep mecazi ifadelerle bu inanılmaz büyük ve muhteşem manevi hakikatı vurgulamak içindir. Yükseliş o noktadandır. Bu nedenle “hakiki Mesih’i alçalış” bir hakiki Mesih talebesi için “değişimin doruklarıdır”.