VII. DÜNYAYA BAKIŞ (Matta 6:19-7:12)


Gözünüz sağlamsa bütün bedeniniz aydınlık olur- Mt.6:22


Müjde’nin yerli yerinde algılanması doğal olarak bize dönüşüm ve değişimi getirmektedir dedik ve doğal olarak Mesih’i düzeye sunulan lütuf ve kurtarışla Mesih’te erişmiş olan kişi yine Efendimizin o eşsiz yol haritaları ile “kendi nefsine ölüp haçını yüklenip” Mesih’i ifşa ederek ve Mesih’in yol haritalarında Yaratan’ı edinme yolunda ilerleyecektir. Bu ilerleyişte yol haritasının doğru uygulanmasında iletişimin yani ibadet ve duanın önemi elbette büyüktür ve aynı zamanda bütün bunların her birisinin arkasında, üstünde ve önünde elbette o yürekte kalbin noktasını açan “saran ışığın” yani kutsal Ruh’un rehberliği, aydınlatıcılığı esastır.


Şimdi Müjde, dönüşüm, değişim yani tuz ve ışık olma ve doğru bir iletişim yani iman ve inanç hayatı aynı zamanda doğru bir dünya bakışının da beraberinde yerli yerinde olacak bir durumdur. Çünkü hedeflenen Mesih’leşen insandır yani Ruh’un yardımında Yaratan’ı edinip O’nun “sevgi ve ihsan O’lanın” bu iki sözcükle ifade etmeye çalıştığımız eşi benzeri olmayan niteliklerini bizden yansıtmaktır. O zaman “içi dışı bir olan” daha doğrusu “içi dışı” Ruh’un rehberliğinde ve efendimizin kurtarışında kaostan ıslaha dönüşmüş olan bir ferde ulaşmanın esası “değişimin” çok yönlü olmasıdır. Efendimizin altı antitezinde ifade ettiği gibi; yürekte, düşüncede, ilişkide, sözlerde, davranışlarda ve anlayışta değişimle Yaratan’ı yani mükemmelliği Mesih’inde yansıtma ve bunu sürekli yansıtabilme ve bu sürekliliğin sağlanmasında doğru inanç uygulamaları ile birlikte “dünyaya bakış” yani iç alemimizin dışı değerlendirmesi de çok ama çok önemlidir.


Bu bölüme kadar Efendimizin öğretileri kişinin esas iç alemini manevi olarak Mesih düzeyine daha doğrusu Yaratan’la form eşitliğine getirebilmesi prensip ve yolları üzerinde olmuştur. Aslında “barış” “mükemmellik” ve “sonsuz haz” gibi ruhsal sonuçlara erişildikten sonra bu iç dinginliğin şimdi materyal dünya ile olan ilişkisini düzenlemek gibi önemli bir durum ortaya çıkmaktadır.


Çünkü mana derinliğinde Mesih’i giyinme çok önemli bir dönüşüm ve değişimin kişide olmuş olmasıdır ama bunu bir de dünya içinde, madde ile ilişkisine aksettirmesi de bir o kadar önemli bir yaşam kalitesi, yaşam edinimi olma durumundadır. Çünkü bu aynı zamanda içteki muhteşem ışığın dışa yansıtılmasıdır. Yani daha dini bir kelime ile tanıklığın temelidir.


Örneğin, maddi manada edinimle, maddi kaygılarım ve bunlarla bağlantılı olarak diğer insan kardeşlerimi yargılama gibi durumlarda bizim Mesih’te Yaratanı edinme yolunda olanlar olarak tavrımız ne olmalıdır.


MADDİ YA DA MANEVİ EDİNİMLE BAKIŞ


Şimdi yukarıda değindiğimiz bakış açılarına göre o zaman yeryüzünde hazine biriktirme ne demektir? Yeryüzünde hazine biriktirme, esasında kişinin egosunun ve alma arzusunun dizginlenemez ve kendini yer bitirir ve dolayısı ile çevresini de yer bitirir duruma geldiği durumlardır. Kutsal Yazılarda Akan’ın durumunda olduğu gibi. Bu kişi kendi alma arzusunun büyüklüğünde yani maddeye olan hırs dolu eğiliminde yalnız kendisini değil aynı zamanda etrafındakilerin de yok olmasına neden olmaktadır. Süleyman’ı da o muhteşem konumundan aşağıya çeken durumu yine aynı şekilde maddeye olan o durmak bilmez eğilimidir. Hananya ve Safira örneğinde de gözlemlenilen yine aynı şeydir.


İbrahim de zengin bir kişiydi, Eyüp’te ve hatta Davut’ta bütün bu örneklere baktığımızda sorun olanın zenginlik olmadığını görmemiz mümkündür. Sorun olan para kazanmak, mal sahibi olmak, zengin olmak ya da olmamak değil, sorun olan bütün bu maddi varlığa ve güçlere sahip olmaya bakış açımızdır.

Yani yukarda dediğimiz gibi dünyaya bakış açımız çok ama çok önemlidir. Yaratan’ın nitelikleri olan “karşılıksız verme, dikkat etme, koruma ve bütünlük anlamında sevgi ve ihsanla” bakma ile bunların tam karşıtı bir bakış açısı ile bakma arasında büyük bir fark vardır.


Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar- Mt.6:19-20


1.Madde sürekli olarak kalıcı değildir. Değişir, çürür, paslanır, kaybolur, çalınır kısacası bir yolla bize yardımcı olur ve iyi değerlendirilmezse bizi bir yolla terk eder. Hatta yer ve gök olarak gördüğümüz (maddi kainat) dahi geçicidir (Matta 24:35). Bir insan bütün dünyayı kazanır ama kendi canını kaybederse bunda o insanın karı ne olabilir ki? (Matta 16:26). Demek ki, dünyaya bakış açısında


Hazineniz nedeyse, yüreğiniz de orada olacaktır-Mt.6:21


2.Maddiyat özellikle aşırı para düşkünlüğü bizi maddi anlamda dünya ile bütünleştirecektir. Bu esasında bizim bakış açımızı bütünden parçaya taşıyacak olan bir durumdur. Yani Yaratan’a yürümenin tam tersine yürüyüştür. İbrahim’in parçadan bütüne yürüyüşünün tam tersine bir yürüyüşü seçmektir. Para, maddiyat aslında tek bir parçadır. Ve oraya takılan insan, bütünü yani Yaratılma gayesini artık göremeyecektir. Mesih’i kurtarışın parçalardan, sürekli kişinin kendi için almasından kurtarmasını fark edememesidir. Doğamız yaratılış itibari ile maddeye dıştan gelene reaktiftir. Yani tepki vermektedir. Arzusu iştihası kendi egosunu doyurmak için hep reaktiftir. Alıştığı yol budur. Yaşam biçimi budur.


Bedenin ışığı gözdür. Gözünüz sağlamsa, bütün bedeniniz aydınlık olur-Mt.6:22


3.Maddeye ve özellikle maddeyi edinebilme yollarından en etkini olan paraya bağlılık ve buna hırsla, tatminsiz bir arzuyla bağlılık dünyayı mana anlamında algılama yollarını kapatacaktır. Yani böyle bir bakış açısı görüşümüzü bulandıracak olan bir bakış açısıdır. Esasında Müjde sonrası dönüşüm ve değişim aşaması ve bu aşamaların yol haritalarında doğru bir Yaratan iletişimi içinde bulunan kişinin bir de dünyaya bakışının parçalardan bütüne olarak değiştiğini düşünürsek bu kişi gerçekten Yaratan’ın “karşılıksız sevgi, kayırma ve bütünlük içinde olma anlamı olan” Sevgisi ve İhsanını üzerine almış adeta Yaratan’da Mesih’i tam olarak giyinmiş, kurtuluşu gönenmiş ve Ruh’un saran ışığını almış bir kişi olarak sonsuzluğa, Yaratan’a yürüyen olarak yaşaması gerçekleşmiş olacaktır. Çünkü bu derin yürüyüşte Mesih’in Yaratan Ruh’unda Yaratan’a yürüyüşü vardır. Hakiki ve manevi manada İsra-el olma söz konusudur. O zaman Efendimizin bu öğretisinde zaten inanılmaz bir derinlik olduğu açıktır. Göz hemen hemen bütün bedenin her bir noktasını canlandıracak ya da cansızlaştıracak ışığı veren bir organ olarak ifade edilmektedir. Elbette manevi bakış açısı burada irdelenmektedir. Mesih’in merhamet eden gözleri kainata bakış açısının derinliğinin güzel bir örneğidir. Kainatın bütün mükemmelliğinde Yaratan’ın Mesih’teki sevgisini, iyiliğini, Ruh’undaki o muhteşem saran ışığını görmek Müjde’nin yolunda Mesih’i idrak edip kurtuluşta olanların dünyaya bakış açısıdır. Bu kurtuluş kişilerin esasında kendilerini esir eden kendilerinden kurtuluşları Mesih’le Yüceler Yücesine yükselmeleridir.


Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Allah’a, hem de paraya kulluk edemezsiniz-Mt.6:24


4. Orijinal çeviride para kelimesi “Mammon” olarak geçmektedir. Büyük harfle yazılmasının nedeni orijinal olarak önceleri iyi anlamda “güvenilen şey, bir garanti mahiyetinde bir dayanak” olarak kullanılan kelime zamanla “tanrı” gibi hayatı yönlendiren bir şey anlamına dönüşmüştür. Bu nedenle adeta “bu güven için” yani gündelik bir dayanak, geçim” gibi anlamlar içeren kelime adeta “bir ilah gibi güvenilen, tapınılan” bir maddeyi tarif için kullanılmaya başlanmıştır. Bu nedenle büyük harfle yazılmakta ve Efendimiz İsa’da bu nedenle bir kişinin “iki tanrıya kulluk” edemeyeceğinden bahsetmektedir. Gerçekten de zamanla sadece geçim ve kötü günde bir güvence olsun diye kullanılmak üzere para biriktirme eğer biraz da gelir elde edilebilecek kaynaklar çoksa zamanla bir tutku haline dönüşebilir. Mesela bir çok insan bazen Yaratan hizmetinde kullanılsın diye hakiki ve samimi bir niyetle bazı yatırımlar yapmış ve paralar ayırmıştır ama zamanla kendi kendini kandırmaya da başlamıştır.


“Şimdi bunu bu hizmete kullanmasak da biraz daha biriksin faizini kullanabiliriz ana para da yerinde kalır hatta daha da büyür” tarzında yaklaşımlarla esas hedeften, esas gayeden kolaylıkla uzaklaşılmıştır. Bunun küçük örnekleri, kendi kendimize küçük yalanlar fısıldamak ve bunu elimizdeki üç beş kuruş için yapmış olmak bile buna güzel bir örnektir.


Tanınmış bir vaizin anlattığı gibi “günün birinde inekleri ikiz doğurmuştur. Ve adam hanımına “birini Yaratan’a adayalım büyüyünce satar parasını bir hizmete takdim ederiz. Diğeri de bize faydalı olur” der. Ve hanım sorar hangisini "Yaratana ayırıyoruz". Ve adam cevap verir; “günü gelsin karar veririz”. Günün birinde hanım eşini üzgün görür ve ineklerden birinin öldüğünü öğrenir. “Hangisi öldü?” diye sorunca da adamın cevabı nettir; “Yaratan’a ayırdığımız öldü”. İşte esasında denilmek istenilen budur. Yürekte eğer “kalp noktası” açık değilse eğilim daima “kendim için alma arzusundan” yanadır.


GÜVENLE YA DA KAYGIYLA BAKIŞ


Can yiyecekten, beden giyecekten daha önemli değil mi? -Mt.6:25


Elbette ki yeryüzünde maddeye bağlı bir yaşam bakış açımızı da maddeye göre ayarlayacaktır. Yani maddi sınırlar içinde bir görüş açısı maddenin uzandığı alanlar içinde gezinmemizi sağlayacak ve bizi bunun dışına çıkarmayacaktır. Dolayısı ile bu bizim esas mana denizinde Yaratan'la ve O'nun öğretileri ve genişliği içinde gezinmemize mani olacaktır. Oysa esas bize önerilen dünya içindeki zamanımızın anlamını bilerek Yaratan'la Mesih'inde bütünleşip Ruh'ta hazla dolu ve Yaratan'a yücelik getiren bir yaşam sürmektir. Dünyaya bakış açısı dünyanı maddi ve maddi olduğu kadar bizi aşağıya çeken yüzünden uzak kalarak esas manevi yönü ile maddi yönünden istifade ederek hep daha ileriye devam şeklinde olmalıdır. Bu ancak Mesihi bir düzeyde yaşanabilecek, algılanabilecek bir taraftır.


Şimdi burada devreye giren efendimizin sözleri esasında bir kaygısızlık değil aksine rahat bir bakış açısında her tür getiriyi daha rahatlıkla karşılayabilme şeklinde algılanmalıdır. Yani esasında insanlar için elbette yiyecek ve giyecek önemlidir ama burada vurgu onun da ötesindeki hayatın anahtar noktalarını algılayabilme gerçeğidir. Bu noktada daha derinlerde Mesih'in bize sunduğu o kurtuluş noktasında yani "kendim için alma arzusunun getirdiği kaostan, günahtan kurtuluşta" bize gelen o Yaratan esenliğinin bize getirdiği inanılmaz büyük huzur içinde insanı bekleyen çok daha büyük bir gerçek Yaratan'la "bir olma" gerçeği vardır ki, zaten var oluşumuzun temeli de bu noktada değil midir? Oysa günlük kaygıların derdi içinde bütünlüğü fark etmeyen milyonlarca insan o bölünmüşlük, o putperestlik içinde aynı şeyleri yapmıyor mu? O zaman fark nerede olmalı? Yani Yaratan'a tapma ile O'nu Mesih'inde ve Ruhunda


Ne yiyip ne içeceği? diye bedeniniz, Ne giyeceğiz? diye bedeniniz için kaygılanmayın-Mt.6:25


Geçici, maddi ortama aşırı bağlılığın aslında insanlara büyük bir yük getirdiği burada esas konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bir şeye aşırı bağlılık ve bu bağlılığın edinim tatminsizliği ve sonuçları doğal olarak kişiyi mutsuz kılmaktadır. Oysa haz herşeyin Yaratanı olanda ise o zaman bir başka konuya olan bağlılığın hazzı bizden alması Yaratan'ı da bizden alması anlamındadır. O zaman bir sistematik yaklaşımla konuya bakmak gerekirse en az üzülmeme konusunda üç nedenimiz vardır ve dünyaya bakış açımızın yürek değişimindeki değişimi bu üç noktaya bakar gereksiz kaygı ve üzüntü çekmemizi de ortadan kaldırması demektir. Şimdi bunlara bakalım;


1.Hem kaygılarımıza hem Yaratana hizmet etmemiz mümkün değildir. Çünkü çok açıkça söylemek gerekirse kaygı çekmek demek işleyen sisteme güvenmemek demektir. Yani var olan sistemin varlığı esasında tıkır, tıkır işlemektedir. Bu sistem dolayısı ile Elohim yani bütün ışıklarıyla Yaratan her şeyi muhteşem bir düzende işletmektedir. Ama kaygı bu sistemi görmediğimizin ilanıdır.


Dolayısı ile Yaratanı değil kaygıyı yani böyle bir sistemin olmadığını kale aldığımı anlamına gelmektedir bu. Ve bu da bizim için imansızlıktır. Yaratanı edinmemek demektir. "Beni kuvvetlendirende her şeyi yapamayacağım" gibi bir anlama sahip olmak demektir. Esasında günah işlemektir. O nedenle "hem Yaratana hem de Mammon'a aynı anda hizmet edemeyeceğimiz" burada da ortadadır. Yaratana inanıyorum, Mesih'in kurtarışını kabul ediyorum, Ruh'un rehberliğinde yaşıyorum diyen kişinin kaygıyı minimuma indirgemesi esas olma durumundadır. Elde olmayan ve insan doğasından kaynaklı bir kaygılanma elbette ki doğal bir doğa tepkisidir ama bunun dışında Yaratan'ı edinme anlamında imana sahip kişinin bu imanla kaygıyı yürütmesi ikisini bir arada yaşatması esastan uzak olması demektir.


2.Eğer kaygılarımız imanımızın üstünde ise o zaman Yaratan'ın kainat hakimiyetinden kuşkumuz var demektir. Burada efendimizin doğadan örnekler vermesi kainat ve doğa sisteminin kontrollü bir biçimde sürekli işlediğine işaret etmek içindir. Yani "bakın sebepsiz hiç bir şey yok, siz de sebeplerin sonuçlarısınız ama sebep olun ki Yaratan'a yücelik getiren haz dolu bir yaşam sürün" denmek istenmektedir. Yani işleyen bir çark vardır. Dua ve ibadetle ve başınızı bu çarka sokun ve hazzını tadın denmektedir. Bunu yapmak için de öncelikle "kendiniz için alma arzusunun o inanılmaz ve tüketen gücünü görmeniz esastır". Yani Mesih'in günahlarınız için kendini feda etmesini bu konunun üzerine getirmeniz esastır. Ancak "benin" yengisinde sistemin işlerliğine kafanızı sokabilmeniz mümkün olacak ve inanılmaz haz sizi Mesih'in sizde ve sizle yükselişinde yakalayacaktır. Kainat Elohim O'lan yüceler Yücesinin sağlayışında bize Mesih'in kurtarışını sunmuş ve Ruh'un saran ışığında bütün bu manevi nimetlere sahip olabilmemizi sunmuştur.


3.Bu nedenle Yaratan'ı yani varlığımızın nedenini öne koymamız bizim için hayatımızı ve kainatı anlamamız anlamına gelmektedir. Bu nedenle efendimizin öğretişi doğrultusunda "O'nun iradesini aramak aslında bize bütün anlamları getirecektir". Bu oturup tembellik etmek şeklinde algılanamaz. Aksine hayatın her bir dehlizini mana ile tetkik bize sürekli bir mana hazzı verecektir.


Çünkü tetkikin nedeni manayı arayış değil, mananın yani Yaratan'ın ve yaratılışın farkında Yaratan'ı edinip Yaratılışı keşfetme bilinçli bir hareketle yaşamda ilerleme demektir. Bu ilerlemede kendi arabanı iyi sürmek dolayısı ile etrafı da iyi bir biçimde ıslah ederek gidebilmek demektir. Bu anlamda Efendimiz İsa'nın kurtarışının o muhteşem aydınlığında kendi içi dönüşüm ve değişimin elbette çevrenin dönüşüm ve değişimi de olacaktır. Ama bizim zorumuzla değil, bizde olan o muhteşem manevi devrimin bizi Mesih'e çevirmesi ile.. Bu üç kaygılanmama ve dünyaya emin gözlerle ve ruhla ve yürekle bakma nedeninin hemen ardından Efendimiz, kurtarıcımı Mesih İsa'nın şu sözleri gerçekten tam yerini bulmaktadır;


O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter-Mt.6:34




DOĞRU YA DA YANLIŞ BİR YARGIYLA BAKIŞ


Çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanırsınız-Mt.7:2


Mesih İsa Yaratan'a yürüyen kişi için çok net olan yol haritaların verdikten sonra bize çok net olarak bu yürüyüş üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olan bir başka konuyu daha açmaktadır. Bu konu bakış açılarımızdır. Dünyaya bakışımız sadece maddi pencereden mi yoksa manevi pencereden midir? Dünyaya bakışımız Yaratan'ı edinmemizle aynı paralelde midir? Yani güvenle mi bakıyoruz yoksa kaygı ile mi bakıyoruz? Bütün bunları gözlerimizin önüne döktüğünden sonra kurtarıcımız, efendimiz, üstadımız Mesih İsa bize aynı zamanda yargılarımızın durumunu hatırlatmaktadır.


Biz aslında her gün her konuda Yaratan'a benzerliğin bir manada küçük bir ifşası olarak yargılarda bulunup durmaktayız. Bu yargılarımızda çoğu zaman "kendim için almanın yani Adem düzeyinin o "ben için" "benimin yarattığı benlik bakış açılarında" kararlar veriyoruz. İnsanları, kainatı, Yaratanı, Mesihini ve Ruhunu ve hatta kutsal yazıları hep bu kararlara göre değerlendiriyoruz.


Esasında burada ifade günlük hayat içinde sürekli yargılarımızla kendimize iyilik değil kötülük yaptığımız esası çıkmaktadır. Tabi bu yargılar her gördüğümüz şeyi kendi iç algılarımıza göre ve kötü olarak değerlendirmek şekliyle ortaya çıkmaktadır. Yani kişinin yine ve öncelikle ve hep kendi "kaosların ıslaha" getirmek için Mesih'i giyinerek Ruh'ta bir yaşam sürmesi ve kendi "benini" halletmesiyle çevresine bir ışık halkası oluşturması esas olandır.Burada bu prensip yine gündemde olandır. Yani efendimiz "sen kendin ne haldesin esas buna bak" diye gözleri bakışları içe yönlendirmektedir.

Mana aleminde o muhteşem "bilinmezi bilinir kılınanda yani kişinin kendisinde" değerlendirmesi istenmektedir. Ve değerliği değersizden ayırabilmeyi de yine bu içe bakışla değerlendirmektedir.

O zaman "senin için kıymetli olan zamanını" neden "kıymetsiz olan tartışmalara, sohbetlere harcayasın ki". Senin için kıymetli olan sağlığını "niye dost sandıkların memnun olsun diye meyhanelerde, kumarhanelerde" harcayasın ki, her şeyi denge ile ifrattan yani aşırılıktan kaçınarak "iyi olan ne varsa, faydalı olan ne varsa" onun ardında koşarak harcamak esas olması gerekendir. Bu da dünyaya nasıl bir yargı bakışı, nasıl bir değerlendirme biçimi ile baktığımızla oldukça alakalıdır.


AÇI DEĞİŞTİRMEDE İKİ ETKEN


Dileyin, size verilecek... İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın-Mt.7:7 ve 12


Mesih İsa öğrettiği hiç bir konuyu bir yol haritası vermeksizin ortada bırakmamaktadır. Burada da diğer yol haritalarında olduğu gibi kişinin önüne konulan olması gereken değişikliğe gidişin yol haritası yine net olarak sunulmaktadır.


Bu netliğin içinde aslında yapılması gerekenler gerçek özgür iradenin faaliyete geçirilmesidir. Bu ne demektir? İnsanlar özgür iradeyi hep kendi istemleriyle bir şey seçmek olarak düşünmektedirler. Oysa esas özgür irade sürekli olarak bilinçsizle yaptığımız doğal tepkilerimizi tamamen değiştirmeye karar vermektir. Bu çok zordur. Yani birine öfkelendiğinizde öfke otomatik olarak kişiden fışkırır. Bu özgür seçim değil, seçimsizliktir. Oysa öfkelenmemeyi seçmek hakikaten özgür iradeyi kullanabilmektir. Bu nedenle burada Mesih İsa'nın talebi bütün bu yol haritaları ile gelinen noktada bakış açısının değiştirilmesi esasını da bilip tabi olmamızdır. Bunun da yol haritasının bir tarafı "niyettir". Yani "olmayacak" diye kesip atmak esasında "otomatik bir harekettir". Seçimsizliktir. Özgür iradeyi kullanamamadır. Diğer taraftan "dilemek" yani "eksikliğin farkındalığında talep etmek" ise "verilmeyi getirecektir". "Gökleri yani yüksek değerleri aşağıya çekecektir". O zaman dilemek bakış açısın değiştirmenin bir yoludur. Buna "dua yani yüreğin hakiki ve samimi arzusu" diyebiliriz. Diğer taraftan ise "bize olmasını, yapılmasını istemediklerimizi bizim başkalarına yapmama" seçimimizdir ki bu da oldukça zorlu bir harekettir. Bir iç dileği ve iç dönüşüm ve değişim hareketidir.


Mesih İsa kendi ölüm ve dirilişi ile sonunda kurtuluş gibi bir lütufla bize sunduğu yaşamının esas öğreti bölümünde Müjde'si ile kurtuluş kapısının "manada" olduğunu önümüze açmıştır. Bu "mana" kapısından yani Müjdeden geçen inanılmaz bir iç değişimin merkezine yani "Mesih dergahına" gelmiş olur. Bu dergahta hayat "dönüşüm ve değişim" hayatıdır. "Dönüşüm ve değişim geçmişi şimdiye geleceği de şimdiye taşır ve kişiyi Adem düzeyinden Nuh'a Nuh'tan İbrahim'e ve İshak ve Yakup'a ve oradan Musa ile Işığın algılanmasına ulaştırır. Sonra saran ışık yani Kutsal Ruh yüreklerde "kalp noktası" dediğimiz o altıncı his noktalarını açar ve yüreklere ölümü ve dirilişi ile Mesih doğar yani yürekler Mesih seviyesini algılamaya ve bu seviyeye çekilerek "Yaratan'ı edinmeye" ve O'nunla "sevgi ve ihsan O'lanla" niteliklerin ifşası manasında "Eşit formda olmaya başlarlar". Bu onların geldikleri sonsuzluğa dönüşleri anlamındadır. Çünkü artık Yaratan sureti gayesi ile yaratılmış olmalarının son noktası olan düzeydedirler.


Mesih'te "Baba ve Ben" biriz mertebesinde Ruh'la bütünleştirilmişlerdir. Sonsuzluk yani "kaybolan oğul meselindeki" dönüş ve kucaklama yani özle buluşma gerçekleşmiş ve Yaratan bizden ifşa olunmuş ve yansıma geriye dönmüştür. Bu tam haz ve tam doyum ve tam mutluluk yani sonsuzluktur.