XVI. VE AŞAĞIDAN VERİLMEDİKÇE (Matta 16:24)


Ardımdan gelmek isteyen kendini inkar etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin-Mt.16:24

Yukarıdan verilmedikçe aşağıdan almak mümkün değildir. Bunu zaten bir önceki konumuzda da irdelemiştik. Efendimizin özellikle "Petrus'un tanıklığı üzerine inşa ettiği" insanın manevi kazanımı hepimiz için Yaratan'ı edinmemiz konusunda en önemli noktalardan biridir. Çünkü bu tanıklıkta Mesih İsa'nın bütün hayatı ve öğretileri ve hayatını uğruna verdiği Müjdesi uğruna söylediklerini ve yaptıklarını tam olarak algılama gerçeği vardır. Diri O'lan yani hayatın esas kaynağı O'lan, kendisi hayat O'lan' Yaratan'ı, o en üst seviyelerdeki Yaratan düşünceyi en üst nitelikleriyle ve en üst düzeyde yansıtan olarak tanıyabilmek, algılayabilmek esasında Yaratan'ı edinmenin anahtarını elde etmek anlamındadır. Bu manada Mesih İsa'yı algılamak gerçekten insan bedeni ve algı sisteminin üstünde gönlün Yaratan'ın saran ışığında hakikaten açılması anlamına gelmektedir. Bu da ancak yüksek bir durum olması nedeniyle "yukarıdan verilmeye" bağlıdır. Daha önce bu konu üstünde durmuştuk. Yukarısı derken bizim madde dünyamızın üstünü kast ettiğimizi dile getirmiştik. Yoksa bizim üstümüzde ya da altımızda var olan bir takım dünyasal algı seviyelerinde bir takım varlık ve oluşumlardan bahsetmediğimizi söylemiştik


Yukarıdan verilme Yaratan'ın o "sevgi ve ihsanında" bize sunulan ışığının tam yerine ulaşmasıdır. Bu noktada "benlik çerçevesinde" varlığını sürdüren kişinin "kalp noktası" açılmaktadır. Şimdi bu noktanın açılması esasında kişiye kurtuluş kapısının açılması demektir. Ama bu kapı ancak Mesih'in yani bütün öğreti ve değerleriyle Mesihi düzeyin o açılan noktadan içeri girip orada temelli bir düzey oluşturmasıyla "kurtuluş" dediğimiz Yaratan'ın kişiyi "benliğinden" Yaratan "varlığına" çevireceği o muhteşem dönüşüm ve değişim hareketi gerçekleşmiş olacaktır. İşte bunun olması demek aşağıdan çalışmak anlamındadır. Bu da gerçekten kurtarıcımız, efendimizin biz de biçimlenmesinde manevi manada kendi canımızı ve kanımızı "sevgi ve ihsan O'lan'ı" doğal bir biçimde yansıtma şeklinde vermemiz demektir.


Yani "yukarıdan almadıkça aşağıdan bir şey yapmamız da mümkün olmayacaktır". Aynı zamanda yukardan almamız demek, diri O'lanın bütün yaratan düşüncesi içinde işlevini kendimize çekmiş olmamız demektir. Bu işlevde biz de işleyen bir manevi mekanizmayı harekete geçirecektir. Bu durumda doğal kişinin dönüşüm ve değişiminde yani Ruh'un, saran ışığın o muhteşem transformasyona tabi tutan dokunuşlarında Mesih esasında biz de belirmeye ve işlemeye başlayacaktır.

ZOR ALGI


Esasında bu "mana yolunun" esası olan "kendine ölme ve yepyeni bir yaşama dirilme prensibi" hakikaten kolay kolay algılanabilecek bir kavram değildir. Aşk gibi bir içsel edinimi ancak edinim sahibi birisi algılayabilecektir. Aşkta gerçekten kişinin iç dünyasında Yaratan'ın yaratma işlevinde motif motif işlediği duygulardan, algılardan, hislerden biridir. Yukarıdan verilmeye teşbihte hata olmaz bir örnektir. Kısacası normal normda bir insan eğer Kutsal Ruh'un işleyişi olmadıkça bu kavramı yaşamında hissedebilmesi Mesih İsa'nın bahsettiklerini ve kurtarış Müjdesini algılayabilmesi mümkün değildir.


Yazılara baktığımızda Efendimiz Mesih'in talebelerinin bile bazı söylemleri algılamada zorlandıklarını görüyoruz. Bu gerçekten kolay değildir. Çünkü özellikle "kişinin dostları uğruna kendisini feda etmesi" öğretisinde "kendini kurtarıcı ve efendi" olarak feda etmesi hiç anlaşılır gibi değildir. Bu nedenle Petrus "bu senin başına asla gelmeyecek" şeklinde bir karşı çıkmayla Mesih İsa'nın kendi ölümüne ilişkin ön bildirisine tepki göstermiştir. Efendimiz İsa'nın buradaki cevabı da oldukça ilginçtir; düşüncelerin Allah'a değil, insana özgüdür-Mt.16:23

İnsanlar genelde inandıkları inançları içinde kendi sosyal konumları, birliktelikleri ve aynı zamanda psikolojik durumları için belli bir rahatlamayı bulma peşindedirler. Aslında bu günümüz Hıristiyan inancı içinde de geçerli bir durumdur. Yani kişiler kendi iç değişimlerini, kendi alma arzularına ölmeyi ve yeni yaşamda Mesihi düzeyde bir yaşama dirilmeyi hiç bir zaman arzu etmemektedirler.

Daha doğrusu bu onlar için kolay algılanabilir bir durum değildir. Çünkü kişinin kendi içine bakıp ıslah etmeye kalkışması elbette kişiye rahatsızlık verecek bir durumdur. Bu nedenle zordur. Mesih İsa ısrarla Yeruşalim'e yürümeyi ve orada başına gelebilecek olanlardan bahsedip durmaktadır.


YÜREĞE YÜRÜYÜŞ


Yeruşalim mabedin bulunduğu merkezdir. Ve bu merkez de esas ibadet merkezinin yürek olduğuna işaret edecek ve bu yüreğin yerle göğün daha doğrusu toprakla yani arzu ile esenliğin, ıslahın birleştiği o merkez de ölümü ile yeri göğe bağlayacağı bir yer olacaktır. O nedenle Yeruşalim önemlidir. Ama nasıl Mesih İsa tapınağı mecaz olarak algılayarak esas tapınağın yürek olduğundan bahsediyorsa o zaman esas Yeruşalim'i de bir yerden ziyade muhakkak bu merkez olma konumundan ötürü öne çıkarıyor olmalıdır. Ve bir zeminin emin olması, bir zeminin esenlik içinde olması esasında kişinin o noktada "kendisine ölmesi ile başlamaktadır". Yani "nefsin inkarı olmaksızın" Mesih İsa'yı izlemenin, Mesih'i gerçekten sevmek olan buyruklarını izlemenin mümkün olması söz konusu değildir. Adeta Mesih İsa'nın ölmek için Yeruşalim'e yolculuğu yüreğe yolculuktur. Yürekte "kişinin kendi için almasına" ölmesi ile Yaratan'ın niteliği olan "sevgi ve ihsana" yani "sen için almaya" doğması için yapılan bir yürüyüştür. Adeta samimi bir Mesih talebesi manevi manada "nefsine ölümü" ve "Mesih'e dirilişi" ile sonsuz yaşam yolcusu olmaktadır. Bu samimi ve hakiki İsra-el (kavim anlamında ya da millet anlamında değil Yaratan'a yürüyen kelime anlamında) olmak demektir. Yüce Yaratan'ın antlaşmasının evladı olmak demektir.


1.O zaman dikkat edilirse eğer hakiki bir Mesih talebeliği eğer söz konusu ise o zaman bu talebelikte ilk prensip Mesih'in haç üzeri ölümü ile nefsi inkarı birleştirip yepyeni bir hayata doğmak olmalıdır. Yani bu manada haç yoksa hakiki manada Yaratan'ı edinme olan Yaratan'ın Mesih'inde ve Ruh'unda kurtuluş hayatı olması söz konusu bile edilemez.


Çoğu zaman dindar bakışta haç adeta bir idol gibi Mesih İsa'nın neyi, ne için, neden yaptığı kavramlarının çok önüne çıkarılmış bir durumdadır. Yaratan yüce Allah ve O'nun yüceliğinde Mesih'inin ve Ruh'unun bizim kurtuluşumuz için yaptıklarının hayatımızdaki dönüşüm ve değişim hareketini getirmesi adeta çok arkalarda kalmıştır. Bunun yerine Efendimizin bedendeki acıları her şeyin dışında daha çok öne çıkarılmış ve haç adeta Mesih İsa'nın ölümü yani başına gelenler salt olarak bizim için bir kurtuluş bayrağı olarak algılanmış ve bu dışardan algıyı edinenlerin Mesih'in dinine tabi olduğu gibi bir takım öne doğru söylemler çıkarılmıştır ve bu inancın temeli olmuştur. Oysa burada dikkat ederseniz hadise oldukça farklıdır. Yani elbette Mesih İsa bizim günahlardan kurtulmamız için kendisini haç üzerinde feda etmiştir ve dirilişle bize yaşam vermiştir. Ama bu olay sadece Efendimizin kendisini fedasına iman etmemizle bize hayat veren bir kavramın çok ötesindedir. Benim "kendi çıkarlarım uğruna alma arzumu yani günah, günah diye sürekli tekrar edip durduğum beni Yaratan'dan uzaklaştıran o iç olguma" ölmem gerekmektedir.


2.Mesih İsa'nın Petrus'a verdiği cevapta esasında bir başka önemli konuya daha dikkat çekilmektedir. yani eğer "Mesih İsa'nın kurtarışında ölme" kavramı iyi algılanmıyorsa o zaman Petrus gibi mana ve madde arasında gidip gelen bir kişi olarak bir yaşam sürmekten kurtulmamız mümkün olamayacaktır. Ancak böylesi etkin bir müjde ile kişiyi günahlı varlığından yani "kendi çıkarı için alma arzusunun" o derin kuyularından çıkarabilecek olandır. Efendimizin kurtarışı bu nedenle başka kimsenin veremeyeceği bir kurtuluş olarak karşımıza çıkmaktadır.


Zaten bu gerçeği algıladığı noktada Petrus'un şöyle bir ifade kullandığını görüyoruz; bizler günah karşısında ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye, günahlarımızı çarmıhta kendi bedeninde yüklendi O'nun yaralarıyla şifa buldunuz-1.Pet.2:24. "Bizler günah karşısında ölelim, doğruluk uğruna yaşayalım diye" sözlerinde esasında aşağıdan kişinin kendisini Yaratan'ı edinme yolunda "mana yoluna" teslimi esası vardır. Yani Efendimizin kendisini feda etmesi bizi Mesihi düzeye taşıma maksatlıdır.


Bunu algılamak için "yukarıdan verilmesi" yani "kutsal Ruh'un kalp noktasını" açması esası vardır. Bu an lütufla kurtuluşun yani Mesih'in kurtarışının yüreğimize gelmesi noktasıdır. Yalnız bu tohumun aynı "hükümranlık meselinde olduğu gibi" meyve vermesi verimli toprağa bağlıdır. Yani aşağıda bir şeylerin bu tohumu işlemesi esastır. Aksi takdirde Efendimiz Mesih'in sevmediği bir dindar görünüm ortaya çıkacak ve kişinin kendi dışında olmuş olan olaylara imanı gibi edinilmeyen yani Yaratanla form eşitliğine girilmeyen bir imana sahip olunmuş olacaktır. Bu Mesih İsa'nın Petrus'a cevabında çok net olarak kabul etmediği bir durumdur. Böyle bir düşünce Yaratan'a değil, anlık hazlarla gördüklerine tapınmaya meyilli insana ait olan düşüncedir.


YARATAN'A YÜKSELİŞ


Yüreğe yürüyüş Ruh'un yukarıdan yani üst dünyalardan verdiği aydınlığın yürekte ilerleyerek Mesih'i yüreğin merkezine koyması demektir. Bu durumda kendi içinde üç aşamada kişiyi sonsuz yaşama yani Yaratan'a yürütecek daha doğrusu yükseltecek olandır. Bu yükseliş esasında Yukarıdan verilenin aşağıdan kişinin kendisini Ruh'un aydınlığına kendisini Mesih'te Yaratan'a vermesi ile olan bir sonsuza yükseliştir. Yani Yaratan suretine dönüşen insanın günahın boyunduruğundan Allah'ın lütfunda, O'nun muhteşem katına "benden" "BEN'e" ulaşma özgürlüğüdür. Bu yolculuk zaten "BEN BEN O'LANIM" diyenin bağrından kopup "kişinin benlik düzeylerinde gezinmesi ve benliğini, günahlılığını keşfetmesi ile" kurtuluşa olan ihtiyacının farkındalığında Mesih'te kurtuluşa erişmesi yolculuğudur. Ve herkesin dönüş noktası olan Yaratan'da tamamlanmak durumundadır. Ama ancak Mesih'te ve Mesih'le.. O zaman yüreğe yürüyüşle başlayan Yaratan'a yükseliş yolunda üç seviyenin yerli yerinde ifade edilişi vardır;


1.Kendini inkar: Aslında buraya kadar izah ettiğimiz bir çok nokta da dolaylı da olsa kendini inkar konusundan bahsetmiştik. Şimdi bunu biraz daha spesifik olarak değerlendirecek olursa kendini inkar demek öz benimiz, giydirilmiş benimiz ve olmak isteğimiz benimizden oluşan o "egomuzun" sürekli alma arzusunu tamamen ters yöne çevirmektir. Mesih İsa'nın Yeruşalim'e yürüyüşü ölmeye yürüyüştür. Bu ölmeye yürüyüşte dikkat edersek yükseliş başlayacaktır ve doğal haliyle insan fikri, kötüye olan meyli ile böyle bir ölümü, hele hele böyle bir şahsın ölümünü asla kabul edememektedir. Ama hayır esas olması gereken, esas hayat için olması gereken ve gerçekten sırrı yani yaratılmış sırrını keşfetmek için gereken kişinin kendi benliğine ölmesidir. Bu nedenle kurtarıcımız Mesih İsa'nın bizim kurtuluşumuz, günahlarımızın aflığı için ölmesi bize "yukarıdan açılan sır" gibi yukarıdan verilendir. Bunun tam olarak gönenilmesi ise bizim aşağıdan "kendimizi teslimimize" "kendimizi vermemize" bağlıdır. Bu toprağa tohumun düşüşü gibidir. Filizin yukarıya doğru hareket etmesi verimli bir toprağa düşmekle yani önce ölüp gömülmekle bağlantılıdır. Bu Mesih İsa'da bize öğretilendir. O zaman bu öğretiş manevi manada kişinin yaşarken kendi "benliğinin arzularına" ölmesi "kendini inkardır".


2.Haçı yüklenmek: Sadece kendi nefsimize "hayır" demek esas olması gereken değildir. Aynı zamanda Yaratan'ın o muhteşem kainatı içinde bütün sistemlerine tam uyum içinde bir uyum talebesi olarak "sesine kulak vermek", Mesih'inde biçimlenmek, Ruh'unun rehberliğini kabul etmek manasında O'na "evet" demekte esastır. İşte bu "nefse hayır", Yaratan'ın "sevgi ve ihsanında" Mesih'ine ve Ruh'una "evet" demek bir arada "haçı" yüklenmektir. Çünkü görüldüğü kadar kolay olan bir şey değildir. Bedenin ölümü ne kadar acı ve zorsa yukarıda zikrettiğimiz bu evet ve hayır ile bir yaşam da bir o kadar zordur.


Birçok insan için "haçı yüklenmek" rahat bir biçimde Mesihi bir hayatı yaşamasına mani olan aile fertleri, toplum ya da benzeri engeller olarak algılanmaktadır. Bunlar elbette birer engel olmuş olabilirler ama Mesih İsa'nın ifade etmeye çalıştığı şekilde birer "haç" değillerdir. Dikkat edersek haç olayında inancın niyetinin netliği ve "benliğimizin arzusunun tersine" yani zor olana "evet" demektir. Örneğin; öfkelenmek esas doğal meylimizken, bu meyle Mesih'in o muhteşem kurtarışını gönenmiş bir kişi olarak "hayır" diyebilmek ve öfkeyi yani "benin kendi için almasını" durdurabilmektir.


Bu çok zordur. Esas haç böylesi binlerce bencil arzuları transform edebilmek "sevgi ve ihsana" çevirebilmektir. Oysa evde sorun çıkaran eş elbette bir zorluktur ama "haç" değildir. Çünkü bunları biz değiştiremeyiz. Bunları transforma tabi tutmamız bazen imkansızdır. Ama kendimizi, arzularımızı, benliğimizi transforma sokmamız Ruh'un rehberliğinde Mesih'in kurtarışında mümkündür. Ve bunun doğal olarak olması ve doğal olduğu kadar aynı zamanda sürekli olarak "sevgi ve ihsanda" bir sunumla kendini göstermesi işte bu haçın yüklenilmesidir. Açı doyurmak, susuza su vermek, çıplak olanı giydirmek, karşıdaki insanı hissedebilmek, onunla empati kurabilmek ve bir başka deyişle Mesih'in gözlerinin gözlerimizde olması, ellerinin ellerimizde olması, merhametinin merhametimiz olması "haçı yüklenmiş" olmak demektir. Bir başka deyişle Yaratan'ın bize sunduğunu başkalarına sunabilmeyi bilmek ve bunu doğal olarak ve gönülden ve "sevgi ve ihsanda" verebilmek esastır. VE aşağıdan vermedikçe Mesih'le Mesih İsa'da Yaratan'a yükselişin olması mümkün değildir. Bunu Pavlus Allah'ın merhameti adına size yalvarırım; bedenlerinizi diri, kutsal, Allah'ı hoşnut eden birer kurban olarak sunun Ruhani ibadetiniz budur-Rom.12:1 demektedir. Yani böylesi bir teslimiyet nefsin terki sonucunda kişinin edinebileceği bir durumdur. Bu noktada nefsin terk ettiği yere Ruh'un açtığı yoldan Mesih gelmiştir ve Mesih teslimiyettir. Yaratan'a uyum demek olan bu durum Mesih'in talebesinin bir "uyum talebesi" olma durumunda ortaya çıkmaktadır.


3.Ardı sıra gitmek: Görüldüğü gibi Mesih İsa'nın yüreğe ağız ile daveti hemen bir kimyasal formül gibi bize sonsuz yaşamı getiren bir durum değildir. Öncelikle kalp noktasının Ruh'un işleyişinde açılması ve sonra kişinin "kendi için alma arzusunu" transfer için dönüşüm ve değişime tabi olması gerekmektedir. Bu süreç Mesih'in kurtarıcı olarak yüreğe alınması ve yüreğe Efendi olarak samimiyetle edinilmesi sürecidir. Bu yepyeni bir doğuş sürecidir. Bir bebeğin dünyaya gelmesi sürecidir. Bu süreçle Mesih İsa'da tam yol alarak hakiki bir "yeni doğuşta yaşama" geçiş Yaratan'a yürüyüş daha doğrusu yükseliş üç aşama gerektirmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu sürecin ilk seviyesi "nefsini inkar seviyesidir". İkinci seviye ise "haçı yüklenme" seviyesidir. İşte bu iki seviye sonucu hakikaten Mesihi düzey artık etkendir. Yani Efendimizi hakikaten edinerek izlemek o seviyededir.

Kısaca tekrar edersek dönüşüm ve değişim yeni hayata giriş kapısıdır. Bu ölüme yani Yeruşalim'e yani yüreğe yürüyüş evresidir. Bu evreden sonra 1.Nefsin inkarı 2.Haçın yüklenilmesi 3.Efendimizin Ardı sıra yürünmesi artık Yaratan'a doğru manevi manada yükseliş yürüyüşüdür. Bu süreçler inişli çıkışlı ve birbirine girişli çıkışlıdır. Yani bütün bu süreçleri nerede başlar nerede biter diye kategorize etmek mümkün değildir. Çünkü manevi manada her insan farklı seviyelerde farklı farklı algı ve hissedişlerle devam etmektedir. Ama bizim bu tariflerimizde hep üç aşağı beş yukarı bir ileri bir geri olmak kaydı ile kişinin kalp noktasının açılması anından ışığı içine alması ve kendisi için almayı durdurarak bunu sevgi ve ihsana döndürmesi haliyle Mesih'i bir yüreğe sahip olması ve sonra tam bir nefis inkarı ve haç yüklenişi ile Mesih'i izlemesi şeklinde bir dönüşüm ve değişim sürecinde ifade etmemi mümkündür. Unutmayalım ki bir insan rahme düştüğü andan konuşup yürümeye başladığı ana kadar bir çok evrelerden geçmektedir. Önce sürekli alma durumundan sonra kendisi aldıkları ile verme konumuna doğru adeta "doğuş" yani dönüşüm ve "yeni yaşamda yürüyüş" yani değişim ve sonrası Yaratan'ı edinme yani O'nunla Mesih'inde form eşitliğine erme "yükseliş" şeklinde devam eder durur. Bu dairesel döngü manadan maddeye, maddeden manaya yaşamın her aşamasında kendisini göstermektedir. Demek ki, yukardan verilen lütfedilen kurtuluş yolu aşağıdan tam bir teslimiyeti, tam olarak kişinin kendini Yaratan'ın yoluna vermesiyle esas gayesine ulaşmış olmaktadır. Bu nedenle sözün adımlarım için çıra, yolum için ışıktır-Mz.119:105 denilmektedir.


VE YARATAN'I EDİNMEK


Daha önce defalarca dile getirdiğimiz gibi Mesih'in öğrencisi olmakla, talebesi olmak arasında büyük bir fark vardır. Talebe, talep edendir. Öğrenci öğrenip belli bilgileri alıp yolunu bu bilgileri edinmeksizin sadece aklıyla da kendisini bir inanç içinde görebilir. Oysa Mesih talebesi olmak demek Yaratan'ı edinmek demektir. Mesih'i kurtarıcı ve efendi olarak yüreğe hakim kılmak ve Yaratan'ın kendi suretinde gördüğü Mesih düzeyine ulaşmak demektir. Bütün bu noktalarla Yaratanı bilen olmak değil tanıyan olmak demektir. O'nu Ruh'unun ışığında Mesih'inde edinen demektir.


İnsan kötü eğilimin etkisinde ve sürekli kendi benliği için ve çıkarı için almasının etkisinde sürekli bir şeyler edinebilir. Hatta kendisine bir takım makamlar, ünvanlar da verilebilir ama bütün bunlarla ulaşabileceği tek şey dünyasal olarak sürekli olarak anlık tatminlerin sonsuz tatminsizlikleridir. Yani sonunda dünyayı kazanmış ama kendi canını kaybetmiştir. Çünkü tatminsizlik ışıksızlık demektir. Yaratan'ın varlığında O'na yürüyen yaşamda Mesih'in kurtarışında tatmin ise manevi hazzın doruklarında alınan ışığın yansıtılmasın hazzıdır. Bu haz karşılıksızdır. Ve olması gerekendir.


Bu anlamda can yani Yaratan'dan kopup gelen ve kendi benliği keşfinde bir türlü yolunu bulamayan can kendi üzerinde Yaratan'ın ışığını alana dek ve O'nunla geldiği yöne harekete başlayana dek esasında kayıptır. O nefis bütün dünyayı talep edip gezinecektir. Ama elini neye uzatsa uzattığı şeyler hep kaybolacak olan şeylerdir.


Oysa Mesih'in kurtarışında insanın esas var oluş gayesi üzerine yaşamını yönlendirip transforma uğratması ise Mesih'in o muhteşem ıslahının gerçekleştiği ve dönüşü olarak beklediğimiz o anda, karşılığını net bir biçimde ıslah ve esenlikte ve Yaratan'ı edinmenin üst seviyelerinde bulmuş olacaktır. Yani kısacası "mana yolu" ölümsüzlük yolu olarak "sonsuzluğu" çekecektir. "Acıların yolu" ise ağlayış ve diş gıcırtısını. Elbette mana yolunda "yolun dostu olmak" ancak yukarıdan verilme aşağıdan verilmekle karşılık bulduğu sürece mümkün olacaktır.