XIV. KİMDE VARSA (Matta 13:12)


Kimde varsa , ona daha çok verilecektir- Mt.13:12

Tohumun hakikaten çok ürün vermesi hem tohumun sağlığına hem de tohumun düştüğü toprağın elverişli olmasına bağlıdır. Bu iki yönlü denge sağlandığında o tohum kendi içinde yüklenmiş olan programı dahilinde ürününü vermek durumunda olacaktır. Bu Yaratan düşüncesinin eşsiz Yaratan işlevidir. Ve sonuç Yaratan'a aitlik olacaktır. Kainatta gördüğümüz bu olgu hiç kuşkusuz manevi hayatımıza da büyük bir mana yüklemektedir. Yani her şeyden önce kişiyi ifade eden dışa yansıttığı varlığıdır. Dışa yansıyan varlığı negatif ya da pozitif olabilir. Ve her şeyden önemlisi bu negatif ve pozitif durumun kişinin yerinde sayması ya da ilerlemesiyle büyük alakası vardır.


TOHUM VE MANEVİYAT


Özellikle ilerleyen kişi toprağa düşmüş ve toprağın bütün baskısına rağmen yukarıya doğru çekilen bir bitki gibi kendisini toprağın üstüne doğru yükseltmeye başlayacaktır. Bu yükseliş esnasında da elbette yaratılış gereği toprağın yer çekimine olan bağlılığı sürekli olarak o tohumu geriye doğru çekecektir. Ama bu iki taraflı yani yukarıya ve aşağıya doğru çekilmenin oluşturduğu direnç tohumun sağlıklı olması ve tohumun düştüğü toprağın elverişliliği ile de birleşince esaslı bir ürün verme durumunu getirecektir. Yani tohum dikkat edilirse içindeki programı ile düştüğü yere uyumu ve bu yerinde tohumun içindeki olana uyumu ile esas tohum olma özelliğini yerli yerinde yapabilecektir. Yani tohum tohum olmak için vardır ve içindeki programı yerli yerinde yerine getirmekle mükelleftir. Yani sadece tohum olma özelliği için yaratılmıştır. O zaman her düzeyi ile Yaratan düşünceyi yüceltmekte, ifade etmektedir. Ama elbette bu tohumun sadece düştüğü yerin iyiliği veyahut tohuma dıştan müdahalenin iyi olması eğer tohumun kendi içinde bir şey yoksa çokta fazla bir şey ifade etmemektedir. Yani illa o tohumun içinde de tohum olma özelliğine uygun bir seviyede bir programın mevcudiyeti esastır.


Bu durum esasında manevi hayatımızı, insan olma nedenimizi ve Yaratan'a yürüyüşümüz için gerekli şartları ve ne şekilde gelişmesi gerektiğine de ışık tutmaktadır. Yani herşeyden önce birinci basamakta kişinin Yaratan işlevince yani Ruh'u tarafından yüreğinin yani manevi manadaki yüreğinin, bir başka tabirle manevi gözü olan gönlünün gözünün bütünlüğe, o bütünlüğün yegane nedeni olan Yaratan'ın ışığına bir nokta dahi olsa açılması esası vardır. Çünkü öncelikle "benlik farkındalığı" için bu gözden mahrum olarak yaratılmış olan insanın içinde Yaratılış gayesine doğru onu yönlendirecek bir programın harekete geçirilmesi esası vardır. Bu program başlangıçta zaten her bir bütünden kopmuş ruhla bedenlere nakşedilmiştir. Yalnız bu ruhun bir bitki gibi ışığa ihtiyacı vardır ki yukarıya doğru yükselmeye başlasın. İşte bu temel ışık kalp noktasının, gönül gözünün açılması ile manevi tohumda bir şeyleri harekete geçirmektedir. Bu durum "kimde varsa" durumudur. Bu durum Yaratan'a yürüyüşün temelidir. Mesih'e bürünmenin, kurtuluşunu gönenmenin temel taşıdır. Adeta Yaratan'ı edinme yolunda Mesih'e gelmenin köşe taşıdır. Bu yoksa "gördükleri halde görmezler, duydukları halde duymazlar" konumu söz konusudur. Yani kişi hala "benlik farkındalığı" düzeyinde yani Adem düzeyindedir. Ve elbette yüreğinden taşanda o tutucu Ferisilerin İsa Mesih'i suçlamalarında yüreklerinde taştığı gibi "kendi benlikleri için alma" durumudur. Adem seviyesidir. Yaratan'a taşan bir yürek olabilmesi esası ise "tohumun" iç programının esas yaratılma gayesi doğrultusunda harekete geçirilmesine bağlıdır. Bu Ruh'un işlevinin yürekte açtığı noktayla ilişkilidir. Ama bunun içinde o yüreğin sertliğinin büyük bir önemi vardır. Ve zaten Mesih İsa bu "ekinci meselinde" bunu çok iyi bir biçimde ifade etmektedir. Gönül çeşitlerini örneklemekte ve esası takdim için temeli hazırlamaya çalışmaktadır. Ama yine de derin manaları ancak Mesih talebesi olan yani hakikaten "talip olan" yüreklere takdim etmektedir.

YÜREĞİN YARATANA TAŞMASI


Madem ki, kişi "yüreğinden taşanı ifade etmektedir" ve mademki yürekten taşan kişiyi meyvedar ya da ürün vermeyen bir konuma taşımaktadır. O zaman yüreği Yaratan'a taşıran o elverişli manevi programı harekete geçirmek ve bu hareketlilikte bu yüreğin serpilip gelişeceği o esaslı olması gereken ortamı tespit etmek ve kişiyi Yaratan'a zıtlıktan Yaratan'ı edinme konumuna getirmek esas olmalıdır. Bu durum nasıl olacaktır? Yani elbette kişinin hem kendine hem çevresine ışık yansıtan olması, bol yaşamla, manevi bereketlerle dolu bir yaşamla bir yaşam sürmesi eğer o kişi de bir şeyler varsa olabilecek olan bir durumdur. Başka bir tabirle kişinin yüreğinin taşkınlığının Yaratan'a olması kendi yüreğinin Ruh'un işleyişinde açılmaya müsait olmasında, Yaratan ışığını içine almasında yani Mesih İsa'da ve Ruh'unda bir yaşamı edinmesiyle, bir diğer ifadeyle de "yüreğinde Mesih'in kurtarışı, Yaratan suretine dönüşüm ve değişim" varsa olacaktır.


Şimdi bu durumda yüreğin Ruh'un işleyişinde açılmasıyla birlikte aslında Efendimiz İsa'ya da yakınlık şartı hasıl olmaktadır. Çünkü kişiyi manevi yolda ilerletecek, kurtuluşu için kapı olacak, kendisiyle bütünleşecek bir "üst akla tutunma" esası vardır. Bu esasta Yaratan'la form eşitliğini gerçekleştirmiş Efendimizin yukardan gelen kurtarıcılığı ve Yaratan'ı ifşasında kucaklaşmamız esası bizi "acılar yolundan" birden bire "mana yoluna" taşımaktadır. Ve bütün bu ifadelerin bir gereği olarak elbette Mesih'te biçimlenme ile Yaratan düşünce yani mecazi manada Baba ile bütünleşme esastır. Zaten bu nokta da Efendimizin kendisine "annesinin" geldiğini haber verenlere bir misal olarak söylediği söylemde oldukça açıktır. Şöyle demektedir Mesih İsa; Kim göklerdeki Babam'ın isteğini yerine getirirse, kardeşim, kız kardeşim ve annem odur. Yani her şeyden önce Mesih İsa'ya yakınlık "Yaratan düşüncenin isteğini yerine getiren" olmakla bağlıdır. O zaman biz de bir şeylerin olması yani yüreğimizin kötü eğilimimizde değil Yaratan'a taşar halde olması bu ilkeye bağlıdır. Yaratan'ın isteğini yerine getirmekte "kalp noktası açılmış bir yüreği" ziyadesiyle Yaratan ışığı ile doldurmak ve bu noktadan Mesih'i yüreğe alarak yine Ruh'un rehberliğinde Mesih'in ölüm ve diriliş öğretisinde Yaratan'a doğru yürümektir.


Bu istem Mesih'in müjdesinde ifade edilmektedir. Tövbe ve göklerin egemenliğinde hükmedip çoğalan ve Yaratan suretinde sonsuz yaşamı edinen yani Yaratan'a bütünlüğe doğru hareket etmektir. Bu insan-ı kamil olup Yaratan'da noktalanması gereken ve kendisiyle birlikte sürekli dünyayı kaostan ıslaha taşıma ve hep ilerleme, gelişme, geliştirme olan ve Yaratan'ı bütün renkleriyle en üstte ifşa etme Mesih düzeyinde bir yaşamı ilan etme olgusudur. Bu "bol yaşamdır". Bu "sonsuz yaşamı almaktır". Bu "Sevgi ve İhsan" yaşamıdır. Bu herşeyin "İyi olarak var olduğunun tasdikidir".


Bu konumda yani özellikle manevi gelişim esnasında karşılaşılan tezatların negatifliği içinde elbette tezatlık durumu kendi içindeki yargı işleyişine göre karar verme durumundadır. Yani Yaratan'a paralel konuma geçmiş olan Mesih düzeyine dönüşen ve değişen talebeyi o yargı konumunda değerlendirip durmaktadır. Bu değerlendirme esnasında İsa Mesih'in tabiriyle "yürekten taşanı" ortaya koymaktadır. Diğer taraftan "kimde varsa" ifadesinde yürekten taşanın olumlu olması vurgulanmaktadır. Yani esas Yaratan'a doğru hareket eden kişinin bu kez yaratılışın "benlik" tertibine ters hareketinde oluşan tezatlıkta "yüreğinden taşan", bir takım radikal bakış açısındaki ferisilerin İsa Mesih'e olan değerlendirmelerinin tam tersinde bir yürekle olacaktır. Ve böyle bir yüreğe sahip olanlar elbette yüreklerindeki pozitif doğrultusunda hep pozitifi yani olumlu olanı yani Ruh'un meyveleri doğrultusunda hep o meyvelerle orantılı aynı paralellikteki olguları çekmiş olacaklardır. Bu da doğal olarak "bereketin" "bereketi", "lanetin" "laneti" çekmesine zıt bir durum oluşturmuş olması anlamındadır.


Daha önceki konumuzda dediğimiz gibi Efendimizi suçlayanlar "benliğin benliği iptal" edebileceği savı ile ortaya çıkmışlardır. Oysa efendimiz bunun mümkün olamayacağını iki olumsuzun ancak birbirini çekebileceğini ortaya koymuştu ve dolayısı ile o tarz bir yüreğe ya da arzuya sahip olan kişi ya da arzuların kendi kendini sokan akrep misali kendi kendilerini sokup tüketeceklerine işaret etmişti.


EĞER VARSA DAHASI DA VAR


Oysa "göklerin hükümranlığına" ilişkin verdiği örneğinin akabinde efendimiz kimde varsa ona daha çok verilecek bolluğa kavuşturulacak sözleriyle dikkatlerimizi yüreklerimize çekmekte ve daha önce Ferisilerin aşırı tutucu olanlarının eleştirileri karşısında öğrettiklerine bu kez olumlu bir yürek taşkınlığı için bir öğreti sunmaktadır.


Burada Yaratan'ın hükümranlığının sırlarını bilme yani var olan ya da anlatılan bir takım manevi gerçeklerin her kişi tarafından anlaşılamayacağı da vurgulanmaktadır. Esasında net bir tablo gözlerimizin önündedir. Yani bu tablo da "kimde varsa" ile kast edilen aslında tövbe yoluna girmiş bir kişinin, yani Yaratan düşüncesinin ve işlevinin farkında olup O'na doğru Yaratılış uyumu ile hareket etme kararı ile dönüşüme girmiş bir kişinin eğer değişimi günlük olarak sürdürmesi halinde kendi üzerine çekeceği o muhteşem manevi derinlik gösterilmeye çalışılmaktadır. Ama bu dönüşüm ve değişimin herkes tarafından net bir biçimde algılanamayacağı da ifade edilmektedir. Demek ki, anlamak "talebe olmakla" bağlantılı bir kavramdır. Bu derinlik sanki sırdır. Esasında buradaki sır kişinin içinde yaşayıp yaşayamamasında sırdır. Yoksa bir bilinmez değildir. Mesela "göklerin hükümranlığı" kelimesi bir çok inanan olduğun söyleyen kişi için adeta günlük yaşam içinde çok kullanılan kelimeler gibidir. Ama bir çok kelime mesela "tövbe" kelimesi bile çok farklı ve hatta sığ anlamlarda kullanılmaktadır. Esas manasının anlaşılıp yüreği etkilediği pek söylenilemez. İşte bu açıdan bakıldığında "gerçek anlamda tövbeyi" algılamak "bu sözü edinmekle" alakalıdır. Yani "tövbe" "benlikte yaşarken Yaratan'a yani senlikte yaşamaya dönmek" gibi çok ciddi bir dönüşün tatbik edilmesidir ki, bu bir tecrübi durumdur. Yani kişi bu dönüşüm deneyiminden haz alması ile bu durum "sır" olmaktan çıkar ve "derinliğinde" inanılmaz Yaratan ışığını yani hazzını da beraberinde getirir. O zaman işte Mesih İsa'nın Mesih'liğindeki deneyimlediği ve bize deneyimletmek istediği olgu budur.


Bu nedenle "bu sır" başkalarına değil "talebe" olanlara açılmış olmaktadır. Talebe Yaratan'ı Mesih'inde ve Ruh'unda talep edendir. Yaratan düşünceyi işlevi ve sonucunda talep edendir. "Sevgi ve İhsan O'lanı" "Yaratılanı severim Yaratan'dan ötürü" prensibinde kabul edendir. Bu kişiler için "sır zahir olmuştur". Yani açılmıştır. Giz yoktur. Giz görünmeyene iman çerçevesinde bile giz değildir. Sadece keşfedilmemiştir. Oksijen, hidrojen bir sır idi. Ama sırken bile vardı. Ne oldu bir gün keşfedildi ve görmeden inanmam diyen bir çokları için oksijen ya da hidrojen anlatılsa da sırdır. Ama keşfeden için ise artık sır değildir. Burada "teşbihte hata olmaz" diyerek bu örnekleri veriyoruz.


İsa Mesih'te "mana temelleri" olmayan insanlar için "gönül gözleri'nin" açılmasına belki yardımcı olur diye mesellerle konuştuğunu belirtmektedir. Ama diğer tarafta bu kişiler esasında "gördüklerini sanıp görmemekte ve duyduklarını sanıp duymamaktadırlar". Bu da derinlik yoksunluğu ve bir şeyi yapmakla meşgul olup sığ sularda avlanmak gibi bir durumdur. Oysa Efendimizin talebi Yaratan'ın düşüncesinde ve işlevindeki derinlikte gezinmenin Mesihi boyutlarda algının esaslılığıdır. Bunun içinde temel dönüşüm ve değişimdedir. Yani "kimde varsa" bunun kat be kat bereketlerini görmesi mümkün olacaktır. Bu manevi tarif edilemez hazzın başlangıcı, esası ve temelleridir.


VAR OLAN NE?


Kimde varsa ile kast edilenin değişim haritası esasları üzerinde yürüyenler olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır; daha önce değişim yol haritası üzerine çalıştığımız gibi bu değişim yol haritasında esasında kişinin "eksiklikten tamlığa" dönüşüm haritasında ilerlemesinde başlayan durumlarındaki o ilahi etki değişimidir; Yüreğin değişimi, düşüncenin değişimi, ilişkinin değişimi, sözün değişimi, davranışın değişimi, anlayışın değişimi ve elbette Yaratan'ın mükemmelliğini zerre misali de olsa hayata çekmiş olabilme. Bütün bunlar "kimde varsa" sözcüğü ile ifade edilen "göklerin hükümranlığının" yansımasıdır. Bu Mesih İsa'nın günahlarımız için yani "kendi çıkarımız için sürekli alma" durumumuza ölerek bize sunduğu hakiki Yaratan suretinde yaşama tablosudur.


Mesih'in ölüm ve dirilişine ve kurtarıcı ve efendiliğine iman esasında yine Mesih'in ifadesi ile "buyruklarını yerine getirme isteminde" anlam kazanmaktadır. Yani "Mesih İsa'nın haçta ölümü ve dirilişine inanmış olduğunu ifade ile bu duruma tapınıp durmak" değil Mesih'te biçimlenmek O'nun bütün ölümü ve dirilişini kendi üstüme almak ve Yaratan'a doğru Mesih'i yaşamak esastır. Yani bir şey yapmak değil, olmak önemlidir. İşte bu durumda insan-ı kamil yani Yaratan'ın istemi olan kendi suretinde "hükmeden" ve "çoğalan" yani "sevgi ve ihsanı" ifşa edip Yaratan'la form eşitliğinde bir insan kainata hakim olacaktır. Bu insan "kaosunu" "ıslaha" çevirebilmiş ve kainatında "kaosunu" "ıslaha" çevirebilen bir insandır. Bir "din ya da mezhep" fedaisi değil Yaratan'ın açık aydınlığının ifşadır. Efendimizin tabiri ile mecazi manada adeta Yaratan'ın evladıdır; "Ne mutlu barışı sağlayanlara! Çünkü onlara Allah evlatları denilecektir.


VARLIĞIN TANIKLIĞI


İşte bu vasıflar hep üst üste kişiyi Adem seviyesinden Mesih seviyesine ve daha sonra da "üst akla tabi" insan-ı kamil düzeyinde bir yaşamda Yaratan sureti olarak Mesih'le Yaratan'a yükseliş seviyesine getirecek olandır. Bu nedenle Pavlus bu dönüşüm ve değişimini Mesih İsa'nın kurtarışı ve Efendiliğinde ve Ruh'un rehberliğinde sürdürenlerin Yaratan Ruh'undaki meyvelerini sıralamakta ve "benliğin" yani "kötünün" meyvelerinden ayırt etmekte gayreti içinde bulunmaktadır. Pavlus'un ifadesiyle Ruh'un meyveleri sevgi, sevinç, esenlik, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve özdenetimdir. Bütün bunlar dokuz tanedir ve adeta sanki ve taç noktası Yaratan Ruh'undan yani Yaratma işlevinden dökülmektedir. Kısacası temel dönüşüm ve değişim süreci varsa "yüreğin değişimi, düşüncenin değişimi, ilişkinin değişimi, sözün değişimi, davranışın değişimi, anlayışın değişimi nasıl mükemmelliği ifşaya başlıyorsa daha da çoğu yani Ruh'un meyveleri de bütün bunların sonucu kişide temellenecektir. Bu Mesih İsa'nın bütün varlığının insanda ifşasıdır. Yani Yaratan'ı edinme dediğimiz "sevgi ve ihsan" niteliğini artık kişinin tabii, doğal hayatına almış olmasıdır.


Bütün bunları belli bir dinde olduğu için, bir şeye dahil olduğu için, bir şeyler yaparak edindiği için değil, Yaratan'da olduğu için yapma durumundadır. Artık "beni için almayı" öldürme durumunda "başkası için alma" konumuna dönüşüm ve değişimdedir ve bu Yaratan'ı Mesih'inde ve Ruh'unda ifşadır. Bu ölüp dirilmedir. Bu İsa Mesih'in ölümü ve dirilişi ile sunduğu bağışlama ve kurtarışın artık günlük yaşamda beden hayatımızda ifşasıdır. Bu sonsuz yaşamdır. Aynen Yuhanna'daki ifadesiyle sonsuz yaşam, tek gerçek Allah olan Seni ve gönderdiğin İsa Mesih'i tanımalarıdır-Yuh.17:3. Bu inanılmaz önemli bir şehadettir. Mesih İsa'nın kurtarıcılığına ve efendiliğine imanın temelinde eğer sonsuz yaşamı almak varsa Yuhanna'nın Mesih İsa'nın duasındaki sözleri aktarımıyla yani Efendimize göre bu sonsuz yaşam, tek bir O'lan yüce Yaratan'ı ve O'nun Mesih'ini tanımaktır. Bu "bilmek" değildir. Bir yerlerde bir şeyler olduğunu bilip kabul değildir. "Kimde varsa" ifadesinde bir şeyleri bilmek "yakinen tanımakla" tamlığa ulaşmış olgunlaşmış bir durumdur. Yani "Yaratan'ı bütün varlıkla sevmek" ancak "nitelikleriyle edinmekle bağlantılıdır." Yani O'nun sevgi kavramı bütün kainata karşılıksız sunumudur. Bütünlüktür ve kayırmadır. Salt bir sevgi değil, karşılıksız verme, bütünlük ve kayırma. Bunların tamamı Yaratan düşüncedir. Bu bağlamda İhsan'ı ise her bir sunumun "iyi" olma kaidesidir. O zaman Yaratan'ı tanıma bunları deneyimleme, edinme, içine bu ışığı alabildiğince almadır. Mesih'ini tanıma ise bunun olabilirliğini Efendimiz İsa'da gözlemleyip insan düzeyinde bu kurtuluşu gönenmemizle bağlantılıdır. Bütün bunların yol açıcısı ve rehberi ise zaten Yaratan düşüncenin işlevi olan Ruh'udur. Böylelikle Yaratan'ın bütün varlığı herşeyi kapsadığı gibi, varlığımızı da kapsar ve böylelikle biz "geldiğimiz o muhteşem bütünlüğe" yine aynı bütünlük içinde "döndürülürüz".


bir an öncemiz sonsuzluktur ve bir an sonramız sonsuzluktur. Ama bu sonsuzluk bizim sınırlı algı ve düşüncemize göre böyle olduğu için böyledir. Bu nedenle sanki her şey keşfedilmediği sürece bizim için sırdır. Ama bu keşif önce "mana yoluna" adım atmakla Efendimizin kurtarışını gönenmekle, "benlikte olmamıza Mesih'in işlevinde" bağışlanma kazanmamızla geçmekle başlayacaktır.


Bu noktada "kimde bütün bu manevi hareketlilik varsa" elbette daha da fazlası ardından gelecek olandır. Aksi takdirde "acılar yolunda" "gördükleri halde görmeyecek, duydukları halde duymayacak" olanlar "her dizin Yaratan düşünce önünde diz çökme anı gelene dek" bu seyahatleri devam edip duracaktır.