I. DÖNÜŞÜM VE DEĞİŞİM (Matta 4:12-25)


Tövbe edin! Çünkü göklerin hükümranlığı yaklaştı-Mt.4:17


İnsanlar için en zor olan şey asırların derinliklerinden taşıdıkları ve öz benliklerinden giydirme benliklerine ve oradan da olmak istedikleri benliklerine kadar uzanan varlıklarının, gerek genetik yapılarının, gerek karakter yapılarının bir türlü içinde bulunduğu ortamdan ve zincirlerinden kurtulamamasıdır. Bu nedenle sürekli olarak bir sorun içindedir insan. Bütün kainatla sanki savaş halindedir ama esasında kendi ile mücadele edip durmaktadır. Bütün inanç seviyelerinde en büyük savaşım esasında insanın bu değişmezliğinin farkındalığında insanı değiştirmeye gayret etmektir. Çoğunlukla bu gayret bir takım dini uygulamalar ve disiplinlerle halledilmeye çalışılmıştır ama gerçekte insan ile dış disiplin çoğu zaman uyumsuzluk oluşturmaktadır. Çünkü program içten işleyen bir programdır ve bu iç işleyiş içinde dışın etkisi oldukça geçicidir. Bu bağlamda dini seviyeler belli müdahalelerde bulunabilse bile esaslı değişimin içten olduğu esası üzerinde esas değişim yüreğin değişimi ile mümkündür.


Efendimiz bu noktadan hareketle insanlığı çok önemli olan bu esası hatırlatmış sadece hatırlatmakla kalmamış aynı zamanda bu iç dönüşümün ve değişimin kurtaran öncülüğünü de kendi Mesihi kimliği ile gerçekleştirmiştir.


Bu bağlamda özellikle hizmetine başladığı alanın Yahudi olmayanların diyarı olması da önemli bir noktadır. Çünkü dönüşüm ve değişim hiçbir zaman alışılmış olanın içinden yani kabuklar altında kalmış olan ve dönüşümü ve değişimi zor olan bir ortamda olması mümkün değildir. Kabukların yani geleneklerin, göreneklerin, alışılmış ve bir takım üzerimizde etkin isimler almış sistemlerin altında bir içsel devrimin yapılması mümkün değildir. Bu bilinçle ve bu yaklaşımla o dönemin oturmuş ve esasın üzerine kabuklarını örerek oturmuş bir dini halkasının hakim olduğu alandan başlamak elbette dönüşüm ve değişimi ilan için bir ortam olacak değildir.


İşte bu nedenle Efendimizin hareket alanının öncelikle bu kabuk seviyelerin ötesinde elbette kendilerine oluşturdukları başka kabuklar altında yaşayan ama en azından Yaratana ilişkin kendilerine derin kabukları henüz oluşturmamış olan bir toplum içinden başlamayı tercih etmiştir.


Bu esasında bizim de neye nereden başlayacağımıza ilişkin bir ip ucu vermektedir. Bizim manevi hayatımızın da esasında bir Yahudi olan ve Yahudi olmayan bölümü vardır. Yani buradaki ifadesiyle belli kurallarla bağlanmış olan bir bölümü vardır. O zaman hakiki bir manada Yaratan’a dönüş O’nun Ruh’unun uyandırışında Mesih’i ile kurtuluşa hareket her şeyden önce içimizdeki Galileden başlamakla mümkündür. Çünkü en az kabuk olan bölge ya da Yaratan’ı edinme pratiğini henüz edinmemiş bölge esas kurtuluşumuz için yumuşak karnımızın olduğu bölgedir. Dikkat edilirse Yeşaya’nın sözlerinde özellikle henüz ışığı hiç görmemiş olanlar için büyük bir vaat söz konusudur;


Karanlıkta yürüyen halk büyük bir ışık görecek, ölümün gölgelediği diyarda yaşayanların üzerine ışık parlayacak-Yeşaya 9:2


Neden böylesi bir ruhsal dönüşüm ve değişim hareketine Mesih İsa Galile’den başlamıştır? İlginçtir ama “galile” kelime itibariyle de “daire” anlamına gelmektedir. Yani sanki bir manada yürek içinde daireler halinde hareket eden ve bizde Yaratan’ı yansıtan nitelik daireciklerinden başlamaktadır. Çünkü ışığı kendince edindiğini sanan “yani alma arzusu içinde yanan” kişi zaten “alma arzusunun karanlığının” farkında değildir. O zaman bir “kalp noktası” açılışı söz konusu olmalıdır ki, ondan sonra yürek tamamen ışığın hazzına vermek için almanın hazzına varabilsin.

KARANLIKTAKİLERE IŞIK


Çoğunlukla Yahudi olmayanlardan oluşan bir bölgede Mesih İsa’nın sinagoglara gitmesini birazda manevi cihetimizle değerlendirecek olursak esasında henüz Yaratan konusunda yürekleri kabuk bağlamamış olan bir bölge içinde Yaratan’a meyil eden bir yürek eğiliminden içeriye ışığı sunabilmek Mesih’in yüreklerimize olan kurtuluş lütfü sunusuna güzel bir işaret oluşturmaktadır. Bu nedenle o yürek karanlığının bulunduğu yörede dikkat edilirse bir tarafta Yaratan’ın “sevgi ve ihsan O’lduğunun” bilincinde olmayanlar diğer tarafta ise “Yaratan’ı gizlilikte” algılayanlar yani bir Yaratan şuurunda olup O’nu edinmek yerine elleri ile kolları ile O’nunla ilişki kurabileceklerini düşünenler arasında Mesih İsa’nın müjdesini ilan etmeye başladığını görüyoruz. Bu noktada esasında her iki tarafında esas anlamda “mana yolunda” olmadıklarını da gözlemliyoruz. Yani dini bir seviyede olanlar da ya da dini bir seviye de olmayanlarda aslında kendi deneme yanılma yollarına göre hareket etmektedirler. Mesih İsa’nın müjdesi tam bu iki aşırı uç noktanın ortasındakinin yani esas orta yolun Yaratan’a yürüme yolu olduğunu sunmaktadır. Bu nokta işte “İsra-el’dir” yani “sırat-ı müstakim” yani “doğru yoldur”. Yani doğrudan, sağa sola sapmadan Yaratan’a kavuşturan Ruh’unda ve Mesih’inde dolu dolu ayaklar henüz yerdeyken yükseklerde O’lanla buluşma yoludur. O nedenle burada kimin neye inandığı, hangi mezhebe, dine tabi olduğu esas mesele değildir. Hatta inanca bir isim vermek de esas mesele değildir. Burada esas olan esası kavramaksızın yani inancı “Yaratan’ı Mesih’inde ve Ruh’unda” edinmek olarak algılamaksızın var olan herhangi bir yolun ve esasın “kainatın Efendisine uzanan yol olmadığı” ve “kendi başımıza kaldığımız” gerçeğidir.


VE IŞIĞIN İLK HÜZMELERİ


Hiç kuşkusuz Efendimizin o muhteşem yürekleri ve dolayısıyla canları kurtaran hizmetinin ilk sözcükleri yazılı metne göre iki hareketin ifadesidir. Bunlardan biri “tövbe” yani “dönüşüm” diğeri ise “göklerin egemenliği” yani değişim hareketidir. Şimdi bu bağlantılara daha yakından bakmamız gerekmektedir. Yani “tövbe” kelimesi yüz seksen derecelik bir istikamet değişimidir. Gidilen yoldan, düşünülenden ve harekete geçirilenden dönülmesi esasıdır. Bir şeyin tersine hareket etmektir. “Göklerin hükümranlığı” kavramı ise yükseklerin yetkinliğinin aşağıya çekilmesidir.


Örneğin; “barış” kavramı yüksek, en yüksek bir değerdir. O zaman bu üst, bu en yüksek değerin aşağıya çekilmesi yani en yüksek yaşam kavramının aşağıya indirgenmesi ve aşağıda uygulanması değişim esasıdır. Ve “barış” kavramının bütün hayata indirgenmesi ve Yaratan’ın “barış” gibi, “sevgi” gibi, “sevinç” gibi daha bir çok niteliklerinin aşağıya çekilmesi aslında “değişimdir”. Yani gündelik yaşama, günlük yaşam birimlerine Yaratan niteliklerini çekmektir. Bu da dolayısıyla “Yaratan’ı edinmek”, O’nunla “eşit forma bürünmek” demektir. Mesih İsa’da yansıyan bu muhteşem niteliklerin bizde biçimlenmesi yani “Mesih İsa’nın mecaz anlamda ifadesiyle bizde biçimlenmesi” ile mümkündür.


O zaman dikkat edilirse “Müjde” esasında sağ ve sol şeridin ortasında akan ve bizi sonuca götüren esas yolun işaret edilmesidir. Bu yolda yalnız ve yalnız “dönüşüm ve değişim’den” geçmektedir. Yani gerek o dönemin aşırı dinciliği ya da toplumsal putperestlik uygulamalarının insanları maddi yaşamları içinden alıp yüreklerinin manevi derinliklerinde esas kökleri olan Yaratanları ile buluşturacak değildir. İşte “Müjde” budur ve Mesih İsa ile ifşa olunmuş olması ve Mesih İsa üzerinde Mesihi seviyenin ilan olunmuş olması “kurtuluşun” beklenilen “kurtarıcı” ile ifadesi Müjdenin teori ve pratikte bize sunulmasıdır. Oysa bir çok asırlar ve hala günümüzde “Tora’nın” ifşasından sonra “Tora’nın başına gelenler” ne yazık ki “Müjde’nin yani İncil’in” başına da gelmiştir.




YUKARIYI AŞAĞIYA ÇEKME


Efendimiz Mesih İsa’nın ilk vaazı “Tövbe edin! Çünkü göklerin hükümranlığı yaklaştı” ifadesi esasında “gökleri yere çeken” gerçeğin ta kendisidir. Yani “ey insan şimdi maddi algının sınırlılığından soyun ve mananın derinliklerinde geldiğin ve gittiğin yerin bilincinde öze dön” şeklindeki bir ifade de karşımıza çıkan Mesih’tir. Yani o zaman bu öze dönüş hep beklenilen Mesih’in bende oturması, benden ifşa olunmasıdır. Buradaki “gök” tabiri elbette ki “yükseler” tabiridir. Yani aklın ulaşabileceği en büyük “mana noktaları”, bir başka deyişle “mananın dorukları”.


O zaman bu dorukları aşağıya çekmek için yağmur ve kar için nasıl basınç değişimleri önemliyse kişinin alışkı, birinci doğasının değişimi de çok önemlidir. O zaman bu değişim içinde bizdeki birinci doğanın yani alışılmışın terki dönüşümü ve değişimi kendiliğinden getirmektedir. Ruh’un bu konuda bizi uyandırması Mesih’in bizde doğması anlamıdır. Mesih’in biz de doğması ise o zaman Ruh’ta ve gerçekte yepyeni bir insan niteliğinin daha doğrusu Yaratan suretinin bizden yansıması demektir. Bu da Efendimiz Mesih İsa’nın bahsettiği “yeni doğuştur”.


Bu yepyeni bir başlangıçtır. Neden iyi haberdir? Yaratan öncelikle kaosun her adım tertibi, düzeni için “iyi oldu” demektedir. Yani “kaos” iyi için vardır ve “düzen” iyi için vardır. Çünkü kaos yoksa düzen yoktur. Kaos yoksa ve düzen yoksa iyi olan yoktur. İşte bu noktada o zaman “tövbe” ve “göklerin hükümranlığının” yakınlığı yani kaostan dönüş ve düzenin yerli yerine oturması esas olandır. O zaman bu “iyi olandır” ve “iyidir”. Bunun ilanı da “iyi haberdir”.


Mesih İsa’nın bütün varlığında topladığı “İsrael” yani “Yaratan’a yürüyen” kavramında esasında bu muhteşem bütünlüğün yürüyüşüne işaret vardır. O zaman bu yürüyüşte “hükümranlığın” yani “kainatın Efendisinin kainat bütünlüğünün” varlığının farkındalığı “o hükümranlığı Mesih’te giyinmek” yani “üstüne almak, oturtmaktır”. Bu da ancak “yürünen manevi manada düşüncede ve uygulamada gidilen yolun değiştirilmesi ile mümkündür”. Bu dönüşüm ve değişimin hangi adımlarda arzulandığı meşhur “dağdaki vaaz’da” mevcuttur. Zaten temas edeceğiz.


TEK MÜJDE


O zaman ilk sözler, ilk ifade de “dönüşüm ve değişim” esasıdır. Yani “yer boştu ve şekilsizdi” ifadesinde Yaratan’ın “ışık olsun” emri doğrultusundaki “iyi haber” yani boşluğun ve şekilsizliğin doldurulup şekle girmesi burada yine tekrarlanmaktadır. Dolayısı ile Yaratılıştaki “kelime” ile Mesih’teki “kelime” aynı “kelam” olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani “müjde” “yani esas haber” dönüşümün kesin olarak getireceği değişimdir.


Bunun örneği, öncüsü olarak önce peygamberlerin sözleri ve sonra da Mesih İsa’da o düzeyin takdimcisi mevcuttur. O zaman Yaratan’ın Ruh’unun harekete geçirdiği yüreğin Mesih’i yüreğe alması doğal olarak “iyi haberin” içe alınıp pratiğe geçirilmesi olacaktır.


Bu müjdenin yürekte yer etmesi için seçilen yerin “galile” yani “belli bir daire” olduğunu öğrenmiştik. Yani Mesih İsa bu hareketine Yahudilerin yani en azından “tek gizlilikte” olanların yani “biraz Yaratanı” algılayanların çok olduğu değil olmadığı bölgeden başlamıştı ve dolayısı ile o bölgede de “Yaratanı biraz algılayanlar” arasında başlamıştı. Yani bizim için de bunu yüreğe indirgediğimizde henüz Yaratan hakkında tam kabuk bağlamamış alanlarımızdan müjdeyi algılayarak ve elbette Yaratan’a eğilim gösteren arzumuz üzerinden yani içimizdeki havradan hareket ederek bunu devam ettirmemiz esas olacaktır. Bu noktada şu gerçekte ortaya çıkmaktadır. Yüreğimizdeki noktadan başlamak kaydı ile “dönüşüm ve değişim” müjdesi ve Mesih’te biçimlenme iç varlığımızın her seviyesine hitap edecek şekilde olmalıdır. Bu esas “sevgi ve ihsan O’lanın” “dönüşüm ve değişimle” “sevgi ve ihsan niteliğini” yani “Kendi suretine benzeme” unsurlarımızı bize sunmasıdır. Ve bu iç alemimizin bütün daireleri için geçerli olmalı ve her bir manevi seviyemizde aynı müjdenin vurgulanması esas olmalıdır. Ancak bundan sonra bizler kendimizi ıslah ederken etrafımızdakileri de farkında olmadan, bencillikle ve ukalalıkla değil ama kendimizle uğraşma safhasında bizden sızan Mesih’in ışığı ile başkalarını da ıslah etmeye başlamış olacağız.


Mesih İsa’nın ilk vaazından yani ilk ifadelerinden sonra yani “dönüşüm ve değişimi” ifade etmesi ve bunu kendi üzerinde ifşa etmesi ile kendisine çekilen “dört” kişinin varlığı buna güzel bir göstergedir.


Burada öğrencilerin ilginç tarafı her birinin bir yolla daha önce Mesih İsa’yı uzaktan da olsa tanımış olmalarıdır. Yani bunun bir başka ifadesi de şudur eğer bizler gerçekten yürekten Müjde’nin ifadelerini uygulamaya geçirirsek yani Ruh’ta ve Mesih’te dönüşüm ve değişim başlayacak olursa işte o anda bu “dönüşüm ve değişime” bir yolla hazırlanmış ve bunu arayan yürekler “bizi bulacaklar” ve “bize ıslah dönüşümümüz ve ıslah değişimimizde” yeni bir “dünya” oluşturacaklardır. Dolayısıyla böyle bir olguda “dünyanızı” inşa hareketi de başlamış olacaktır. “Kaos’ta olan dış dünyanızın fertleri Islah’ta yani düzende” yepyeni bir dünyaya girmenize neden olacaktır.


Burada bu yeni dünya oluşumunda yani yeni bir “mana gurubu” oluşunda guruba dahil olmanın anlık bir hadise olduğunu görüyoruz. Yani “o tek müjdenin” dönüşüm ve değişim müjdesinin yüreği hazır olanları, Ruh’ta yüreğinde nokta oluşmuş olanları hemen dönüşüme ve değişime getirdiğini görüyoruz. Hemen ağlarını bıraktılar ifadesinde bu insanların guruba dahil olmadaki “dönüşüm” pratiklerinin hangi düzeyde olduğu oldukça açıktır.


BENİ İZLE


Bu sözün kendi içindeki gücünü hissetmek için Mesih İsa’yı bir bütün olarak algılamak esastır. Mesih vaat edilen, beklenilen kurtarıcıdır. Burada aynı zamanda “İnsan-ı Kamil” yani Yaratan’ı tüm nitelikleriyle bedende ifşa etmek, edinmek üzere yaratılmış olan insandan beklenilen de “İnsan- Kamil” olması yani “Yaratan sureti” olmasıdır. Bu bağlamda bu muhteşem beklentiyi “Mesih İsa” kendi üzerinde toplayıp ilan etmektedir. O zaman “Adem düzeyindeki” insanı benliğini fark ettikten sonra “sevgi ve ihsan niteliğine” ulaştıracak yani Yaratan niteliklerini üzerinde yansıtabilecek bir hale getirecek bir yolu takip etmesi icap etmektedir. Bu yol normal, standart, alma arzusunda, kendi benliği üzerinde sürekli kendi için alıp duran bir durumda yaşayan insani düzeyden farklı bir yol olmalıdır. Bu da tamamen yüzde yüz dönüşüme niyet etmek ve bu dönüşümü pratiğe dökmek yani değişime tabi tutmak esastır. O zaman bu Mesih’in yoludur. Yani “mana yoludur”. Bu nedenle efendimizin sözündeki güç “hakiki değişime taşıyan dönüşümün gücüdür”.


Bu çağrının gücü esasında Yaratan’ın Ruh’unun kalpte bir nokta oluşmasında güç olarak görülmektedir. Dört öğrencinin Mesihi müjdeye hazır olmasında olduğu gibi. Nokta mevcuttur şimdi kurtuluş lütfünün dokunması gerekmektedir. “Ardım sıra gel”. Bu ifadelerle noktanın içine Mesih tohumu atılmıştır. Ve hareketlilik başlar. Bu hareketle süreklilik yani Ademin Mesih’i takibi başlar ve şimdi diğer seviyeler aşılmalıdır.


Sözün gücü ki, burada bu söz kelimelerden ziyade “hocanın yürekleri uyandırması anlamındadır”. Yüreklerin uyanmasında bu iç uyandırışı “beş” adım izlemektedir. Bunlardan biri ister istemez dönüşüm çağrısına tabi olma gelmektedir. Bu İTAAT’tir. Bu farkında olmadan bir yürek bütünleşmesidir. Ancak edinilen bir takım değerler hakiki ve yürekten bir itaatle kabul edilir ve o değerlerin ardı sıra yürünür. Bir diğer adım esas müjdenin birincil koşulu olan TÖVBE yani DÖNÜŞÜM hareketidir. Yani kalp noktasının açılması bizi ışığa kenetleyecektir. Aldığımız ışığı kendimiz için aldığımızın ve kabımızdan taştığının ve fazlalığı nedeniyle gözümüzün kör olduğu ve şimdi kalp noktamızın açılması bütün filtre sistemlerimizi işlettiği için başka bir boyutta algıladığımız ortaya çıkmaktadır. Bu ister istemez ışığa hayran, hayran bakmamız takılıp kalmamızdır. Gözümüzü ayıramamamızdır. Yani itaattir. İtaat, içsel körlüğümüzü ve aydınlıktaki karanlığımızı aydınlatmaya başlayacağı için artık aynı hat üzerinde yürümemiz mümkün olmayacaktır.


Dolayısı ile bir dönüşüm başlamış olacaktır. İşte bu tövbemizdir. Ve sonra ÜST AKLA TUTUNMA adımı harekete geçecektir. Yani dönüşümün değişime neden olması için sürekli olarak bir üste bakmakla mümkündür. Burada Mesih İsa’da biçimlenmekte aslında “hocaya” yani “bir üst akla tutunma” vardır. Bu şarttır çünkü “doğal olarak ilk doğamız” yani “yaratılıştan gelen insani doğamızın” bizdeki pratiği çoktur eğer itaat ve dönüşümden sonra üst akla tutunma olmazsa o zaman en ufak bir fırsatta kendi birincil doğamıza dönmemiz çok normal olacaktır ve böylelikle değişim olmaksızın dönüşüm geriye işleyecek ve O’na değil kendimize itaat devreye girecektir. Ve elbette itaat, tövbe (dönüşüm) ve üst akla tutunma bizi inanılmaz bir limana getirecektir. Bu limanda manevi tecrübelerle Yaratan’ı edinmiş bir yüreğin GÜVENİ vardır. Bu liman güven limanıdır.


Çünkü artık Yüce Allah’a iman sadece bir ilahiyata, anlatılan öykülere, bir kaç bize hoş gelen sözlere inanmak değildir. Yaratan’ı “Sevgi ve İhsan” nitelikleriyle “kendi benimizin üzerinde” artık “kendi için alan değil de” “başkası için alan” değişimi içinde edinmiş olma prensibi içinde inanmaktır. Bu yaşamdır. Efendimizin dediği “bol yaşamdır”. Yaratan’da yerli yerinde varlığımızın amacını yaşayarak edinmiş olmak zaten Yaratan’ı bendeki Mesih’te bilmek anlamındadır. Bu da başı ve sonu belli muhteşem bir kainat sistemi içinde Yaratan düşüncesinde esenliktir, güvendir.

Eh dolayısı ile böylesi bir manevi hareketlilik DAYANMA gücünü getirmektedir. Bu da beşinci ve hepsinin bir bütün oluşturduğu “izleme noktasıdır”.


ÖĞRETİ VE İYİLEŞME


Müjde’nin yolunda Ruh’un işleyişinde ve Mesih’in bizde inşasında yürümek esasında kainata ışığın hem bize hem de etrafımıza ifşasını getirmektedir. Yani bu hem içe hem dışa yansıma hareketidir. Ve sonucunda iki şey husule gelmektedir. Bizden yansıyan Yaratan’ın “sevgi ve ihsan” niteliği ve dolayısıyla “dönüşüm ve değişimimizdeki” O’nun teorik varlığının pratiğe indirgenmesidir. Bu bağlamda da kaos ıslaha dönüşeceği için öğretiş kaosun farkındalığını ve iyileşmede ıslahın gerçekliğini hem bize hem kainata bizden ilan etmiş olacaktır.