I. ÇÖL KAZANIMI (Luka 4:1-12)


Burada ne yapıyorsun?

Yalnız ben kaldım!

- 1.Krallar 19:9

“Çöl” öncelikle bizim için uçsuz bucaksız bir ümitsizlik kavramıdır. Ve esasında çöl tamamen kişinin kendisi ile birlikte baş başa olabildiği yerdir. Çünkü çölde dikkatimizi alan birçok unsurlar adeta ortadan kalkmıştır. Orada sadece ve sadece güneş, toprak, kaya ve bazı hayvanlar vardır. Sanki her taraf sararıp solmuştur. Dolayısıyla bu renksizlik ortamında bir renk keşfine kalkışmak gibi bir durum söz konusu değildir. Böyle bir durum söz konusu olamayınca da o zaman kişi tamamen yalnızdır. Tek başınadır. Bu tek başına kalışta ya kişi içine bakıp renklenecektir ya da dışına bakıp solacaktır. Ve doğrusu o müthiş ikilem burada ve her yerde geçerli olan ikilemdir. Adeta kainat bu ikilemler üzerine inşa edilmiştir. Esasında çöl “beni bilme” arayışlarına girişildiği yerdir. Çöl meraktır. Çöl arayıştır. Çöl sorgulamaktır. Çöl bir yürüyüşün yönünü tayin etmede yönsüzlüktür. Dolayısıyla bütün bu ifadelerde çöl bizim “kendi benliğimizle baş başa” kaldığımız noktadır. Ve tabi ki bu nokta aynı zamanda dünyamıza işaret etmekte ve “acılar yolundaki” varlığımıza sebebiyet vermektedir. Şimdi bütün “Çölde Sayım” bölümüne baktığımızda “İsrae-el yani Yaratan’a yürüyen” O’nu edinme öncesinde muhakkak bu yolu aşma durumundadır. O zaman biz eğer Yaratan’ı edinme yolundaysak ve biz eğer Mesih İsa’da “kendimize ölüp Mesih’in o muhteşem kurtarışında O’na diriliyorsak” o zaman özellikle “çöl tecrübesini” elbette yaşama durumunda olmamız gerekmektedir. Çünkü haç öncesi yaşadığımız tamamen “acıların yolu” dediğimiz henüz gözümüzün açılmadığı ve benliğimizi fark etmediğimiz bir dönemdir. Oysa orada “haç” yasak ağaçtır yani “ben için alma arzularımızın” çekim noktasıdır. Haça ulaştığımızda yani Mesih İsa’nın “nefse ölme ve haçı yüklenme” öğretisi ve bu öğretiş üzerinde kendi varlığını ortaya koyarak sunduğu kurtarışı ile bizim ulaştığımız nokta artık “alın teriyle ya da doğurmayla” birlikte sürdüreceğimiz dünya hayatıdır. Yani çöle çıktığımız noktadır. Bu noktada artık Yaratan suretine dönüşme ve daha doğrusu Mesih olma ancak Mesih’i giyinmek kaydı ile dünya üzerinde kendi doğamızı Mesihleştirebilme gerçeğinden geçmektedir. Bu da “Çölde Sayım” bölümündeki birinci nesil ve ikinci nesil olgusunda bir ilerleyiş demektir. Kısacası hamlıkta başlayan yolculuk pişme ve yanma aşamasında ancak Yaratan’la form eşitliğinde sonsuza kavuşur.

Sonsuz bizim henüz algımız dışında olmasından ötürü bir bilinmezdir ve bu bilinmezde “hiç-varlık” olan o muhteşem “Göklerdeki Babamız’ın” yani “Yaratan düşüncenin” ta kendisidir. O zaman çöl yaşayışı bir manada “Yaratan’ı yaşamadır.” O’nu edinmek elbette Yaratan’la yaşamaya başlamak ve dolayısı ile O’nu Ruh’unun iç keşfi ile Mesih’inde doğamıza edinmek esası, koptuğumuz birlikteliği yakalama gayretidir. Ve “Yaratan’la yaşadıkça” aslında biz Yaratan’ı “sevgi ve ihsan vasıflarında” edinmeye başlarız. Ve bu ediniş bizi doğrudan kopma anımızın başlangıcına taşımaya başlar ve bu başlangıç noktası ise İsra-el’in döngüsüne başladığı yerdir ve kısacık “vaat edilen toprak” yani sonsuzluk noktasına esasında büyük bir iç tecrübe deneyimlemesiyle gelmektir. Bu Yaratan’ın yaratılışındaki yaratma gerekliliğinde var olan bir kendi düşünce ve işlevini yansıtma sonucunun gerekliliğidir. Bu gereklilik “Yaratan dünyayı öyle sevdi ki...” (Yuhanna 3:16)noktasında olduğu gibi bir gerekliliktir. O zaman “Yaratan’ı yaşama” noktasında bize kadim yazıların ifadesi ve bizzat Efendimiz İsa Mesih’in tecrübesi “çöl tecrübesi noktasıdır.” Daha doğrusu “Yaratan’ı yaşamaya başlamak” çöl kazanımıdır. Efendimiz Mesih’in dağdaki vaazı esasında “çöl tecrübesinin” bir sonucu olduğu gibi Musa’nın dağdaki vaazı da dikkat ederseniz “çöl tecrübesinin” sonucudur. Yine Musa’nın çöl yolculuğundaki bütün tecrübelerini dile getirmesi ve olması ya da olmaması gerekenleri ifadesi ile Efendimiz İsa Mesih’in yapılması ve yapılmaması gerekenleri ifadesi çöl tecrübesi sonucundadır.

DÖNGÜ ZİHNİYETİ


Her ne kadar çöl tecrübesi zorlu anların yaşandığı bir nokta ise de unutulmaması gereken, bu noktada Kutsal Yazılar’ın işaret ettiği doğrultuda zorluğun zıtlıktan kaynaklı olan bir gereklilik olduğu gerçeğidir. Yani bu Yaratan’la yürüyüştür. Çölde dikkat edilirse yürüyüşün önderliği esasında Yaratan’ın düzeni doğrultusundadır. O zaman Firavun’un düzeni farklı bir düzene dönüşmüş durumdadır. Zaman zaman Mısır özleminin olması esasında aradaki farkın günlük yaşam akışı içinde fark edilemez olduğudur. Çünkü çoğumuz gelişmelerin ne denli olduğunu fark edemeyiz. Mesela kişiler kendi çocuklarının yanındadırlar ve başkaları çocuklarının büyüdüğünü onlara söylediklerinde o kişiler algılama zorluğu çeker çünkü bu büyümeyi bir döngü ortamı içinde pek de anlayamamışlardır. Aynı bizlerde böyle insanlar olarak “acılar yolundan” Yaratan’ın Ruh’unun rehberliğinde Mesih’in muhteşem kurtarışında “mana yoluna” geçtiğimizde esasında hala bir yolda olmanın getirdiği bir “döngü zihniyetinden” aradaki farkı algılama zorluğu çekeriz. Bu nedenle şikayetlerimiz sürekli olarak devam eder durur. Ama esasında “çöl tecrübesi” varlığımız kadar gereklidir. O zaman Pavlus’un ifadelerinde olduğu gibi “bu anın acıları, gözümüzün önüne serilecek yücelikle karşılaştırılmaya değmez” (Romalılar 8:18) kazanımın farkındalığıdır. Ama bu farkındalığı ancak ikinci nesil edinecektir. Çünkü birinci nesil bir manada birinci mertebedir. Bu mertebede daha ziyadesiyle bir samimiyetsizlik vardır. Yani aynı heyecanla yola çıkılması durumunda bu heyecanı ileriye taşıyamama gibi bir maymun iştahlı oluş ya da çıkılan yolculuğun ne tür bir yolculuk olduğunun farkında olamama gerçeği vardır.


SIÇRAMA NOKTASI


Oysa “Mısıra özlem” bir başka seviyenin farkındalığıdır. Yani bir yerden bir yere gelinmiştir. Eskiye nostalji belki bir anlamda güzeldir. Ama uzatıldığı zaman bizim için bereket değil lanet olmaya başlar. Çünkü aşılan bir nokta vardır. Yani herkesin evinde dantel örtüler altında kullandıkları çevirmeli telefonları hatırlamak güzeldir. Ama kullanım itibariyle elimizdeki modern cep telefonlarından o günün telefonuna dönüş artık ihtimal dahilinde bile değildir. Çünkü büyük bir seviye atlanmıştır artık. O zaman çöl evet çöldür, çöl evet zordur ama artık firavun yoktur. Burada Musa’nın mana rehberliğinde devam eden esasında Yaratan’ın düzeni vardır. Yani aslında Yaratan’ı edinmeye başlanıldığı bir tecrübî yürüyüş alanıdır. Adeta askerlerin talim ettikleri araziler misali “benle yaşamaktan Yaratan’la yaşamaya” geçilen bir alan ve bu alanda yapılan alan yürüyüşü.

Esasında küçücük bir seyahat bile hayatımızda çok şeyleri değiştirmektedir. O zaman herhangi bir değişim atılımı ne kadar küçük olursa olsun bir önceki konumunuzdan büyük bir kırılma yaşarsınız. Yürüyüş bir yığın “Mısır ihtimallerini” artık tamamen “vaat noktasına” hedeflemiştir. Bu atılımdır, bu ilerleyiştir, bu sıçramadır. Bu sıçrama noktası ise elbette kazanımını da beraberinde getirecektir. Ve elbette böyle bir harekete başlangıçta yine önemli bir nokta herkesin neşeli bir biçimde kararlılığa sahip olmasıdır. Yani İsra-el bütün hazırlıklarını yerli yerinde belli bir düzen içinde yapmış ve yola öyle çıkmıştı. Bu düzen ve bütünlük hareketi belli bir yoğunlukla hedefe kenetlendi ve sonra arkası geldi. Yani yürüyüş başladı ta ki “çöl fırtınası” yani yakınmalar gelene dek ve bu yakınmalarda “yabancı” etkisi yani “yola zıt” ve “uyum talebesi” olamama etkisinin çok büyük olduğunu görüyoruz.

Bütün bu noktalara baktığımızda “Yaratan’ı yaşama” dediğimiz duruma yani esaslı bir “uyum talebesi” bir “mana yolu yolcusu” olmanın basamaklarını çıkmada en baş noktanın ne olduğunu üç aşağı beş yukarı görmeye başlamış oluyoruz. Elbette samimi bir “iman ehli” için en temel başlangıç noktası Mesih İsa’nın o kurtarış müjdesi ve kendini feda ederek bize sunduğu kurtuluştur. Elbette bu durum, bu kurtarış bizim için yukarıdan bir uyandırış oluyor ama ya sonrası. Yani hepimiz “İsa Mesih’in hayatını ortaya koyarak bize sunduğu kurtuluş” öğretisini bir inancın amentüsü olarak görüyor, algılıyor ve maalesef çoğumuz o noktada kalarak hemen bu olgu üzerinde özellikle Efendimiz’in bedeni üzerinde maddeleştirdiğimiz bir hayali din tapınağı içinde yoldan sapıp bambaşka din seviyelerine Efendimiz Mesih İsa’nın o hiç sevmediği alanlara iniyoruz. Oysa esas bu “yukarıdan uyandırılış” olan “kurtarışı gönenme” noktasında kesin olarak “firavunumuzdan” yani kendi benliğimizin alma arzusundan, kötü olanın tahakkümünden, o güne kadar biz sürekli “acılar yolunda” tutmasından kurtulup “mana yoluna” giriyoruz. Yani bir anlamda “vaftizlerimizle” “kızıl denizi aşarak” Efendimiz’in yaşadığı ve bilhassa bize çok şeyleri işaret ettiği o “çöl tecrübesine” giriyoruz. Ve her şey “günahlarımızı kanında akladığı o nokta da takılıp kalmıyor” esas o noktada başlıyor. O noktanın arkası Mısır, önü ise “vaat edilen topraklara” yani “sonsuz yaşama” uzanan çöl olarak önümüze seriliyor. Ve bu seriliş noktasında “haç üzerinde Efendimiz’in ölümünde kendimize ölmemiz yer alıyor.” Ve “nefsini inkâr eden” o anki ölüşle artık önüne çölü açmış oluyor. Yani gaye ve gayret kucaklaşıyor.

Lütufla kurtarılış yani “yukardan uyandırılış” önceliği ardından “aşağıdan gayreti” getiriyor. Oysa birçokları “haç noktasında günahlılıkla kurtulmuşluk arasında” bir “araf” noktası tayin edip o noktada kalıyor ve orada bildiğimiz Mesih’e tabi olduklarını söyleyen mezheplerin teolojileri ortaya çıkmaya başlıyor. Oysa Mesih’i seviyeye yükseliş çöl noktası ile başlar ve haç bizim için Mısır’dan çıkış ile “kurban sunuluşu” anı olur ve Kızıl Deniz bu mecaz anlamda vaftizle ifade ediliyor ve bu Musa için ifade olurken, o kararlı yürüyüşü ile İbrahim’in sünnetinin antlaşma getirdiği gerçeği de yine vaftizde bir kez daha irdeleniyor ve görüldüğü gibi Efendimiz’in kurtarış müjdesinde bütün bu olgular toplanıp insan düşüncesinin oluşturduğu dinsel noktalardan artık tamamen mana yoluna bir sıçrama gerçekleşmiş oluyor. Ve bu elbette doğal olarak bizleri bir bocalama ve kendimizle hesaplaşma evresine taşıyor. Taşıyor ki, sıçrama yaptığımız bir üst seviyeye artı ve eksisiyle alışabilelim ve tabi olabilelim.


HAREKET VE SIÇRAMA


Genelde sıçrama ve “çöl tecrübesi” arasındaki bağı başlatıcı, harekettir. Örneğin, İbrahim yürüyüşünde “dönüş olmayan” yürüyüş İbrahim’e “çöl tecrübelerini” getirmiş diğer taraftan da İbrahim yürüyüşünü asırlara taşımıştır. Çünkü onun hareketi daima ileri doğru olmuştur. Hareket eğer ileriye doğru değil de geriye doğru bir hareketse o zaman gündeme Musa ile çölde dönüp duran halk gelir ve burada da bize sunulan öğreti büyüktür. Eğer her zaman aynı düşünceler ve aynı tarzda davranışlar söz konusuysa o zaman sonuçlar bugün elde ettiğinizden başkası olmayacaktır. Yani bir ilerleme söz konusu olamaz. Eğer Efendimiz diğer bütün başkâhinler gibi düşünüp onların yaptıklarını yapsaydı o zaman onların bulunduğu konumda kalmış olacaktı. Ve bizler eğer belli bir dinin veya mezhebin bütün esas ilahi öğretileri dışındaki kavramları sorgusuz sualsiz kabul eder ve aynen o şekilde Efendimiz’in “arayın, kapıyı çalın, sorun” demesine rağmen aramaksızın, kapıyı çalmaksızın, sormaksızın devam edersek geleceğimiz yer aynen bu yer olacaktır.

O nedenle her hareket hedefe yönlendirilmelidir. Unutmayalım ki, Efendimiz İsa Mesih’in, dinler ve mezhepleri bir tarafa koyacak olursak, “esaslı Yaratan’ı edinmek, Yaratan’ı yaşamak ve dolayısı ile “sevgi ve ihsan Olan’ı” bizde yansıtmak olan o muhteşem Müjde’sinin manevi devrimciliğinin temelinde yatan hedefe kenetlenen hareketidir. Bu Nuh’ta da, İbrahim’de de, Yakup’ta da ve Musa’da da böyledir. Hedefe kenetlenmiş Yaratan’a yürüyüş. Bu nedenle İsra-el yani Yaratan’a yürüyen o manevi manadaki yürüyüş insanlık için önemlidir. Bu nedenle İsra-el belli bir ırk, bir kavim, bir ülke değil “mana yolunu seçen” herhangi bir kavimden, ırktan bütün insanlık aleminden kadın ve erkeklerdir.

1. Krallar 19. bölüme gittiğimizde İlyas’ın da bir aşama atladığında “çöl tecrübesine” tabi olduğunu görüyoruz. Bu ilginçtir. O dönemin kendini İsrail olarak adlandıran ve Yaratan’la yürüdüğünü iddia eden birçokları kendilerine birçok peygamberler edinmişler ve bir manada “hakiki Yaratan’ı yaşayanlar yerine başka tanrıların çocukları olmuşlardır.” Bu noktada bu duruma direnen İlyas’ı görürüz ve İlyas bütün bu iletişimsiz tanrısallığı adeta silip süpürmekte ve bu görüşleri ezmektedir. Ve her bir adım, her bir hedefe kenetli hareket sonuç getirmektedir. Zaten bunun için “ağzımızdan çıkan şeylere dikkat etmemiz” öğütlenmektedir. Çünkü söylediklerimiz çoğu zaman düşündüklerimizdir. Ve hedef olursa bizi geriye ya da ileriye sıçratabilir. O zaman bu noktada dikkat etmek şarttır. İlyas’ın bu büyük gayreti yani hareketi bir müddet sonra İlyas’ın kendisini çölde bulmasına vesile olmuştur. Yeni seviyesi de İlyas’ı korkutmuştur. Çünkü artık bu yeni bir manevi seviyedir. Çünkü burada aynı zamanda kişi “Yaratan suretine doğru hükmetme ve çoğalma eğilimlerinde” sürekli bir değişime tabidir. Suret olma aşamaları “mana yolu” içindedir. Ve bu yolda doğal olarak “ben merkezli” kişilikten hareketle “Sen merkezli” yeni bir “ben oluşma” durumundadır. Bu noktada biz “tam olarak Mesih’i” ben kılma durumundayız. İşte burada oluşan bir “gerçek kişilik hareketi vardır.” Yani gerçek kişilik hareketinde kişilik bir takım sağ ve sol çarpmalarla yön kazanır adeta bir nehir gibi yatağını bularak ilerler, aşağıya akar yani düşer, zorlanır yani acı çeker ve öğrenir yani yeni ivmeler kazanır ve ışığı yansıtmada kabını tamamen sevgi ve ihsan Olan’ın ışığı ile doldurur. Bu hareketlilik halidir.

İlyas böylesi bir seviye atlayışından sonra aşağıya doğru bir inişe geçmiştir. O kadar manevi yükseliş noktasındaki cesur İlyas’ın birden bire aşağıya doğru bir iniş gösterdiğini görüyoruz. “Can korkusu” gibi bir nedenle birden bire İlyas’ı “bir gün boyunca çöl de yürüdü” (1.Krallar19:4)ifadesinin belirttiği gibi İlyas’ı çölde buluyoruz. “Ya RAB, yeter artık al canımı” (1.Krallar 19:4)dediğini duyuyoruz. Yani kısacası İbrahim’in, Musa’nın ve bütün İsra-el’in çöl tecrübelerinin aynı şekilde diğer ışık şahsiyetlerde de devam ettiğini görüyoruz. Adeta “Yaratan’la bir iç çalışma” olan ibadetin yaptığını, burada “çöl tecrübesinin” yaptığına tanık oluyoruz.


BURADA NE YAPIYORSUN?


İşte “çöl tecrübesinin” kazanım noktası bu soru ile belirginleşmektedir. Çünkü “çöl tecrübesi” içinde Yaratan’ın “bütün beklentilerde kolay kolay duyulamayacak” olan sesini duyabilmek mümkün olmaktadır. Yani kişi burada esasında “Yaratan’ı yaşamanın” aslında olması gereken Yaratan suretinde karakter geliştirme olduğunu fark etme konumundadır. “Çöl tecrübeleri” genelde yukarıdan uyandırılmaya “aşağıdan gayretle cevap” esnasında her bir gayretin yukarıya baktığı noktada bir manevi mertebe yükselişinde karşımıza çıkan yeni mertebe koşulu olmaktadır. Ve bu koşulda yaratan o yılgın ve ölgün halimizde şu soruyu sormaktadır; “burada ne yapıyorsun?” Çoğunlukla cevabımız “yalnız ben kaldım!” şeklindedir. Ve hatta bu soru belli bir hazırlama evresi ile gündeme gelir.

Öncelikle çöl içinde fiziksel ihtiyacın önemi vurgulanarak çöl tecrübesinde bile olsanız önce fiziksel gücü ayakta tutma esası vurgulanarak İlyas’a pide ve su sunulmaktadır. Sonra bu üst dünyaların “uyandırma”, “gideceğin yol uzun”(1.Krallar 19:7) denilerek vizyonunu geniş tutması ve yılmaması konusu netleştirilir. Ve henüz göremediği bir gerçeğin kendisine gösterilmesi için “burada ne yapıyorsun”(1.Krallar 19:9) sorusu sorulur ve “dağın üstüne çık” denerek yeniden o meşhur mecaz yani benliğin üstüne çıkış hatırlatılmaktadır. “Dağın üstüne çık ve önümde dur!” (1.Krallar 19:11).Sadece “kişinin kendi çıkarı için alması, yani günahına takılıp kalması değil bu noktada Yaratan’ın önünde tam olarak durabilmesi esası” esas önemli olandır. Ve bu noktada soru bir kez daha tekrarlanır “burada ne arıyorsun?” Cevap hala o düşkünlüğün cevabı olmasına rağmen yukarıdan “uyandırma” yine net bir biçimde bir yön göstermektedir. Ve sıçrama noktasında yeni bir seviyeye gelen İlyas’ın bocaladığı noktada artık yeni bir bakış açısı çizilmektedir. Ve bu durum onu çölde harekete geçirir ve bir noktada “geldiğin yollardan geri dön... kırlara git!” (1. Krallar 19:15).

Yani şu Yaratan’a yürüme yolu üzerinde Yaratan’ı yaşamada kendi önüne serdiğin yeni seviyede bu seviyeye çıkış yollarına bir bak ve bu yolları bu seviyede yeniden izle, ama bu kez “çöle değil” yani menfi ve müspetler çatışmasında menfiye değil müspete yönel. Yaşamını Yaratan’a hedeflerken dikkatini dağıtan noktalara ya da dönüşüm ve değişimin her noktasında önüne çıkan yeni pozitif ve negatifliklerin negatifliklerine takılıp kalma, eski deneyimlerinle bu yeni seviyeyi bir bütün olarak değerlendir ve “iyi olduğunu gör” yani Yaratan’ı yansıtarak suret ol demek istemektedir. Ve bu muhteşem deneyim görüldüğü gibi Elişa gibi bir peygamberin meshini getirmektedir. Yani “çölün kazanımı” esaslı bir mana yolu ilerleyişi olarak ortaya çıkmaktadır. Ve bu anlatımda sıçrama noktası olan “çöl tecrübelerinde” tecrübenin esaslı bir biçimde “kazanıma” dönüşüm yolu bir çizelge olarak tarif edilmektedir. Yani her şeyden önce Yaratan’a yürüyen insanın her yeni seviyede “çöl tecrübesine tabi olacağı” esası vardır. Her zaman olmasa da bu gerçek vardır.

O zaman tecrübe başladığında 1. Negatifi görmek esastır. 2. Her şeye rağmen günlük akışı tutmak da esastır. 3. “İyi” kavramına ulaşmak, yani Mesih düzeyine tam ulaşma yolunun uzunluğu göz önünde bulundurulmalıdır. 4. Bulunulan konum sorgulanmalıdır. 5. Bu tecrübede “kişinin kendi rolü” sorgulanmalı ve bu Yaratan önünde durularak yapılmalıdır. 6. Yaratan’ın ince sesini maddi dünyanın ya da insanların oluşturduğu kavramlar içinde aramamaya gayret ederek suretsizlik içinde konuşan olarak değerlendirilmelidir. 7. Gelinen yol değerlendirilip kıra çıkıldığı takdirde büyük bir sonuç orada karşımıza çıkacaktır. Görülüğü gibi burada dahi yani İlyas’ın çöl tecrübesinde dahi “çöl tecrübesinin” nedeni açıktır. İlyas’ın ve peygamberler tarihine Elişa gibi bir şahsiyetin kazanılması için bu çöl tecrübesi önemlidir. Ve bize de yine yedi adımla bir yol haritası verilmekte ve böyle bir tecrübe anını yeni seviyeye uyum ve kazanım olarak hayatımıza indirgeme tarif edilmektedir.

Ama yine de öykünün diğer tarafında insanların “gönül gözünün” açılmadığı noktalarda bütün bu durumu sadece madde içinde alarak durumu tamamen farklı kılmaları da mümkündür. Yani maddede algının sonuçları İlyas’ın depresyona girip elindeki o muhteşem manevi gücü kaybettiği şeklinde de değerlendirmek mümkündür. Efendimiz’i haç üstünde kaybettiğini söyleyenler gibi. Ama her iki sonuca çıkmakta esasında kainatın görünen ve görünmeyen ama sistem olarak varlığı oldukça net iki tarafını bir türlü algılayamamış olmak demektir.

Bütün bunlar bir yana kadim yazılarda anlatılan bütün bu “çöl tecrübelerinin” esaslı bir sonucu olduğu gerçektir ve sonunda bu tecrübe, yüreğimize aldığımız ve kurtarışı ile gönendiğimiz Efendimiz ve Kurtarıcımız o muhteşem varlığında bunu en güzel deneyimleyen olarak bize Mesih’i mertebede sürekli tecrübe ettirilmektedir ve bizim Mesih’i gönenmemizle yani Mesih’te biçimlenmemizle bütün bunları artık doğamıza almış olma durumumuz ortaya çıkmakta dolayısı ile “sevgi ve ihsan Olan’ı” bütün vasıflarının bu iki kelimeyle ifadesinde sınırlılığımız içinde edinmemiz söz konusu olmaktadır. Bu da artık hayatımızda “Yaratan’ı yaşamaktır.”

O zaman “Yaratan’ı yaşama” konusunu irdelediğimiz bu çalışmamızda ilk giriş etabında her şeyden önce “acılar yolundan” koparak Yaratan’ın o muhteşem Ruh’unun yüreğimizde işlemesi ile gönlümüzü kurtarışı ile aydınlatan Mesih’in bizi Yaratan suretini hakkıyla edindiğimiz düzey olan Mesihi düzeye doğru yükseltmesinde birinci basamağın “çöl tecrübelerini” iyi değerlendirmemiz ve “çölün kazanımlarını” fark etmemiz gerçeğidir. Yani biz Mesih’le Yaratan’ın “sevgi ve ihsanını” yaşamımıza alma yolunda adım attıkça ulaştığımız her bir yeni seviyede artı ve eksileriyle birlikte bir ön bocalama yaşayacağımız bir gerçektir. Bu yaşanmaya başladığı anda hatırlamamız gereken şey Yaratan’ı yaşama yolunda ilk alışmamız gereken “seviyeleri göğüslemeye hazır olmamız” gerçeği olduğudur. Bu zorlu bir gerçektir ama “yakınma” yerini “yakarışa” bırakırsa “mecazi manada kırk yıllık yolun” esasında “on bir günlük” bir yol olduğu gerçeği bize ayna gibi parlayacaktır.

O zaman Yaratan’a yürüyüşte “Yaratan’ı yaşamanın” ilk adımı “çöl tecrübelerini yani seviyeleri göğüslemeyi bilerek bu tecrübelerin kazanımlarını görebilmektir.” Bunun için yol haritası da şöyle özetlenebilir:


1. Olumsuzu karşılamak

2. Günlük akışı sürdürmek

3. Yolun uzunluğunu görebilmek

4. Konumu sorgulamak

5. Ben engelini aşmak

6. Suretsizliğin sesini duymak

7. Tecrübeleri olumlu yönde yeniden ele almak