II. İNSAN-I KAMİL (Matta 5:1-16)


Ne mutlu ruhta yoksul olanlara! Göklerin hükümranlığı onlarındır-Mt.5:3


Dünyanın her yerinde ister sözlü ister yazılı olsun toplumları yönlendiren insanlara bir arada yaşayabilme ortamını sağlayan hep belli başlı temel öğretiler, temel prensipler vardır. Kimi bir diğerine göre daha sıkı, kimi bir diğerine göre daha gevşek gibi görünür ama hep esasında o toplumu, o koşulu, o koşuldaki insanı yansıtır bütün bu öğreti ve kurallar. Fakat bazı öğretiler ya da yaşam prensipleri öylesine evrenseldir ki, sanki çıktığı yöreden bir ok misali dünyanın bağrına doğru hareket eder durur ve birden bire bütün bu öğreti ve prensipler adeta dünyaca sahiplenilir. Ve ilginç tarafı bu tarz en üst öğreti, düşünce ve prensiplerin bir çoğunun yayıldığı çağda günümüzdeki iletişim araçlarının hiçbiri de ortalıkta yoktur. Ama söylenilenler o kadar etkindir ki, adeta dünya “susamışlık içersinde” bir sünger gibi bütün bu öğretileri, düşünceleri ve bu üst prensipleri içine çeker. Bir çok öğretiler ve prensipler esasında bütün dünyada insan toplumunu, insan ilişkilerini, toplumsal yaşamı doğrudan ya da bir şekilde etkilemiş olmakla birlikte çok azı doğrudan insanı esaslı insan seviyesi diyebileceğimiz o –insan-ı kamil- yani esas Yaratan suretine dönüştürüp değiştirebilecek bir niteliktedir.


DÖNÜŞÜMDEN DEĞİŞİME


Esasında Mesih İsa’nın ilk vaazında söylediği iki önemli kelimenin hayata geçirilmesi esas olandır. Oysa bir çoğumuz “Müjde” kelimesi ile sadece “Efendimiz İsa’yı” bağdaştırıyor ve İsa’yı yüreğimize almakla eş tutuyoruz. Bu temel olarak doğru olmakla birlikte esasında “Müjde” bir büyük dönüşüm ve değişimin giriş kapısı olarak karşımızda durmaktadır. Yani “Müjde=dönüşüm ve değişim” olduğunu daha önce ifade etmiştik. O zaman hemen aklımıza şu soru geliyor ne şekilde, hangi koşullarda, bu dönüşüm ve değişim neye doğru bir dönüşüm ve değişimdir.

Bu dönüşüm ve değişimin sonu ne olacaktır. İşte bütün bunlara baktığımızda biz esas itibariyle dağdaki vaazlarında Efendimizin Müjde’nin bu iki önemli esasının nasıl hayata alınacağı ve ne yolla etkinlik oluşturacağını ve bizdeki dönüşüm ve değişim hareketinin ne olduğunu, nasıl olduğunu ve nasıl sonuçlanacağını ifade edip durmaktadır.


Bu bağlamda Mesih İsa’nın müjdesi olan “tövbe-dönüşüm” ve “göklerin egemenliği-yani her güne yayılan değişim” esasında “dağdaki vaaz” olarak nitelediğimiz efendimizin o çok meşhur öğretileri ile açıklanıp yukarıdan aşağıya çekilmesi gereken Yaratan’ın hükümranlığı, yükseklerin hükümranlığı diyebileceğimiz dönüşüm ve değişim yaşamı için gerekli aşağıdan çalışma ifadelendirilmektedir. Kısacası Mesih İsa’nın hayat öğretişlerinin dorukları olan bu bölümlerdeki ifadeler tövbe sonrası edinilmesi gereken “göklerin hükümranlığının” ne demek olduğunun açıklamasıdır.


Bu noktada nedense “göklerin hükümranlığı” konusunun netleştirildiği bu bölümler bir çok zaman Mesih’i izlediğini söyleyenler için “okunması gereken özlü sözler” mahiyeti dışına pek çıkamamıştır. Bunun bir neden Yaratan yolunda yürüyenlerin bütün kutsal yazılar bütünündeki edinimlerinin esasında tek bir öyküyü ve Yaratan’la Yaratılan arasındaki “sevgi ve ihsan” ilişkisini anlattığını kavrayamamaktan “eski antlaşmayı” “yeni antlaşmadan” ayıran bir zihniyete sahip olmaktır. Henüz Mesihi çağ gelmemiştir ki, dolayısı ile böyle üst standartların uygulamaya geçmesi çokta ihtimal edilecek bir durum değildir. Diğer tarafta da çok radikal bir yaklaşımdır ki, bu vaaz prensipleri adeta birer şer-i hüküm olarak algılanmaktadır. En ufak bir parçası dahi bir kural olarak uygulanmazsa kişi Yaratan önünden adeta sökülüp atılacaktır. Bir başka yaklaşım ise bu öğretileri sosyal hizmetlere çeken algılayıştır.


Oysa dikkat edilirse kainatta insanların kurumsallaştırdıkları manevi yaşam modellerinin ortaya koyduğu bir çok din ve mezhep bulunmaktadır.

Oysa Efendimiz İsa’nın ifadelerinde zaten var olan sinagog ibadet sistemi ve lokal ibadet anlayışı ve tapınak anlayışı üzerine manayı yerleştirmiş ve kurumsal olmayan bir manevi doktrin ve prensipler zincirini vaaz yoluyla halkın yaşamına doğal yoldan ve doğal bir yaşama biçimi olmak kaydı ile ulaştırmaya çalışmıştır.


Demek ki esas olan kurumsal bir yapıya ihtiyaç olmaksızın halkın doğal atmosferi içersinde Yaratan’ın saran ışığı ile açılan yüreğine Mesih İsa’nın müjdesi olan dönüşüm ve değişimi indirgeyebilmesidir. Bunu da henüz Mesih gelmedi diye bir bekleme durumunda yada şer-i hüküm durumunda ya da sadece sosyal içerikli faaliyetler durumunda algılamadan yapması esastır. Ve esasında Efendimizin tüm söylemlerinde bu doğal ve güncel hayat içindeki dönüşüm ve değişime yaptığı vurgular çok açıktır.


DEĞİŞİM YOLUNA GİRİŞ


Dolayısı ile Mesih İsa’nın buradaki öğretişleri esasında ilk vaazı ile doğrudan ve özden bağlantılıdır. Öncelikle dönüşüm esastır. Dönüşüm demek “tövbe” demek ise bu tövbeye gidiş kesinlikle yüreğin öncelikle samimi bir niyet için Yaratan’ın saran ışığına açılması gerekmektedir. Bu kalp noktası esasında “dönüşüm ve değişim” çağrısına yani Müjde’ye itaati getirecektir ve itaat de yani bu “Müjde’ye” “bu çağrıya tabi olmakta” dolayısı ile “kararlı bir dönüşümü” yani “tövbeyi” beraberinde getirecektir. Ve tabi bu adımdan sonra kişinin lütufla açılmış yüreğine bir üst akıl yani hoca bulması gerekmektedir ki, dönüşüm değişimi yani “göklerin hükümranlığın’da” aşağıya çekebilsin. Üst akla tutunmak, yüreğe hoca edinmek işte bu noktada Efendimiz İsa devreye girmektedir ve “dağdaki vaaz” esasında bu üst akla tutunma konusunda bizleri irşat eden mürşidimize tabi olmaktır. Bu bir müddet sonra Yaratan’ı edinme ve O’nunla eşit formda olması açısından Mesih İsa’ya güveni ve dolayısı ile öğreti ve yaşamının yaşamımızda güven oluşturmasına neden olacaktır ve artık bu noktadan sonra da Yaratan’la eşit forma dönüşene kadar yani “Mesih’inde Yaratan suretine” dönüşüne kadar bizler artık her şeye dayanabilir olmuş oluruz.

Bu sıralamaya baktığımızda o zaman İsra-el olmak yani Yaratan’a yürümek kavramında Ruh’un açtığı yolda Mesih’in kurtarışında bizim için dağdaki vaaz Müjdenin yaşamımızdaki işlerlik yollarıdır. Ne gelecekte Mesih’in gelişinde yaşanacak bir yaşamın ifadesidir, ne şer-i olarak harfiyen uygulanması şart olan bir prensipler bütünüdür ne de sosyal hayatı geliştirmek için var olan prensipler zinciridir. Bu Mesih’i düzeyde “kendi beni için almaktan” “sevgi ve ihsan O’lan” Yaratan’ı Mesih’inde ve Ruh’unda yansıtmak için Müjde’nin yani “dönüşüm ve değişim” çağrısının hayata indirgenmesi yolları ve sonuçlarıdır. Kısacası bu samimi bir biçimde Yaratanı Mesih’inde edinmeye çalışan bir samimi Ruh’ta imanlının yeni yaşam tablosu ve yansımasıdır.


Bu nedenle Mesih İsa’nın özellikle bu vaazının “ne mutlu” ifadesiyle başlayan cümlelerinde aslında “Ne mutludur, yani o insan ne kadar şanslıdır ki, hakikaten istisnai bir şeye sahiptir yani kimsenin sahip olmadığı bir şeye sahiptir, hazların en büyüğünü duymalıdır” gibi çok geniş bir manayı içermektedir. Yani bu şöyle bir misalle anlatılabilir “bir kişi çok zevk alarak yaptığı ve tatmin olduğu bir işe sahipse ve bu işle ekonomik olarak da tatmin oluyorsa, koşulları itibariyle de tatmin oluyorsa” işte o durumda o insana “ne mutlu sana” denildiğinde buradaki mutluluğun esasında sadece sevinme olmadığı açıktır. İşte burada Mesih İsa’nın ifadelerinde de esas olarak bir insan Yaratan’da duyulabilecek en büyük hazzı, en yüce yürek hazzını hissederek yaşaması gereken koşulları ifade etmektedir. Bu koşullar bir insanın esas en üst hazları alabileceği ve insan-ı kamil düzeyine insanı ulaştırabilecek koşullardır ve bu nedenle bunları yapabilene “ne mutludur”, bunları yapabilene “en üstündür”. Biz insanlar olarak en muhteşem ve en haz veren, en derin kalbi mutlulukları veren şeylerin hep maddeyle bağlantılı olduğu kanaatindeyiz. Bu da doğal olarak bedende olmamızın ruhumuzun bir beden içinde dünyayı algılamasından kaynaklanmaktadır. Oysa bu noktaya yani Yaratan’dan olan ruhlar olduğumuza ve maddeyle geçici bir temas içinde olduğumuza çok iyi vurgu yapmaktadır efendimiz İsa. Ve bu nedenle esas hazların dönüşüm ve değişimle manevi bir yaşamı beden yaşamımız içine çekmekle mümkün olduğudur.

DEĞİŞİM YOLUNUN AŞAMALARI


Efendimizin, Müjde ile davet ettiği kurtuluş yaşamında dönüşüm ve değişim esası teşkil ettiğine göre bu esasın üzerine bina edilecek olan kabın nasıl bina edileceği "dağdaki vaaz" prensipleriyle aleni bir şekilde ortaya dökülmektedir. Güneşin ışınlarının gerçekten güneşin ışıkları olarak yer alması için yani güneş ışınlarının hakikaten yansıması için esas olan şey esasında ışınların çarptığı karşılayıcı engellerdir. Burada da durum aynıdır. Yani bir kap oluşturmaksızın Yaratan'ın o en üst düzeyde varlığının yansıması gerçekleşmeyecek ve doğal olarak haz alma imkan dışında olacaktır. Peki, o zaman bu şu demektir yani dönüşüm ve değişim için lazım olan kaptır ve bu kabı oluşturmamız esastır. Bu kap nasıl oluşacaktır? Bu kabın oluşmasına temel esas yürekte "gönül gözü" ya da "kalp noktası" dediğimiz o farkındalıktır. O zaman buradaki bütün prensipleri Mesih İsa'nın yaşamıyla yürekle bütünlemek bize otomatik olarak Yaratan formuna getirmiş olacaktır. Bu form eşitliği noktalarında da doğal olarak Yaratan'ın ışığı aynanın ya da herhangi bir yansıtıcının güneş ışığını üstüne çekip yansıtması gibi oluşturulan yaşam kabıyla ve daha doğrusu manevi manada Yaratan ışığına açıklıkla bir kap oluşmuş olacaktır. Bütün bu aşamalar daha çok daha çok bizim Mesih İsa'da biçimlenmemiz, Efendimizin yaşamını giyinmemiz ve Yaratan Ruh'unun yönlendirişinde bir hayat sürmemizdir. Şimdi bu ışığı yansıtmak için kap oluşturan prensiplere bakalım;


1.Ne mutlu ruhta fakir olanlara! Çünkü göklerin hükümranlığı onlarındır. Buradaki yoksulluk sürekli olarak Yaratan'ın görkeminde, mana yolunun harika işleyişinde, kaosun karşısında düzenin dinginliğinde kişinin kendi yetersizliğini, eksikliğini fark etmesidir. Bu eksikliğin farkındalığı esasında Yaratan'ın üst değerleri ile kişi arasında dua oluşturmaktadır. Demek ki Efendimiz Müjde'sinin hemen arkasında ilk dönüşüm sonrası değişim adımı olarak kişinin manevi eksikliğini fark etmesi olarak ifade etmektedir. Zaten eksikliğin bilincinde olmak tamlığa doğru hareket etme ihtiyacını da görebilmek demektir ve bunu görmek bir de hareketi getirebilirse hakikaten kişi "göklerin hükümranlığını" aşağıya çekmeye başlayacaktır.


2.Ne mutlu yaslı olanlara! Çünkü onlar teselli edileceklerdir. Çoğu zaman buradaki üzüntüyü de algılayamıyoruz. Burada neye ve ne için üzülmemiz gerekiyor? Buradaki üzüntü aslında bu eksikliklerinin farkında olmalarından duydukları üzüntüdür. Zaten bu üzüntü "eksiklerini tamamlama, arayı kapatma arzusunu oluşturacak olan bir hissediştir. Dolayısı ile bu arayı kapatma arzusu da "dua" olarak isimlendirilmektedir. Yeşaya 40:2'de Yaratan'ın ifadesi olarak ifade edilen "avutan halkımı" sözlerinde aslında "kendi alma arzuları" içinde yaşadıkları durumlarından çıkış yolu olduğu ifade edilmektedir. Efendimiz İsa'nın vaazında da kendi üzerindeki "Yaratanla eşit formda" olma bütünlüğünde esasında bu eksikliğin farkındalığı ve üzüntüsünü çekenler için umudun yolu hazırdır.


3.Ne mutlu yumuşak huylu olanlara! Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklardır. Esasında "yumuşak huy" ifadesinde daha önce de dediğimiz gibi kolay insan olma, daha üst nitelikleri çabuk edinebilme, boyun eğebilme, insanları incitmeme gibi bir çok kavramla birlikte kendi çapında disiplinli olma ve iyiye doğru kolay eğitilebilme eğilimi olma gibi bir çok iyiye eğilimli kavram vardır. Yeryüzünün bütün getirileri aslında sakin, ağır başlı, kibar, kolay öfkelenmeyen, belli bir hayat disiplini içinde olan, eksikliğinin farkında ve bunlar için üzüntü duyabilen bir kişi için genelde değer taşımaktadır. Bu tür bir kişi kendisine sunulan bütün nimetlere kıymet vereceği ve yetinebileceği için doğal olarak bir anlamda "yeryüzü nimetlerini" edinmiş bir kişidir. Esasında "eksikliğinin farkında" ve "bu eksikliklerden üzüntü" duyan kişinin bu durumdan kurtulması için "yumuşak bir huya" sahip olması esastır. Çünkü yumuşak huy bir üst aklı aşağıya davet edecek dolayısı ile içinde bulunduğu konumdan kurtulabilme niyeti oluşturacaktır. Yani bir başka deyişle eksikliğini tamamlamak için Yaratan'a dua yükseltecektir.


4.Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara! Çünkü onlar doyurulacaklardır. Ancak yumuşak huylu olan yani üst akla tutunabilecek olan ve eksikliğine üzülerek bu eksikliği ortadan kaldırmak için yumuşak huylulukla eksikliğini tamamlayacağı yolları yani Yaratan'ı edinme (form eşitliği) yollarını arayan kişi kurak çölde aç ve susuz kalmış bir kişi gibi olacak ve esasında bu hareketinin, bu yönelişinin de sonucunu alacaktır. Efendimizin dikkat çektiği noktalar aslında "kalp noktası açılmış kişinin" bu noktadan hareketle Yaratan'a yönelme yani İsra-el (Yaratan'a doğru yürüyen) olma aşamalarıdır.


5.Ne mutlu merhametli olanlara! Çünkü onlar merhamet bulacaklar. Bu vaazdaki bu "dönüşüm sonrası değişim" basamakları gerçekten bir çiçeğin açma aşamaları gibidir. Sanki çiçek güneşin ışıkları ile ışıkların geldiği tarafa yönelmiş ve o yöneldiği tarafta da yavaş yavaş açmaya başlamıştır. Esasında "Yaratan'a yürüyen" yani (İsra-el-asla bugünkü devlet ve millet anlamında değil) bu basamaklarla Yaratan'a açmakta ve Ruh'unda Mesih olmaktadır. Şimdi bu noktada Yaratan'ın sevgi ve ihsanını yansıtma aşamasına gelinmektedir. Bu merhamet basamağı esasında "içsel değişimin" temel göstergeleridir. İsa Mesih'in yüreği buradadır. Yani merhamet yüreği Yaratan'ın sevgisinin açılımıdır. Sevgi karşılıksız olarak Yaratan'da lütuf olarak bütün varlık alemine sunulmaktadır. Merhamet eden zaten bunun farkında olandır ve karşılıksız sunulan merhameti zaten aldığını fark edecektir ve zaten merhametin esas kaynağını bulmuş olacaktır.


6.Ne mutlu yüreği temiz olanlara! Çünkü onlar Allah'ı görecekler. Sevgi ve İhsan Yaratan'ın ta kendisidir. Yani bütün bu kainatta Hiç-Varlık olan o muhteşem Yaratan Ruh'u ve Mesih'inde bize takdim ettiği varlığını esasında iki nitelik olarak açıklamaktadır: "Sevgi ve İhsan". O zaman bu iki nitelik a.Eksikliğin fark edilmesi ile b.Bu eksiklik için üzüntü duyulması ile c.Bu eksikliği gidermenin yolunun samimi bir biçimde yumuşak huyluluktan geçtiğinin idrak edilmesi ile d.Bu yumuşak huyluluğun üst aklı aramaktan kaynaklı doğruluğa açlığı ve susuzluğu getirmesi ile ve e.dolayısı ile esas doğruluğun Yaratan'la form eşitliği olduğu gerçeğini yani "Sevgi ve İhsan O'lan'ı" benim kendi öz varlığımda "Sevgi ve İhsan" olarak hissetmemle bende kendisini göstermektedir. Yani Mesih İsa bize Yaratan'ı edinerek "Adem seviyesinden" "Mesih seviyesine" yükselmenin basamaklarını burada vermektedir.


Mesih seviyesi "İsa Mesih'te Ruh'un yardımı ile biçimlenme" seviyesidir ki bu yaratılmamızın gayesi olan "Yaratan sureti" olma seviyesidir. Bu seviyede insan artık "insan-ı kamildir" ve sonuç "gelinen kaynağa Yaratan'a kesin dönüş ve O'nla bütünleşmedir". Bu zaten cennettir. Yani ruhların en üst noktada Yaratan'ı yüceltip O'nda sonsuza dek en üst hazlardan oluşan ışığı aldıkları nokta.


Görüldüğü gibi bu altı daire aslında bizi maddi dünyadan manevi dünyaya getirmektedir. Bu altı nokta üzerinde çalışma adeta bizi Adem suretinden Mesih düzeyinde Yaratan suretine getirmektedir. Ve buradan yedinci nokta yani yeni yaşam yeni dünya ortaya çıkmaktadır. Bu noktada üst dünyaları edinmişlik söz konusudur. Adeta burada yepyeni bir doğuş vardır. Çünkü bu noktada artık yürek "kötü gören gözü çoktan kör etmiştir". Yani Yaratan gibi "her şeyin iyi olduğunu" görmektedir.


Bu altıncı nokta artık yeni dünyadaki yeni insanı doğuran noktadır. Bütün nitelikler, bütün Yaratan'a dönüşüm ve değişim esasında bu noktada yani "yüreğin temiz" olduğu noktada birleşmekte ve ıslah edilmiş bir insan insanı, Yaratan sureti insan ruhunu yeni bir dünyaya getirmektedir. Bu Yaratan'ın benden ifşasıdır. Bu Mesih İsa'ya bürünmedir. Ve bu yeni dünyada insan iki "sevgi ve ihsan O'lanı" maddi beden içinde efendimiz Mesih İsa'nın manevi ifadelerle yarı insan-yarı ilahiliğini "sevgi ve ihsan'ı" yani edindiğini yansıtarak yaşamını sürdürmeye ve kendi ıslahı ile dünyasını da ıslah etmiş olarak ve bunda devamlılıkla yaşamaya devam eder. Bu insanda "sevgi ve ihsan" niteliği "esenlik" ve "doğruluk" niteliklerinde ışımaktadır. O zaman bu son iki niteliği de Efendimiz Mesih'in şu iki önemli prensip öğretisinde görüyoruz.


7.Ne mutlu barışı sağlayanlara! Çünkü onlara Allah oğulları denecek. Yukarda bahsettiğimiz bütün aşamalar üstünde artık altı önemli manevi basamağı (mecazen manevi dünyayı) aşan Mesih'in Müjdesindeki samimi kurtuluş bulmuş kişi yeryüzünde sadece barışı, esenliği sağlayan, yansıtan, ifade eden, koruyan kişidir. O Mesih'in bütün manevi üst dünyaları aşağıya çeken yaşamını yansıtmaktadır.

Yani o kişi artık "Sevgi ve İhsan O'lan" yüce Yaratan'ın "Sevgi ve İhsan" niteliğini üzerinden yansıtan kişidir. O kişinin iç alemindeki sükunet, huzur, haz, barış, esenlik yani Yaratan'ın ışıkları Mesih İsa'da dinginleşmiş Ruh'un yönetimindeki yaşamı ile dışa yansımaktadır. Dolayısı ile bu insanlar bu iç barışlarını dışa da yansıtmaktadırlar. Ve kaos içinde ıslahın simgesi olarak kaos içindeki her kişiyi üzerlerine çekmektedirler.


8.Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Çünkü göklerin hükümranlığı onlarındır. Yaratılış gayesinde "benini fark eden insanın" "Yaratan suretine" dönüşerek Yaratan'ı yansıtması esastır. Bu yansıtmada farklı düzeylerde ve bencillikler içindeki insanlık arasında bir sürtüşme demektir. Yani piramidin ilk basamağında cansızlar hakimiyeti vardır aynen öyle daha üstünde bitkiler ve daha üstte hayvanlar ve en üstte yani bütün bu saydığımız seviyelerden daha az miktarda insanlık düzeyi vardır. Bu maneviyatımızla karşılaştırılırsa esasında en üst seviyeye yani insani düzeye çıkmak oldukça zorlu bir yolculuktur. Bu nedenle Efendimiz İsa'nın lütfundaki kurtarışında bizler yukarıya çekiliriz. Yani piramidin üstüne. O noktada artık "kişinin kendi beni için alması" diye bir şey söz konusu değildir. O noktada "hep sevgi ve ihsan" sunumunda "komşusuna vermek için alması" söz konusudur. O zaman doğruluk yani "sevgi ve ihsan O'lma" bu nitelikleri yaşama konusunda toplumla, insanlarla hep sürtüşme söz konusudur. Ve dolayısı ile "ıslah" arzusu, "dönüşüm ve değişim" arzusu kendi "bencil" düzeylerine alışmışları rahatsız edecektir. Ve öyle ya da böyle zıtlığın zulmü başlayacaktır. Ama Efendimiz Mesih İsa'nın öğretisinde işte bu nokta artık esas önemli olanın yani "göklerin hükümranlığını" bize kadar çeken bir durumdur. Hükümranlık budur. Artık Yüce Yaratanı edinme söz konusudur. Artık yüce Yaratan buradadır. Mesih İsa'da ifşa artık Mesih'le bizde ifşadır.


Bütün bu dönüşüm sonucu değişimi tamamlama yolundaki Mesih İsa'da biçimlenen Ruh'un rehberliğinde Yaratan'ı edinme yolundaki kişiler esasında peygamberlik düzeyini de yansıtan kişilerdir. Dikkat edilirse "doğruluk uğruna zulüm görenler" aynı peygamberler gibi zulüm görmektedirler.


Çünkü onlar herkesin doğru bildikleri üzerine yükselmiş ve esas doğruyu "sevgi ve ihsanı" yansıtmaya gayret etmişlerdir. Şimdi Ruh'un yönlendirişinde Mesih'te "kalp noktaları" açılan kişiler de aynı şeyi yapmaktadırlar. Bu da zavallı bir durum değil aksine sonsuzlukta Yaratan'la bizi bütünleştiren kısacası sevinç getirmesi gereken bir durumdur. Çünkü Mesih İsa'da kurtuluşu gönenen bir kişi Ruh'un önderliğinde Yaratan'ı yücelten ve O'ndan sonsuza kadar zevk alan bir kişi olarak O'nunla Mesih'inde ve Ruh'unda bütünleşmiş olacaktır.