IV. YÜZLEŞME (Luka 4:20-24)



Herkes İsa’yı övüyor, ağzından çıkan

lütufkâr sözlere hayran kalıyordu...

İsa’yı kentin dışına kovdular.

- Luka 4:22 ve Luka 4:28-29

Hepimiz kendi öz benliğimiz üzerine giydirilmiş bir benlik ve olmak istediğimiz bir benlik şeklinde esasında üç ayrı benlik üzerinde gidip gelmelerle yaşıyoruz. Elbette esas olanı özümüze inip işte o noktada Yaratan’ın o muhteşem varlığı ile buluşmaktır. Buluşma noktası her yaratılmış insanın esasında ulaşması gereken noktadır. Çünkü o muhteşem yaratılış planında özellikle insan düzeyinde diğer bütün düzeylere hükmetme ve o düzeylerin üstüne çıkma esası söz konusudur. Bu yüceler yücesi Olan’ı yeryüzünde Mesihi düzeyde yansıtma gerçeğidir. Bu nedenle Efendimiz’in kendisini tamamen terk etmesi, sunması ve başkaları uğruna canını kanını feda edebilecek düzeyde “sevgi ve ihsanı” giyinmesi esasında her birimiz için o noktaya ulaşımın yolunu göstermektedir. Yaratan sureti olmak Yaratan’ı yansıtmaktır. Bu nedenle bütün “Kutsal Yazılar” boyunca esasında Yaratan’ın Ruh’unun yürek delen, gönül gözünü açan haz aydınlatışı içinde aydınlanma yolunda ve Yaratan’ı edinme yolunda olanların bütün “madde içinde mana deneyimleri” bize adeta bütün ruhsal derinliklerimiz için farklı farklı ışıltılar, yol deneyimleri sunmakta, bir başka deyişle bir yol haritası çizmektedir. Hatta biz bunu hep yaratılışın altı günle temsil edilişi ve yedinci günde tamlığa ulaşılmış olması formülünü Efendimiz Mesih İsa’nın hayatı ve anlatımlarında adeta temel bir formül olarak görebilmekte ve bu yol haritalarını daha da kolay hayatımıza alabilmekteyiz.

KAİNATIN İŞLEME FORMÜLÜ

Hiç kuşkusuz Yaratılış evresinin başı gerek “genel vahyin” gerekse “özel vahyin yani Kutsal Yazılar’ın” ifadelerinde görüldüğü gibi hep “kaostan ıslaha” şeklinde bir “dönüşüm ve değişim” ilkesi üzerinde başlamaktadır. Karanlık ve şekilsizlik yaratılışın başında Yaratan’ın “ışık olsun” buyruğu doğrultusunda “aydınlığa ve şekle dönüşmüştür.” Ve sonra elbette insan kendi benliğini fark etme gayreti içinde “alma arzusunun şiddetinde” birçok isyanları ile adeta kendi benliği ile mücadele ederek “kendi kendisinin kimliği ve bütün içinde olmanın ne anlama geldiğini kavramaya başlamıştır.” Elbette bu “kaostan ıslah” koşulu yavaş yavaş aydınlık ve şekillenmiş dünya içinde insanın kendi günahlılığından yani “kendisi için alma arzusundan” kaynaklı durumu ile yeniden “ıslahtan kaosa doğru” dönüşmektedir. İşte bu noktada gerek “Mısır’dan kurtarış” gerekse “Babil sürgününden” kurtarış adeta insanın bu benlik farkındalığı ve madde içindeki deneyimlemeleri ile tekrar ve tekrar “kaostan ıslaha” döndürülme yolları kendilerine ifade edilmeye çalışılmıştır. Oysa madde içinde ve günlük yaşam koşulları içinde sadece belli teknik ve taktiklerle ya da birilerine bir din anlatma gayreti şeklindeki tanıklıklarla yani sadece ismen İsrail olmakla bir yere varılmayacağı gerçeği içinde “mana yolu” üzerinde bütün Kutsal Yazılar’da işaret edilen “Mesih düzeyi” dediğimiz Yaratan sureti olma ve hakikaten ve esaslı olarak “kaostan ıslaha” geçişin manasının ifşa edildiği düzey Efendimiz Mesih İsa ile tam olarak bütün insanlığa ilan edilmiştir. Bu düzeyde kaostan ıslaha yaratılış evresi ve sonra insanın ıslahı kaosa çevirmesi ve sonra Mısır diyarından kurtarışla yeniden kaostan ıslaha getirilen insanlık sonra yeniden ıslahtan kaosa Babil sürgününe doğru yol almış ve en sonunda esaslı dönüşümün ancak kişinin kendi nefsini tamamen terki ve yepyeni bir yaşamla yepyeni bir yaşam kararlılığına gelmesiyle olduğunun vurgulamasında Mesih’teki kurtarışla esas anlamda “kaostan ıslahın” yolu insanlığa ifşa olunmuştur. Yani “madde içinde bir takım dışsal” kaostan ıslaha dönüşüm ve değişimlerin kalıcı olmadığı esas kalıcılığın ise Efendimiz’in sunduğu esaslı ve tek yol olan gönül gözünün Yaratan Ruh’u ile açılması sonucu Mesih’in yüreklere girmesi ile tamamen içten dışa doğru hakiki dönüşüm ve değişim yolu ile olduğu gerçeği esas gerçektir. Bu mana yoludur. Bu “kişinin sürekli kendisi için alma arzusunun” üstünde Efendimiz Mesih’in kendi varlığını takdim ettiği şekilde “maddenin bütün hazlarını” manaya yani sonsuz Yaratan’ın bütün manevi hazlarına terk edebilme yoludur. Bu yol “dar kapıdır.” Bu yol “merhamet ve bağışlama” yoludur. Bu yol “hakiki manada koruma, kayırma, bütünlük ve verme anlamlarına gelen gerçek sevgiyi edinme ve sürekli ışığı yansıtma şeklinde ihsan etme yoludur.” Bu yol esasında bütün insanlığın her seviyedeki insanların ve her inançtaki insanların davet edildiği dinler, mezhepler üstü bütün varlık alemi üzerinde esas Yaratan düşüncenin, işlevinde davet ettiği yoldur. Bu yola çıkanlar sonunda Yaratan düşünce ve işlevi sonucunda “oğul” yani mirasçı yani manevi manada Yaratan’ın “sevgi ve ihsan” vasıflarını tam edinerek O’nun suretine dönüştükleri Mesih İsa’yı ifşa ettikleri düzeydir. Böylelikle Yaratan düşünce ve Yaratan işlev sonuçta Yaratan suretini oluşturmuştur. Bu kutsal üçlükte tek Olan’ın tamamen bir bütünlük halindeki ifşasıdır. Bu hakiki manada bütün olmak, tek olmak esaslı olarak bir olmaktır. Yoksa kendi başına “bir” sayı olarak bir anlam ifade etmez. Oysa “bütünlük” içinde “bir” bir sayma sayısıdır. Ve Yüce Yaratan’ın birliği esasında bu muhteşem tek bütünlükte anlam bulmaktadır.


SALAH, SULH VE SELAMET


Şimdi elbette böylesine bir kurtarış seviyesinde ruhların Yaratan’a doğru yürümeye yani İsra-el olmaya başladığı andan itibaren İsrail ile yani arzuları ile dolu olan ve yalnız kendi çıkarlarını düşünen insanlık alemi için büyük bir tezat oluşturmaktadır. Ve bu tezat çoğu zaman iniş ve çıkışlara insanlar arasında “Yaratan’ı yaşamanın” bir anlamda “kaos içinde ıslah” olmanın zıtlığını ortaya dökmek demektir. O zaman her kaos içinde ıslah esasında “Yaratan’ı yaşamaktır.” Dolayısı ile “kaos içindeki o günkü Musevilere ıslah yolunu” açan ve Mesih düzeyini kendi benliğinde ifşa eden Efendimiz’i yüreğe almak ve yaşamak elbette “kaos içinde ıslahı” edinmektir. “Ne mutlu barışçılara çünkü onlara Yaratan evlatları (yani mirasçıları) denecek” sözlerindeki ifadede anlatılmak istenilen budur. Ama “kaosa alışmış insanlık alemi içinde ıslahı” yaşamak ve yaşatmak işte burada tamamen “sevgi ve ihsan” vasıfları yani Yaratan’ın vasıfları gerekmektedir. Bu vasıflar olmaksızın bu vasıflar Yaratan’ın işlevi olan o kutsal Ruh’un yürekte işleyişi olmaksızın ve Efendimiz’in buyrukları ve yaşamı yüreğimizde olmaksızın olabilecek bir durum değildir. Daha önce dediğimiz gibi Salah, Sulh ve Selamet birbiriyle bağlantılı üç aynı kök Arapça sözcüklerdir ve Mesih İsa’da bize sunulan budur.


SEVİYE FARKINDALIĞI


Bu nedenle Matta 16’da okuduğumuz gibi Efendimiz’in “halk İnsanoğlu’nun kim olduğunu söylüyor?” sorusuna farklı cevaplar olunca Efendimiz İsa “sizce ben kimim?” diye sormaktadır. Bu sorunun arkasında Petrus’un cevabı “Yaşayan Allah’ın oğlu Mesih’sin” şeklinde olduğunda “Ne mutlu sana… bu sırrı sana açan insan değil, Göklerdeki Babam’dır” (Matta 16:17) şeklinde bir cevapla adeta Petrus bereketlenmektedir. Şimdi bu diyalog içinde Yaratan’ı yaşayan ve elbette O’nun kelamı olan yani varlığını yani “sevgi ve ihsan vasıflarını” en üst derecede ifşa eden Mesih’in en yakın talebeleri ile olan diyaloğu çok önemli noktalara değinmektedir. Burada hakiki talebe “insanların ne söylediği ile hareket eden değildir.” Hakiki talebe esasında “yukarıdan uyandırılmışlığı ile bir takım manevi derinliklerin kendisine açıklandığı” kişidir. Yani eğer Mesih’in hayata indirgenmesi söz konusu ise bu esasında toplumun gidişinin yani insanlığın benlik üzerindeki kendini bulma çabalarının üstüne çıkmak “acılar yolunu” terk etmek demektir. Bu yol “Göklerdeki Baba’nın yoludur.” Yani “Baba” asla eril anlamda değil “artı” yani “Yaratan düşünce anlamındadır.” Ruh “Şekina” kelimesi ile her ne kadar dişil gibi görülse de esasında “eksi” yani artı ile eksinin nötr oluşturup bütün varlık aleminin var oluş işleyişini yaratılışın temelinde ifade etmektedir. Ve elbette ikisinin sonucu “görünen sonuç, suret yani oğul” dediğimiz o muhteşem sonuçtur. İşte bütün bunlar ancak yukarıdan Yaratan düşüncesinin, Yaratan işleyişi ile madde üstünde Yaratan’ı yansıtma için gereklilikte var olmuş olan insana manevi olarak açıklanışla kavranabilecek konulardır. Ve dünya halklarının günlük yaşamları içinde pek de algılayabilecekleri anlık konular değildir. “Her diz çökecek, her dil diyecek” ilkesinde bütün insanlar şu anda cansız, bitkisel ya da hayvansal düzeylerde günlük hayatlarını ifşa içinde koşuştursalar bile muhakkak muhakkak geldikleri kaynağa ulaşmak için o kaynağın vasıflarına Ruh’un işleyişinde dönüşmeleri ve Mesih’le bütünleşmeleri gerçekleşecektir. Aksi takdirde su yüz dereceye ulaşmadan kaynayamadığı gibi insanlar da “sevgi ve ihsan vasfına” yani Yaratan’ın o muhteşem manevi yaşam doruklarına erişmeden bir yere varabilecek değillerdir. “Dışarıda kalacak ve ağlayış ve diş gıcırtısı” ile ifade edilen bir sürece tabi olacaklardır. Bu da “acıların yolunun” devamlılığıdır. Oysa “mana yolu” Mesih İsa’nın yoludur. Efendimiz’in izah ettiği, yaşadığı, ortaya koyduğu o muhteşem kurtuluş yolu bir manada insanlığı olması gereken “yüz derece kaynama” noktasına taşıyan yoldur. Bunun için önce hamlığın farkındalığı ve sonra iyice Ruh’un rehberliğinde ve Mesih’in önderliğinde pişmek esastır. Ve yanmak ise “hiç-varlık” olan o izahı kabil olamayan muhteşem Yaratan düşüncesi ve işlevi içinde esasa dönüştür. Bu elbette bedenin terkinde hasıl olacak taht diyarı diye mecazen tabir edilen saltanat huzurudur ve kuzu bu huzurda yani Mesihi düzey bu huzurda taht dibindedir. Yani salah, sulha, sulh ise selamete ve dolayısı ile sonsuzluk döngüsüne kavuşmuştur.


YARATAN’A PARALELLİK VE TEZAT


Kısaca izah etmek gerekirse burada sıradan insanın manevi yaklaşımının söylediğine ters bir yaklaşım yani Yaratan’a paralelliktir. Uyum talebesi olmak insanlarla uyumsuzluğu oysa Yaratılmış bütün dengelerle uyumu getirmektedir. Mana derinliği olmayan insanlar ne derse desin. Çevremizdeki birçok kişi alışılmış ve sıradan maneviyata ilişkin olduğuna inandıkları bazı yüzeysel ve kulaktan dolma yaklaşımlarıyla ne derse desin, önemli olan sizin ne düşündüğünüz, ne yaptığınız ve ne sonuçlara vardığınızdır. Çünkü bu aynı zamanda Yaratan’ı varlığınızda yansıtmak demektir. Ve Petrus’un cevabının bereketle karşılandığı aynı ortam biraz sonra tam bir bereketsizliği getirmektedir. Efendimiz “ölmenin gerekliliğini” dile getirdiğinde Petrus’un birden bire halkın algı düzeyinde yani madde içinde ve acılar yolunda olan insanların cevabında bir cevap vermeye kalkışmıştır. Bu noktada birden bire insanlarla paralel Yaratan uyumu ile zıt bir tablo oluşturmuştur. Ve bu konumda esasında Mesih düzeyinden düşüş yaşadığı için Efendimiz İsa tarafından azarlanmıştır.

Bu noktada aslında “mana yolunda” yürüyüşe başlayanın o manevi derinliklerde “ışığın kesintiye” uğrama durumu söz konusudur. Olması gereken olacaktır. Yani bütün kainat kendi sistemi içinde müthiş bir düzen içinde işlemektedir. Ve bu düzende bütün kaosu, kaygıyı, karmaşayı, karanlığı, şekilsizliği kaldırmak “ışık olsun” bağlamındadır. Bu “ışık olsun” bağlamı Efendimiz’in bağlamıdır. Mesih’in giyinildiği bağlam. Ama tekrar tekrar söylemek gerekiyor, bu tamamen görüldüğü gibi kişinin kendi içinde başlayan ve hayatı kucaklayan bir sürekli dönüşüm ve değişim hayatıdır. Yani tövbe ve göklerin egemenliği ve elbette “Göksel Baba’nın” yani “üst uyandırılışın olduğu” bir hayat. Bütün bunları belli din algıları, kültür ve mezhepler ve bir takım plan, program ve taktikler içine soktuğumuzda esasında Efendimiz’in Petrus’a ifadelerindeki “yukardan açıklanma” asla gerçekleşmiş olmayacak bir kavramdır. Çünkü aynı zamanda Mesih İsa “gizlide olan Baba” ile görüşmeyi, konuşmayı salık veren yani bu manevi derinliğe işaret etmektedir. Yani “yukarıdan açıklama” bugün bazı mucizeler bekleyen, olduğunu ifşa eden, bunlar üzerine birçok insanda mezhebe bağlı umutlar uyandıran grupların algıları hiç değildir. Çünkü “mana yolunda” Ruh’un yüreklere dokunuşunda Mesih’in bahsettiği kurtuluş gerçeklerini edinen her kişide esasında ruhunun derinliklerinde bütün madde dünyasının tersine uyum oluşmakta ve bu uyumun kendisi zaten muhteşem bir manevi işaret ve harikalar oluşturmaktadır. Çünkü en büyük karizma salah içinde sulhu sulh içinde selameti yakalamakta olan mucizedir.

YİNE YOL HARİTASI


Bu noktada Petrus’un Efendimiz’le yüzleşmesi oldukça nettir. Yaratan’la uyum noktasında kendisine hakikaten yukardan açıklandığı noktada bereketi ve bu muhteşem Ruh ışığını kestiği ve herkese baktığı noktada ise bereketsizliği edinmiştir. Şimdi bu bölüme baktığımızda Yaratan’ın muhteşemliğinde Ruh’un yönlendirişinde Mesih düzeyini tamamen insanlığa takdim eden Efendimiz’in “mana yolunu” yaşayarak bizlere yol haritası çizdiği çok nettir. Ve İsra-el olarak yani “Yaratan’a yürüyen” olarak “çöl deneyiminin” hemen arkasında yürek gözleri henüz kapalı bir diyara ve özellikle kendi ev halkına sığınarak bu diyara gitmesinde de bize sunulan büyük yol haritası öğretişleri vardır. Özellikle Yeşaya’dan okuduğu bölümde bir insanın hakiki manada dokunuşu ile Yaratan sureti olarak yani Mesih’i yansıtarak “hükümranlık öğretisini” aktarabilmesinin yedi önemli adımını bu noktada vermektedir. Bu adımların başında her zaman olduğu gibi yine her şey Yaratan’ın Ruh’unun doluluğu ile başlamaktadır ve sonra Yaratan’ın seçip ayırdığı o önemli meshediş esası önem teşkil etmektedir, Yaratan’ın işlevinde meshedilen, Yaratan’ın ifşası olan Mesih İsa ancak o noktadan itibaren fakirlere yani ruhsal anlamda eksikliklerinin farkında olanlara Müjde’yi duyurmakla sorumludur. Kendilerini kabukları içinde sıkıştırmış olanlara özgürlük yolunu açacak olan ve bir türlü ruhsal gerçekleri göremeyecek olanlara görüş verebilecek olan kişi işte Ruh’la dolu ve Meshedilmiş olan bu kişidir ve dolayısı ile bu kişiyi yüreğine kurtarıcısı ve efendisi olarak alan kişi de Mesih düzeyini yansıtan olarak aynı çizgide devam edecek olandır.


1. Ruh’la dolu olmak

2. Meshedilmiş olmak

3. Eksikliğinin farkında olanlara Müjde’yi duyurmak

4. İnsanları kendi ruhları üzerindeki kendi kabuklarından kurtarmak

5. Ruhsal anlamda göremediklerini görmelerini sağlamak

6. Ve kendi kendilerini “alma arzularının” o müthiş baskısı altında ezen insanlığı bu ezilmiş durumundan kurtarmak elbette sonuç olarak

7. RAB’bin lütuf yılını getirecek olandır.


İşte bu adımlar “hükümranlık ilahiyatının” yaşamda ilanı olan adımlardır. Büyük bir yol haritasıdır aynı zamanda “alma arzusu” üstündeki insanlığın tersinde gelişen ve dinler ya da mezheplerle sınırlanamayacak derecede “dönüşüm ve değişimle” insanı hakikaten insan yapan Yaratan sureti olma özelliği bahşeden adımlardır ve elbette bu adımlarla özellikle dindar halkın önüne gelmek oldukça farklı bir gerçekle bu kişileri yüzleştirmek demektir. Ve bu nedenle bu adımların arkasından önce takdiri ve sonra tekdiri görmektedir.


LÜTUF YILI’NIN IŞIMASI VE İÇ ÇATIŞMA


Bu hepimiz için geçerli olan bir gerçektir. Mısır kurtarılışı ile Yaratan’a yürüyenler tam olarak kendileriyle yüzleşememişler ve yeniden ve yeniden kendilerini kaos içinde bulmuşlardır ve Babil dönüşünde de “RAB’bin lütuf yılı’nı” bir türlü yakalamak mümkün olmamıştır. Günümüz dindarları gibi kısa vadeli “lütuf” tadımları ile uzun vadede “mana yolundan düşüşlerle” sağa sola yalpalayarak yürümüşlerdir. Oysa Efendimiz’in ilanı oldukça iddialı bir “tövbe ve hükümranlık” ilanıdır. Yani insanlığın ilk üç düzey algılarının tam tersine bir iddiadır. Konuşan düzey ilanıdır. Konuşan düzeyin olması gereken seviyenin neyi ifade ettiğinin ilanıdır.

Böyle bir olguda birçok insanın ilk tepkisi hayran olmaktır. Çünkü bütün bu esas varılması gereken noktalar kendilerinin de zaman zaman farkında oldukları noktalardır. Çünkü “yukardan uyandırma” gerçeğinde Yaratan’ın ışığının kesik kesik de olsa etkisi altında bu önemli noktalar fark edilmektedir. Özellikle “dönüşüm ve değişimi” yaşayan bizler için de her şeyden önce kendi çevremiz eğer hakikaten bir Mesihi düzey dönüşüm ve değişimimiz varsa öncelikle bunu bir müddet olumlu karşılamaları mümkün olacaktır. Ama ne zamana kadar? Kendi gerçekleriyle sizin gerçekleriniz çatışmaya başladığı ve gerçekle yüzleşmeye başladıkları ana kadar. İşte o anda yavaş yavaş kendilerinin “benlikleri için alma arzularına” tezat olan Mesihi yaşam biçimini, kurtuluş yolunu, mana yolunu reddetmeye başlayacaklar hatta hiç duymamak için sizi devreden çıkarmaya çalışacaklardır.

Burada da öncelikle Efendimiz’in etrafındaki kişilerin tepkisinde “herkes İsa’yı övüyor, ağzından çıkan lütufkar sözlere hayran kalıyordu” (Luka 4:22) sözleriyle olumlu yaklaşımı görmek mümkündür. Ama Efendimiz’in konuyu biraz daha yaşama indirgemesi ve onlara biraz daha yürek derinliklerinde sahip olduklarını onlara hatırlatması, durumu tamamen değiştirmeye yetmiş ve artmıştır bile. Kısacası birçok hakiki iman ehlinin öncelikle en yakınındaki kişiler tarafından anlaşılamayacağı vurgulanmak istenmektedir. Çünkü onlar sadece görmek istedikleriyle gören kişiler olacaklardır. Ve birçok zaman olduğu gibi kişiler ellerindeki değerleri kolay kolay fark edebilecek bir konumda değillerdir.

Pentekost günü sonrasında da “imanı edinmiş” kişiler Mesihi düzey yaşamlarından ötürü “halkın beğenisini kazanmışlardı” (Elçilerin İşleri 2:47). Ama daha sonra birçok şikayetlerle samimi iman ehlinin başına gelmedik kalmadı. Yani burada da topluma önce hoş gelen Yaratan’a paralel uyum daha sonra kişilerin kendi içsel hayatlarıyla karşılaştırmalarında tezat oluşturmakta ve kişilerin sert tepkilerine yol açmaktadır.


NOKTA SORUMLULUĞU


Bu durumda aslında Mesih İsa bizim öncelikle kendi çevremizden göreceğimiz yoğun zıtlığa karşı oldukça önemli bir noktayı hatırlatmaktadır. Bu nokta yaratılmışlığımızın nedeni üzerinde var olan noktadır. Bizler Yaratan düşüncenin işlevinde gereklilik olarak bir maddi görünüm içinde bulunma durumunda yaratıldık ve her bir yaşayan can olarak belli bir nokta sorumluluğuna davet edildik. Yani kainat içinde her bir zerre bütünün ifşası için önem teşkil etmektedir. Daha doğrusu yaratılış gayemizde Yaratan’ı ifşa ve O’nun “sevgi ve ihsanını” madde içinde devam ettirmektir. Bu tabloya göre kainat içinde sebebi olmayan tek bir zerre dahi yoktur. Ve hele hele biz Yaratan sureti olarak düşünebilen, idrak edebilen, işleyebilen ve hükmedip çoğalabilen yaratıklar olarak bu gerçeği kavrıyor ve Yaratan’ın Ruh’unun uyandırmasında Mesih’in kurtarışını gönenmek ve Mesih’te biçimlenmek haliyle Yaratan’a yürümeye başlıyorsak işte bu durum çevremize Yaratan’a paralel olmamızla elbette tezat oluşturmaya başladığımızı gösteren bir durumdur. Böyle olmaya başladığında eğer doğru bir noktada isek şayet ve Yaratan’ı edinme olgusu içinde “benlik üstünde” yürüyorsak o zaman “nokta sorumluluğumuz olduğu” gerçeğini hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Ailemizin ya da çevremizdekilerin bizdeki Yaratan’ı edinme yolunda değişimlerimizi algılayamamaları ve bize zıt olmaları durumunda yaklaşımımız onlar göremeseler de esasında her birimizin ne denli önemli bir ilahi sebepten ötürü dünyada var olduğumuz gerçeğidir.

Aslında anlaşılmasak bile esasında her birimiz belki bir başka kişinin ya da başka kişilerin hayatlarında çok önemli bir rol oynamak için böylesine bir dönüşüm ve değişimle Efendimiz Mesih İsa’nın kurtarışı ile Mesih düzeyinde Yaratan’a yürümeye çağrıldık. Bu gerçektende böyledir. Yani kainat içinde en ummadığımız kişinin hatta yaratılmış herhangi bir nesnenin dahi o müthiş Yaratan sistemin takdirinde bir ehemmiyeti vardır. O nedenle bu gerçeğin üzerinde “hiçbir peygamber kendi memleketinde kabul görmez” (Luka 4:24)ifadesi kullanılmakta ve Yaratan’la paralelliğin halk içindeki zor algılanışı üzerinde özellikle durulmak istenmektedir. Hele hele buradaki anlatımda Musevi inancının derinliklerinde manevi gerçekleri hep bir din olgusunda anlamak gibi bir durum vardır. Ve Efendimiz özellikle din kabukları içindekilerin bu muhteşem üst dünyalar açılımını algılamalarının ne denli zor olduğunu vurgulamak istemektedir. Ve elbette hemen içsel dini gurur ortaya çıktığı için de bir an önce Mesih İsa’nın söylemlerini kendi yaşamında ve çevresinde görme gibi bir talep ortaya çıkmaktadır. İşte bu doğal tepkiler bize aktarılmak kaydı ile esasında bizim de hazırlıklı olmamız istenmektedir. Evet, eğer hakikaten yepyeni bir yaşamla Yaratan’la form eşitliğine dönüşüyorsanız biliniz ki çevrenizle zıt düşeceksiniz, eğer zıt düşerseniz biliniz ki, bu durumunuzun belki de insanlık alemi için çok büyük bir önemi var ve sizi yıldırmak için sizden mükemmel örneklemeler bekleyecekler, ama siz bunlara aldırmak yerine alabildiğinizce Yaratan’ın ışığını içinize alın ve Mesih seviyesinde bir yaşama yapışın.

İşte kısaca burada ifade edilmek istenilenler bunlardır. Ve bu özette de vermeye çalıştığımız gibi Mesih İsa’yı dinleyen sinagogta oturanların talebi öncelikle bu müthiş üst dünyalar dediğimiz manevi yüceliklerin yansıması olan yaşamı Mesih İsa’nın kendisinde ve çevresinde görme arzularıdır. Çünkü diğer taraftan bunların mümkün olamayacağına olan imanları yüreklerinden fışkırmaktadır. Yani “imkansız” bakış açısı onların kurtuluşunu da zaten “imkansız” kılan bir kabuk olarak üzerlerindedir. Zaten İsa Mesih bunun bilincinde olduğunu ifade ettiği için takdir birden bire tekdire dönmüştür. Bunun farkındalığını önce şu sözlerle dile getirmektedir; ey hekim önce kendini iyileştir, başka diyarlarda yaptıklarını burada da yap sözlerini bana hatırlatacaksınız” (Luka 4:23)demektedir. Yani insanlarını gerçekten yakından tanımaktadır. Dediğimiz gibi esasında böylesi bir yargı ile başlayan sözlerin sahiplerine ne yapılırsa yapılsın hakikatin bu kişilere kolay kolay aktarılamayacağını da göstermektedir. İşte bu bağlamda Efendimiz hemen Kutsal Yazılar’dan iki önemli noktayı vurgular ve onlara söylemek istediğini biraz daha netleştirir ve elbette bu gerçekle yüzleşme onları çılgına döndürmektedir. Yani bir manada “bütün bu söylediğim muhteşem kurtuluş, lütuf yılı, Mesih çağı, Mesih düzeyi sizin için değil belki bilmediğiniz az sayıda başkaları içindir” demektedir. Çünkü onlara İlyas’ın birçok dul kadın arasından Sarefad Kenti’ndeki dul kadına gönderildiğini ve Elişa’nın ise birçok cüzamlı arasında sadece Naaman’a gönderildiğini hatırlatmaktadır. Bu birçok dini beklentiler içindeki insanların esas anlamda Yaratan’a yürüyüş yolunu doğru dürüst bulamayacağı ve özellikle “fakirlere yani eksiklerinin farkında olanlara Müjde’nin” ulaşacağı anlamındadır. Yani belki de Musevi geçmişlerine güvenenler, Hristiyan ya da kilise geçmişlerine güvenenler, aile soy ağaçlarının ne kadar dindar olduklarına güvenenler için de burada esasında büyük bir uyarı söz konusudur.




O ZAMAN


Her birimizin Yaratan’a doğru O’nu Ruh’unda ve Mesih’inde “dönüşüm ve değişimle” edinme koşulunda çıktığımız yolda “çöl deneyimi” ve yeni yaşamı algılamanın “yedi adımını” attıktan sonra bir müddet kişilerin kabulünden sonra gerçekle yüzleşmelerinde bir zıtlığın ortaya çıkacağı kesindir. Ve böyle olduğunda yaratılma gerekliliğimizde “nokta sorumluluğumuz” bilincinde Mesih’te biçimlenmişliğimiz Yaratan’ı yaşamayı getirecek ve bizi “nokta sorumluluğumuza” sevk edecektir. Bu arada karşı çıkmalar ne olursa olsun “mana yolu” “sevgi ve ihsan yoludur.” Aldırılacak olan “alma, alınma, kendi onurumuz ya da benliğimiz” değil, çok daha yüce değerlerdir. Yaratan’ın ışığı gönlümüzü aydınlattıkça bizim de Mesih düzeyini tamamen ilan edişimiz daha da bir net olacaktır. Bu netlik “tövbe ardından göklerin hükümranlığını” yani en üst değerleri aşağıya çeken bir gerçekliktir. İşte bu noktada dağdaki vaazın yine bize büyük yol haritası olan o yedi noktasının sonucundaki cümlelerde Mesih gönlümüze hitap etmektedir “Ne mutlu doğruluk uğruna (yani uyum prensibi) uğruna zulüm görenlere! Çünkü göklerin hükümranlığı onlarındır” (Matta 5:10). Ve bu sözlerin arkasından “Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size!” (Matta 5:11) demektedir. Mesih’te biçimlenmek büyük bir dönüşüm ve değişimdir. Yani insanlarla yüzleşmenin hem de dosdoğru olan Yaratı’cılarının bütün prensiplerini içine alan “sevgi ve ihsan’la” yüzleşmenin esas Yaratan’da sevinmenin kaynağı olduğu burada oldukça açıktır. Bu yüzleşme kişinin Hak Olan’ı insanlığa takdimle Hak Olan’a yürüyüşüdür. Bu yol sonsuzluğun yoludur.