IX. YOLCULUĞUN KURALI (Matta 8:20-29)


Ardımdan gel...bırak ölüleri, kendi ölülerini gömsün-

Mt.8:22

Efendimiz Mesih İsa'nın öğretilerinin sistematik olarak kayda geçirilmesi esasında bizi oldukça net bir manevi yol haritasıyla karşı karşıya bırakmakta ve gerçekten de bizi oldukça net bir teori ve pratik ilişkisinde bir yerden bir yere taşımaktadır. Hedefimiz dönüşüm ve değişim yolunda "benlikte" yitirdiğimiz "Yaratan sureti" esasımıza geri dönmektir. Bu bağlamda insanlık önünde özgür iradesini tek kullanabileceği alan olan "acıların yolu" ya da "mana yolu" arasındaki seçimi yapması gerekmektedir. Ve bu seçimle de özellikle Efendimiz İsa Mesih'in ifadeleri ile "mana yolunun" yani esas yürünmesi gereken yolun "kuralı" karşımıza çıkmaktadır.


Bu noktada Mesih İsa'nın sadece kurtarıcılığı ile değil yüreklerin efendisi olması yani Mesih'in yoluna Mesih'le adanmışlıkla tam olarak kendini tabi kılmakla devamlılık esası ortaya çıkmaktadır. Bu devamlılıkta yalnız İsa Mesih'in sözlerine inanmak değil, yollarında yürümek, öğretişlerinde biçimlenmek ve Mesih'i giyinmek ve biçimlenmek esastır. Ama ne yazık ki, İsa Mesih'in teori ve pratiği üzerine yüzlerce yollar oluşturulmuş ve esaslı olarak ilk yüzyılda esas söylemek istedikleri, esas ifade etmek istedikleri esas kurtarışı ve Efendiliği ile kast ettiklerinin ne olduğu üzerinde çok az düşünülmüştür. Günümüzde İsa Mesih'i izlediğini söyleyen bir çok sistem ne yazık ki, bu sistemlerin kurucularının elbirliği ile oluşturdukları oldukça kabuklarla kaplanmış esas verilmek istenilenden çok çok uzaklarda olan dinsel kurum ve kuruluşlardır. O zaman Mesih İsa'yı esas söyledikleri ve ifade etmek istedikleri ile algılayıp Mesih'te biçimlenen kişiler gerçekten öncelikle kendileri "kaos'tan ıslaha" gelen ve sonrada "kendi ıslahlarından ötürü çevrelerini ıslah" edebilen kişilerdir. Dolayısı ile bu kişiler "yeni doğuşa" yepyeni bir dünya görüşüne sahiptirler. Yaratan'a doğru yol aldığını düşünen binlercesinin üstünde Mesih'in yükselişinde Yaratan'a hakikatte yol alan kişilerdir ve dönüşüm ve değişimlerinin sürekliliğinde artık yepyeni bir dünyayı inşa etmektedirler. Saran ışığın yani Kutsal Ruh'un aydınlığı o kişilerin üzerindedir.


TALEBE Mİ? ÖĞRENCİ Mİ?


Bütün bunlar esasında mürşitliği gerektirmektedir. Mürşit irşat edilen demektir. Yani birisi tarafından hamlıktan olgunluğa doğru götürülen demektir. Bir mürşit tarafından irşat ise şakirt dediğimiz bir başka Osmanlıca kelimeyi getirmektedir. Belki bu kelimeler şu an kullanılmadığı için "eski kavramları kullanmanın ne gereği var?" gibi bir düşünce sizi sarmış olabilir. Ama unutmayın ki, her dil her zaman her kavramı kapsayabilir diye bir kural olmadığı için dünya dilleri arasında hep kelime alış verişleri söz konusu olmuştur. Yani bu kelimeler ne öğretmen kelimesi ile ne de öğrenci kelimesi ile karşılanabilecek kelimeler değildir. Yoksa efendimiz İsa Mesih'i sınıfa girmiş ve sadece bilgi veren bir öğretmen şeklinde ifade etme durumunda kalırız. E anlaşılıyor ama derseniz hemen şunu söylemek gerekebilir. Anlaşıldığını sandığımız ve konuyu tam açıklamayan kelimeler zamanla o konuda esas verilmek istenilenin de tam olarak anlatılamayacak olması demektir. Yani Mesih İsa'ya esasında "Rav" hitabı vardır. Yani Rav ya da sonraki kavramı ile Rab bunların hiç biri "öğretmen" kelimesi ile karşılanamaz, "terbiye eden, öğreten, hamlıktan olgunluğa taşıyan" gibi bir çok manayı içermektedir. Mürşit böyle bir anlama işaret eder. Şakirt yani bir mürşidin dizi dibinde oturan, onunla yiyip içen, gezen, vaazlarını, öğretişlerini dinleyen anlamındadır. Bunu da tam olmasa bile ifade edebileceğimiz tek Türkçe kelime biraz eski de olsa "talebe" kelimesidir. Şimdi neden bazı kelimelerde eski Türkçeyi tercih ettiğimizde herhalde anlam kazanacaktır. Yani talebeliği şimdi günümüzde hep "öğrenci olmak" "öğrenci yetiştirmek" gibi kavramlar olarak karşılıyoruz. Çünkü yeni Türkçe kavramlar genelde geçerli olan kavramlardır. Oysa dediğimiz gibi bu kavramların bazıları "maneviyat yolu için geçerli değildir". Çünkü maneviyatı bilgi olarak algılamak Mesih İnancının "batı düşüncesinde" ne kadar sistematikleştiğinin, yürekten akla doğru değiştirildiğinin güzel bir örneğidir. Oysa "Mesih İsa kalp kapısında durmaktadır". Kalp kapısında durduğuna göre burada söz konusu olan "öğrencilik değil" "kapıyı açma talebidir". Yani "öğrencilik" bir şeyleri bilgi düzeyinde edinip bir şeyler yapmaktır. Oysa "talebelik" boş olduğunun farkında bir şeyleri edinmeyi istemektir.

İKİ AYRI TALEP


Nereye gidersen, senin ardından geleceğim-Mt.8:19

İzin ver, önce gidip babamı gömeyim-Mt.8:21


Bu bölümde Mesih İsa'ya yaklaşan iki talebe iki ayrı taleple Efendimize yaklaşmaktadırlar. Bunlardan bir tanesi hemen İsa Mesihi her nereye giderse izlemeye hazır olduğunu dile getirmektedir. Bir diğeri ise şimdilik İsa Mesih'i izleyemeyeceğini eve gidip muhtemelen sorumlu olduğu annesi ve babası vefat edene kadar bir süreye ihtiyacı olduğunu söylemektedir. Yani taleplerden birisi hemen "talebe olarak" sürekli Mesih'in yanında yer alma, Mesih İsa ile birlikte her yere gitme talebidir. Bir diğer talep ise "talebeliği" bir anlamda şimdilik bırakma talebidir.


Burada bize yeniden güzel bir yol haritası çizilmektedir. Matta'nın anlatımındaki düzen içinde özellikle "acıların" ya da "mana yolunun" özgür irade ile seçilmesi öğretisinden sonra gelen bu bölümde seçilen yolda yani Yaratan'ın arzu ettiği mana yolunda "yolculuk kuralının" ne olduğu vurgulanmak istenmektedir.


Bu yolculuk kuralı hiç kuşkusuz sürekli Yaratan'ın Ruh'unda Mesih'in kurtarışında sonsuzluğa doğru Mesih'te biçimlenmeyi istemek anlamında bir "talebeliktir". Ve böyle bir talepte iki yana eğilim engellenmeye çalışılmaktadır. Bir başka ifade ile "eğer mana yoluna çıktınızsa, eğer efendimiz Mesih'in kurtarışını gönendinizse o zaman acele ile ya da ağır aksak hareket etmek yerine ne yöne gittiğinizin bilincinde istemle devam etmeniz ve hayat boyu Mesihe talebe olmanız gerekmektedir" denmeye çalışılmaktadır.


Efendimizin bütün buyurduğu ifadelerde, öğretilerde, yaşam örneklemelerinde olduğu gibi burada da esasında çok önemli bir öğretiş söz konusudur. Kısacası "talebe" olmak isteyenlerin öncelikle taleplerini iyi değerlendirmeleri önemlidir. "Mana yolu" tamamen bir yürek yoludur.


Yani öncelikle "saran ışığın" yani "kutsal Ruh'un" hazırladığı bir yol olması esası vardır. Bu nasıl bilinir? Yürek bir şekilde bunu bize hissettirecek ve Efendimizin "kurtarıcımız ve efendimiz" olması prensibi bize hissettirilecek ve canla başla bu yola sarılma içtenliği ve istemi bizden dışarıya fışkıracaktır.


Bakın günümüzde bu istem ve içtenliğin algılanması için bir takım çalışma metotları, süre koymalar, dini duvarlar söz konusudur. Bu "öğrenme" kavramı ile de bağdaştırıldığında doğal olarak ve elbette sadece dünyasal ve sistematik ve görsel ve dünyasal eğitim sistemlerinin verebileceği kadar bir sonuç vermektedir. Bu nedenle kiliselerin çokluğu hakikaten Mesih İsa'nın kurtarışında kaostan ıslaha geçmiş ve insan, insan olmuş Yaratan suretinde "esenlik ve barış" içinde bir insanlık ve çevre oluşturmamış ve oluşturmayacaktır. Bu nedenle kilise tarihinin bir çok sayfalarında ne yazık ki, "çekişmeler, kin, nefret, siyaset, ayrımcılık ve savaşlar" söz konusudur. Çünkü Mesih'e öğrenci olmakla Mesih'e talebe olmak arasında çok büyük bir fark vardır. Ve elbette "inancın kullanım amaçları da" bu noktadan itibaren yön değiştirmektedir. Ama bir çok zaman bu konularda doğru bir tanımlama bile yapmanıza izin verilmez çünkü hemen "din ve mezhep dışına itilirsiniz". Oysa Yaratan'ın Mesih'inde ve Ruh'unda her bir yaratılmışın Yaratan'ı olduğu ilahilerde ve vaazlarda yer alsa da gerçekte ve uygulamada böyle olmamış ve olmayacaktır. Ta ki, hakiki talebeliğe ve esas Efendimizin "talebe olma ve yetiştirme" teori ve pratiği hayatlara geçirilene kadar.

Lafı daha fazla uzatmadan burada bir söz söylemek gerekirse Mesih İsa'nın "talebelik" prensibinde "üst akla tutunma" söz konusudur. Yani eğer siz İsa Mesih'i kurtarıcınız ve efendiniz kabul ediyorsanız o zaman İsa Mesih'in teori ve pratiğine kendinizi teslim etmeniz gerekmektedir. Çünkü bir dil öğrenirken ya da herhangi bir müzik aleti çalmayı öğrenirken de yaptığınız şey kendi prensiplerinizi, yaşam standartlarınızı "hocanıza" aktarmak değil "hocanızın prensiplerini ve standartlarını" yaşamınıza aktarmanızdır. Ama ne yazık ki, tarih boyunca gerek sosyal gerekse siyasi olsun Efendimizin öğretileri üzerinde çeşitli zaman ve mekanlarda hep insani Prensip ve standartlar sanki Mesihi prensip ve standartlarmış gibi aktarılıp durmuştur. Bu nedenle özellikle "Mesihi talebeliğin" ne olduğunu İsa Mesih'in sözlerinde keşfetmek bu büyük yanlışı doğrultmanın muhakkak ki başlama noktası olacaktır.

TALEBE OLMANIN FARKINDA TALEBE OLMAK


İnsanoğlu'nun başını yaslayacak bir yeri yok-Mt.8:20


Mesih İsa'nın özellikle bazı doğaüstülüklerden sonra kalabalıktan uzaklaşması da önemli bir noktadır. Çünkü insanlar mucize gördükleri ya da mucizeler bekledikleri için çoğu zaman belli üstatları izlemektedirler. Mesih İsa kendisinin böyle bir konumda olmadığını bu konumun çok ötesinde bir durumda olduğunu esasında buradaki bu çekilişi ile bile göstermektedir. O zaman bu hareketinde anlatmak istediği nedir? Bu hareketi ile anlatmak istediği kişilerin beklentileri doğrultusunda öğretiler vermediği gerçeğidir. O karşı yakaya geçmiştir. Sükunete, sakinliğe ve dinginliğe insanların beklentilerini karşılamakla birlikte diğer taraftan insanlara esas ihtiyaçları olanı vermek istemektedir. Sevgi ve ihsan olanı kendi üzerlerinde Mesih'i giyinerek sonsuza uzanmaları gerektiğini onlara anlatmak istemektedir esasında.


Yanlış bir biçimde kendisini izlemelerini yalnız bekledikleri doğaüstülükleri aldıkları için insanların kendisini izlemelerini istememektedir. Bu nedenle Mesih'in talebelerine çağrısı zorlu bir çağrıdır. Adeta "teşbihte hata olmaz" yani benzetmek yanlış değildir; Anadolu insanımızın yakından algıladığı şeklinde "dervişlik taçta değil baştadır" demek istemektedir Mesih İsa, yani "dövene elsiz, sövene dilsiz olmak" gerektir demektedir ve başka arzularla mucize, peygamberlik, mevki, önderlik, "rab için" bir şeyler yaptığını kanıtlamak, bunu bir para kazanma yolu edinmek isteyenlere Anadolu tabiri ile yine Efendimiz Mesih İsa adeta "böyle ise sen esaslı bir derviş olamazsın" demektedir. Çünkü Mesih'in yolu sonsuzluk yoludur. Mesih'in yolu kendine haç üstünde ölüp Mesih'le dirilme yoludur. Yükselme yoludur.


Buradaki anlatımda Mesih İsa'ya ilk yaklaşan kişinin pek de talebe olmanın farkında olmadığı sonucu çıkmaktadır. Bu durumda Efendimiz; İnsanoğlu'nun başını yaslayacak bir yeri yoktur şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Yani manevi bir yolculuk dünyevi beklentilerin çok üstünde engin denizde yol almaya benzemektedir şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Böyle bir yolculuk gerçekten de gönül mabedinin enginliklerinde bir yolculuktur. Elbette Mesih İsa'nın tanıdıkları, dostları vardır. Onların evlerinde misafir olarak kaldı. Meryem ve Marta, Lazarus gibi kişiler, hatta Zakay gibi kişilerin evlerinde kaldı. Kimsesiz olarak ortalıkta dolaşmadı. Ama sözlerindeki anlam "karşılıksız alınan lütfün, karşılıksız sunumunda bedendeki insanın beklentilerinin çok üstüne çıkıldığı" gerçeğiydi. Bu kişiye bütün bunlar hatırlatılmak istenmişti. Ve bugün kolayca İsa Mesih'te dönüşüm ve değişim yoluna çıktığını söyleyen herkes içinde bu kişiye söylenmiş olan bu cevap hala geçerli bir cevap olarak karşımızda durmaktadır.


Yalnız burada dikkat edilmesi gereken ve tekrar söylenilmesinde fayda olan bir nokta vardır. Mesih İsa'nın öğretileri çok çeşitli yorumlarla oldukça farklı yerlere çekilmiş ve hatta üzerine bir çok dinsel inanışlar oturtulmuştur. Oysa Mesih'in kurtarış yolunda Yaratan'ın "sevgi ve ihsanının" Ruh'unda ve Mesih'inde kişiden yansıması esası söz konusudur. Bu durum öncelikli olmak kaydıyla bu manevi yolculuğun kuralları arasında "para kazanmamak", "bir şeye sahip olmamak", "dağlara, ıssız yerlere kapanmak", "dünyadan elini eteğini çekmek", "hiç ticaretle uğraşmamak", "meslek hayatında, toplumda yükselmemek" gibi öğretiler yoktur. Aksine varlığı değerlendirme, edinme biçiminde hırs, haset, kin, kıskançlık, kendi kendini yiyip bitirme gibi aşırı tutkulardan arınarak Yaratan'ın nitelikleri olan "sevgi ve ihsanda" bir yaşamla yaşamı sürdürme esası vardır. Zor olan, zorlu olan budur. Kişinin "bencilliğin kol gezdiği yerlerden" kaçarak kendi başına Mesih'te Yaratan'a yürüdüğünü düşünmesi esasında zor değil, tembelce ve hatta cennet kazanma bahanesinde, aşırı bir bencilliğin ürünüdür.


Oysa zor olan Efendimiz gibi halkın içinde ışık olmak ve aynı zamanda diğer insanların yaşadığı normal bir hayatı Mesihi standartlarda yaşayabilmektir.


Bu gerçekten de insan doğasının tersine bir durumdur ama esasında aklı başında, aşırı hırslardan, gereksiz çekişmelerden, gereksiz kaygılardan uzak ve kalp gözü açılmış Yaratan'ın Ruh'unda ve Mesih'inde bir yaşam sürmek zaten kişinin gereksinimlerini daha iyi karşılaması, hatta daha yükselebilmesi ve edindikleri ile de başkalarına "sevgi ve ihsanı" yani Yaratan'ın niteliklerinin yansımasını paylaşması demektir. Bu hakikaten bir insan için insan olma yolunda hem de Yaratan'a yürüyen bir insan olma yolunda oldukça önemli bir "yol, gerçek ve yaşamdır".


Bütün bu anlatılanlarda esaslı bir "Mesih talebesi" olmanın öncelikle Ruh'un aydınlatmasında talep ile başladığı açıkça görülmektedir. Bu talep daha sonra Mesih'in yüreğe alınması ve Mesihi bir yaşamda biçimlenmeyle devam etmektedir. Ama bu bir dönüşüm ve değişim olgusudur. Kişinin "benliğine" ölmesi ve yeni bir doğada "yani sevgi ve ihsan da" bir benlikte doğması anlamındadır. Bu Mesihin bende ifşasıdır. Bu Yaratan'ı edinme, Yaratan'la aynı formda olmak anlamındadır. Yani O'nun Ruh'unda ve Mesih'inde bize açıklanmış olan Sevgi ve İhsan niteliğinin bizden yansımasıdır.

Mesihi bir talebe olmak Yaratan'dan Ruh'unda ve Mesih'inde sunulan karşılıksız lütfü karşılıksız alıp değerlendirip sunabilmektir. Bu beklentisizlik içindeki sunum esasında büyük bir "talebelik bedeli" bir başka deyişle bir "bedel ödemeyi de getirmektir". Bu bedel ödeme "bedel yani bir karşılık beklememedir". Dolayısı ile bu da bir yüksek bedel ödemekle eş anlamlıdır. Çünkü insan "kendi için alma arzusu" üzerine yaratılmış olmasından kaynaklı olarak bunu ortadan kaldırması demek ya da bunun üstüne çıkması demek doğal olarak dünyanın tersine hareket etmesi demektir ve bu da alışılmış doğanın üstünde yeni doğası ile bir bedel ödeyeceği anlamına gelmektedir. Bu nedenle "talebe" olmak hangi yöne gittiğinin bilincinde hareket etmek ve bunu bilinçli bir biçimde imanla, edinerek ve üst akla tutunarak istemek demektir.


TALEBE OLMANIN FARKINDA BİR TALEBENİN GECİKMEMESİ


Ardımdan gel. Bırak ölüleri, kendi ölüleri kendileri gömsün-Mt.8:22


Mesih İsa'ya yaklaşarak "henüz ailesinin sağ olduğunu ve öncelikle onlarla ilgilenmesi gerektiğini" ve bu nedenle "henüz sadık bir talebe olamayacağını" kısacası "ayrılmak" istediğini talep eden öğrenci ise "talebe olması gerektiğinin farkında olan" bir kişidir. Ama buna rağmen dünya üzerinde yaşarken önünde dağ gibi yükselen sorunlarına bakarak "acılar yolunu" tercih etmekte ve "mana yoluna" çıkma konusunda ise kendisini ilerdeki bir tarihe yönlendirmektedir. Mesih İsa'nın cevabında ise böyle bir durumdaki kişiye oldukça net bir uyarı vardır; Bırakın ölüler kendi ölülerini gömsünler! Bir başka deyişle burada söylenilmek istenilen şudur; "eğer talebe olmanın farkında isen ve sırt çeviriyorsan çıktığın düzeyden yine cansızlar düzeyine geri dönersin". Böyle bir düzey dünyanın döngü düzeyidir. Adem düzeyinde mahvolmaktan başka bir şeyi elde edememek demektir. "Ölülerin ölülerini gömdükleri" düzey aslında hareket halinde görünse de insanların manevi hareketsizlik, tekâmülsüzlük içinde oldukları düzeydir. Kısacası "Adem düzeyinde benliği ile uğraşıp duran" insanın öyle bir düzeyde, öyle bir döngü içinde "Mesih düzeyine yani Yaratan sureti düzeyine" yükselmesi söz konusu olmayacağı için aslında "denenmeye" bile tabi tutulacak, Yaratan tarafından kale bile alınmayacakları dile getirilmek istenmektedir.


O zaman Efendimizin bu iki kişiye de tavsiyesi ve dolayısı ile bize de tavsiyesi çok nettir. Bugün Mesih'i düzeye gelmek anlık bir hadise, iki kelimenin dilde ikrarı değildir. Kalp noktasının Ruh tarafından açıldığı ve Mesih'in yüreğe yerleştiği bir sürecin kişiyi Adem düzeyindeki "o sadece kendi bencilliğinde alma arzusu" düzeyinden "yani günahlılık" düzeyinden "Nuh düzeyine, İbrahim düzeyine, İshak, Yakup ve İsra-el düzeyine" varması esasından Mesih'teki o muhteşem kurtarış, "benliğe haç üstünde ölüş ve Mesih'le diriliş" düzeyine varması şeklinde bir "mana yoludur". Bu yolculuğun esas kuralı "samimi bir Mesih talebesi" olmaktır. Bu da aceleyle alınmış bir karar ya da başkalarının etkileri altında verilmiş bir karara bağlı değildir. Aynı zamanda dünyanın gailesi, işleri içinde daha sonralara ertelenebilecek bir karar değildir. Bu insanın Yaratan suretine dönüşmesini talep etmesi ile "geliş yolundan Yaratan'a Ruh'unda ve Mesih'inde" dönmesi gerektiği gerçeğinde özgür iradesi ile karar verme zorunluluğudur.


Her insan istese de istemese de sonsuzluk yolcusudur. Ya "acılar yolundan" ya da "mana yolundan". Acılar yolunda döngü hep dünya ile bağlantılıdır ve tekamül ve kurtuluş yoktur. Ağlayış ve diş gıcırtısı vardır. Oysa Mesih İsa'da kurtuluşu gönenen için artık bağ dünya üzerinde üst dünyalardadır ve orada "dar kapıdan" geçiş gerçekleşmiş olacaktır. Orada sonsuzluk Yaratan'a ulaşılma noktası ile son bulacaktır. O muhteşem bir haz Mesih'in çağıdır.