VIII. ÇÖL DUYUŞU (Çölde Sayım 20)


Sonra kolunu kaldırıp değneğiyle kayaya iki kez vurdu.

Kayadan bol su fışkırdı, topluluk da hayvanları da içti.

Çölde Sayım 20:11


Daha önceki bölümlerde de esasında İsra-el’in bir üste tutunarak devam etmesi gerektiğini gördük. Yani bu üst akıl hiçbir zaman Yaratan’ın saran ışığının dışına taşan ve hikmeti kendinden olan kişiler şeklinde algılanmamalıdır. Bu üst akıl esasında Yaratan’ın düşüncesini işlevinde tespit edebilen, ayırt etme gücünde kendini Yaratan’ı edinme formatında tutabilen kişilerdir. Bunların kehanetleri, özel yetenekleri olduğu için böyle bir önderlik etme durumunda değillerdir aslında. Bu kişiler Yaratan’a yönelişlerinde saran ışıkla buluşmalarında ışığın kendilerinde daha ziyadesiyle işlediği ve dolayısı ile kendine çektiği böylelikle “ruhları uyandıran” konumuna gelen kişilerdir. Ve elbette “oğulların ve kızların peygamberlik edeceği” bir statüde esasında saran ışığı yüreğe aldıkça ve Yaratan’ın Mesihi’ni yani insan-ı kamil vasıflar olan “sevgi ve ihsanını yansıttıkça” insanların ulaşma yolunda olması gerektiği bir seviyedir. Fakat böylesi bir seviyeye yükseldikçe sorumluluk yani aydınlanma ve dolayısı ile aydınlatma sorumluluğu daha da artmaktadır.


YAKINMA YA DA PAYLAŞMA


Bunun anlatılma gayreti içinde bulunduğu birçok paragrafı esasında “Çölde Sayım” bölümünde görüyoruz. Mesela, İsra-el güle oynaya çıktığı çöl yolculuğunda biraz zorluklarla karşılaştığında hemen yakınmaya başlamıştı. İşte bu durum onların sorunlarını daha da arttırdı ve işin ilginci böyle bir yakınma halinde önderleri ile karşılıklı bir müşareket içinde bulunup kaosun üzerine gitmek yerine ve ıslahı kaos içinde yakalamak yerine kendi kendilerine çözmeye kalktılar ve başaramadılar. Aynı kitapçığın 11. bölümüne baktığımızda ne zaman ki Musa işin içine dahil edildi işte o vakit sorun en azından o an için bir çözüm bulmuş oldu. Bu noktada olumsuz bir sonuç olarak yakınma yerine olumlu bir eğilim olarak manevi görüşü biraz daha olgun kişilerle paylaşma esasında çoğu zaman bizlere ummadığımız olumlu sonuçlar getirmektedir. Elbette rahatsız olunulan bir konunun dile getirilmesi yani net ve haklı bir şikayet herkes için olması lazım gelendir ama sürekli yakınma yani bu bölümlerde “çöl fırtınası” ismini verdiğimiz bu durum hakikaten bir manevi hastalık durumudur. Ve yazıların ifadesi ile insana çözüm değil çözümsüzlük getirmektedir. Demek ki, “Mesih’le yürüdüğünü” söyleyen birçok kişilerin bir türlü esenliğe gelemeyişlerinde Efendimiz’in bahsettiği o “yeni yaşam” sevincini gönenemeyişinde hep bu nokta esas problem olarak karşımıza çıkmaktadır.


Şimdi bütün bu kısa izahtan çıkan sonuç şudur. İsra-el olarak çöle çıkan her kişi esasında çok önemlidir. Ama ister istemez bu yolculukta yabancılar ve yerliler diyebileceğimiz ve bu yolculara mana rehberi olan kişi ve kişiler gibi belli düzeyler söz konusudur. Düzeyler farkındalık için esastır. Olması gerekir ve yakınanlar özellikle yabancıların yani samimi mana yolcusu olmakta zorlananların gurubundan ateşlenmekte ve önce kendilerini yiyip bitirmekte sonra yerlilere sirayet etmekte ve sonra da en sonunda da rehberlere sirayet etmektedir. İşte böyle bir gelişim “kanserin bütün vücudu sarması gibidir.” Elbette her hangi bir olumlu gelişim içinde deliceler olacaktır. Efendimiz İsa Mesih’in dediği gibi “bırakın son ana kadar deliceler buğdayın arasında kalsın” misali elbette tükenmişler bu yolculuğa sebat edenlerin arasında kalmak durumundadırlar ve elbette esas üst akıl olan Yaratan düşüncesi ve işlevini bir sonuç olarak aramıza getirecek olan bir oğul seviyesi olmak durumundadır. Yani bu rehberler seviyesidir. Esasında hepimizin yürüyüşü “oğul” seviyesinedir. Burada “oğul” seviyesini bir cinsiyet birimi olarak almak çok yanlıştır. “Oğul” denmesinin esas sebebi o günün algısı içinde oğlun mirasçılığıdır. Yani sonuç yani neticede ulaşılan, varılan, elimize kalan anlamında “oğul.”


HEPİMİZ İÇİN ESAS OLAN SEVİYE


Bu seviyede sorunlar “yakınma” ile değil “bizi uyandıran bir üst akıl” yani biraz daha saran ışığın gönül gözünü derinden açmış bulunan bir insan kardeşimizin öncülüğünde hep birlikte manevi manada üst dünyalara yürüyebilmektir. Böylesi bir üst dünyaya yürümek esasında Efendimiz’in dediği gibi “benden daha üst şeyler yapacaksınız” seviyesine kadar bir “gönül gözü açılmış bir mana üstadının dizinin dibinde” biraz pişmektir. Ve hep aklımızda Yaratan’ın düşüncesi ve işlevinde yani saran ışığı Ruh’unda Mesih düzeyi olmalıdır ve esas üstadımız ve efendimiz ve pirimiz Mesih İsa’dır (Esenliği üzerimizde olsun).


Yani evvel emirde herkesin Mesih dergahı dediğimiz o muhteşem Yaratan’ı edinme yolunda Mesih’in talebesi olması gerekmektedir ve “mana hocaları dediklerimiz dahi” bu prosedüre dahildir. Böyle olmasaydı Musa bu kadar büyük bir sorumluluk altında ezildiğini hissetmeyecek ve diğer “çöl yürüyüşüne katılan her kişi” gibi mana yolunda zorlanmayacaktı.


Fakat 11. bölümde olan durumdan çıkaracağımız önemli bir husus vardır. Burada bu hususların birincisi “çöl yürüyüşü esnasında” kişilerin ferdi yakınışlarının kişileri daima negatif sonuçlara getirmesi hususudur. Çünkü sistemin işleyişinin çarkları arasına “yakınma” ile müdahale mümkün olmadığı gibi bir üst akıl pratiği ile birlikte bir güç birliği esası söz konusudur. Bu nedenle toplu ibadet ve toplu “mana çalışması” çok daha etkin bir biçimde çöl yürüyüşü sorunlarını çözüm getirebilecek bir konumu oluşturmaktadır. Zaten Efendimiz Mesih İsa bu nedenle “nerede iki ya da üç kişi varsa ben onların arasındayım” demektedir. Yani üst akıl böyle bir birlikte “meşveret” edebilmenin yani karşılıkla danışabilmenin sonucunda ortaya çıkmakta ve “gazap durdurulabilmektedir.” Burada sistemin negatif cevabı gazabı irdelemektedir.


Halkın yakınmalarını yakarışla bütünleştirmeleri için demek ki, bir “mana yolu rehberi” ile samimi bir diyalog içinde olması esas olmalıdır. Bu da buradaki ikinci hususu gündeme getirmektedir. Ve esasında bir üçüncü husus ise burada diyalog içine çekilen mana rehberinin durumudur. Yani bu diyalog aynı zamanda “mana yolu rehberini de” belli bir sorumluluğun içine çekmektedir.


SURET OLMA KONUMU


Dolayısı ile çölde yürüyen tükenmiş ya da sebat eden grup ile rehberlik yapan önder esasında hepsi aynı kaderde vaade doğru çekilmektedirler. Bu yürüyüş bir manada Adem seviyesinden Mesih seviyesine yürüyüştür. Yani dıştan içe dönüş yürüyüşüdür. Peygamberlikler hep dıştan öğretiş ve öğrenme konumundayken Mesih düzeyi artık “olma” konumudur. Bu konum “suret olma” konumudur. Harika bir konumdur. Çünkü orada Efendimiz’i giyinmek vardır. Efendimiz’le bütünleşmek ve Yaratan’a Ruh’u ile uyandırılmış gönüllerin aydınlığında Yaratan’a kavuşmak vardır. Ve Yaratan’a kavuşmak sonsuz hayattır.


Şimdi, bir mana yolu rehberi, bir mana yolu önderinin de o rehber arkasında huzurda duran her bir fert gibi elbette “çöl bakışı’nda” yaptığı gibi “çöl duyuşu’nda” da hassas olması esastır. Yani hayat sistemin çarkları içinde “uyum talebesi” olmakla bağlantılıdır. Eğer uyum talebesi olunmazsa “Musa” için dahi böylesi muhteşem bir Yaratan düşüncenin işleyen sistemi içinde yani işlevinde Yaratan’dan Yaratan’a yükselişin olması mümkün olmayacaktır. “Sövene dilsiz, dövene elsiz olma” inanılmaz bir kaos içindeki ıslah sonucudur. Bu Yaratan sureti olma seviyesidir.


MANEVİ ÇEVRE KİRLİLİĞİ


Çöl yolculuğunun başı da yakınmadır, sonu da yakınmadır tükenmişler için. “Negatiflik” adeta yaşam felsefesidir ve bu felsefede “suçlu hep başkasıdır.” İşte böyle semptomlar içinde yürürken “mana yolu rehberleri de” elbette sıkıntı içindedirler. Çünkü onları yürüyen halktan ayırt eden sadece “Yaratan düşüncenin düzen prensibinin yansımasında” gönül gözünün biraz daha açık olmasıdır. Ama aynı cansız seviyeden, bitkiselliğe, bitkisellikten hayvansallığa yürüyen insandır. Etkiye açıktır.


Musa herkesin, her ailenin çadırının önünde ağladığını duydu. RAB buna çok öfkelendi ve Musa da üzüldü ve... Bütün bu halka ben mi gebe kaldım?...” (Çölde Sayım 11:10-15).Buradaki tecrübi anlatıma baktığımızda bir “mana rehberinin de” kolaylıkla çevresinin etkisi altında kalabileceğine güzel bir örnek görüyoruz. Kısacası mana rehberleri yani “ruhları uyandırma görevi” kendilerine manevi manada verilmiş olanlar aynı yolun yolcusu olarak eğer “çöl bakışını” ve “çöl duyuşunu” tamamen “yakınma” cihetinde alırlarsa işte o vakit kendileri de bütün olumsuz sonuçları üzerlerine çekmeye başlamış olacaklardır. Bu halk için iki kat daha kötü bir konumdur. Bazen insanlar “yakınmaları” ile iyi bir şeyler yaptıklarını ve rahatladıklarını düşünürler hatta “önemli ya da önemsiz” ayrımı gözetmeksizin her şeylerini yanlarındaki insan kardeşlerine ve onların maneviyatlarını düşünmeksizin ve elbette bununla birlikte “mana rehberlerine” aktarmak isterler ama dikkat edilirse “yakınma” zaten dengeleri bozan bir durumdur. Bir de böyle bir “manevi çevre kirliliğine yer verildiğinde” bu kez kendi mana kaynaklarını da kirleten insanın artık sığınabileceği başka kapı kalmamaktadır. Kaldı ki, dikkat edilirse kendi rehberliğini dahi insanın kendi yaptıkları, bakış açısı, duyuşu ve elbette düşünüşü etkilemekte ve kötü ya da iyi sonuçları kendi kendisine çekmektedir.


EDİNİM KAYBI


Burada da gördüğümüz gibi Musa’nın isyan ettiği gözümüze çarpmaktadır. Musa’nın bu isyanı başka “mana rehberlerini” ortaya çıkarmış ve esasında Musa’nın böyle bir sorumluluk için kendisini “bulunmaz Hint kumaşı” misali gibi görmesi önlenmiştir. Bu şu demektir:


Aynı gemi içinde Yaratan’a yürüyenler olarak mana denizinin enginliğinde kazanılan bir takım edinimlerin kıymetini bilmemiz çok önemlidir. Çünkü aksi takdirde bu edinimlerle geldiğimiz seviye bizim için bir geri dönüş noktası da olabilir. Yani “mana rehberlerinin” de “yakınmaya” başlamaları “edinimlerinin kaybı” gibi bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Kısacası “çöl bakışı” olumlu olmak durumunda olduğu gibi “çöl duyuşu” da olumlu olmak durumundadır. Çünkü nasıl olsa çölün esas hakimi her şeyin hakimidir ve bulunulan nokta zaten bulunmamız gereken noktadır. O zaman bu noktada gözümüzü dört açıp kulağımızı iyi açmamız esasında bizi İbrahim konumunda kılacaktır. Çünkü İbrahim’e seslenişte bulunduğun yerden dikkatlice bak”denilmektedir. Ve ancak bu dikkatli bakış İbrahim’e geniş bir görüş açısı ve sahip olma vermiştir. Görebildiğin kadar her yer senin” söylemi çok önemli bir söylemdir. Yani eğer İbrahim bu seslenişi bu sistemin çekişini iyi duyabilmiş ve iyi hissedebilmişse elbette o zaman o seslenişe kulak verecek ve öylelikle görebilecektir de ve görmesi de elbette onun tamamen “kendi için manevi manada yeni yaşam kazanımı” yani “sevgi ve ihsan kazanımı” olmuş olacak, Yaratan’ı edinmesinden sonsuzluğa ve en üst hazza ve esas varılacak olan noktaya varmasına vesile olacaktır.

SONA DOĞRU


Çöl yolculuğunda fırtınaların yani “yakınmaların” yoğunluğunda bir yürüyüş buradaki anlatıma göre insanları sadece başladıkları noktaya geri getirmiştir. Bu bizim için inanılmaz güzel bir ders ve örnektir. Evet, bizler de hatalarımızdan öğrenmeksizin ve hiçbir zaman bize öğretilen yanlış öğreti saplantılarından çıkamamaksızın esasında “çöl döngüsü” içinde debelenip durmaktayız. Peki, sonuç ne olacak? Sonuç “ne olacak bizim halimiz?” şeklinde bir soru cümlesi içine tıkılıp kalmamızı getirecektir. Oysa Efendimiz Mesih İsa, kendi düzeyi olan o muhteşem ölüm ve diriliş sahnesinde zihinlere kazıdığı o öğretişinde bizi manevi manada yükselişin temellerine taşımak istemektedir. Yani her şeyden önce bütün hatalarımıza ve günahlarımıza ve günahlarımızın temelindeki “kendi benimiz için o doymak bilmez alma arzumuza” ölmemiz esası vardır. Fakat bu ölme dini bir ifade değil tamamen bir edinimdir. Çünkü Yaratan’ın sevgi ve ihsanını bütün kâinata karşılıksız sunduğu bir ortamda dinler içine sıkışmış insanlar sadece kendilerine yakın dindaşlarına rıza gösterebilme gibi Yaratan’a ve Mesih’ine uymayan bir tavrı sergilemektedirler. Ve elbette herkes birbirini etkileyip bu kabukları daha da ağırlaştırmaktadırlar…


Şimdi burada Musa ve Harun ne denli etraflarındaki insanlardan etkilendiklerini çok net bir biçimde sergilemektedirler. Bu yazılara göre yapılması gereken en güzel şeyi yapmaktadırlar. Şikâyetler kendilerine ulaştığında her ikisi de buluşma çadırına koşmuşlar ve bütün kâinatın yegâne yönetimi olan Yaratan düşünceye Yaratan işlevlerinin yürekleri üzerindeki etkisinde secde etmişlerdir. Yerlere kapanıp dua etmişlerdir yani günümüzde Mesih’te olduğunu söyleyenlerin pek yapmadığı şekilde secde ile yakarmışlardır. Bu doğrudur ve güzeldir ve olması gerekendir. Ama dikkat edelim, böyle bir güzel ruhta ve gerçekte tapınış ne yazık ki sonunda yine bir sonuç getirmiş olmakla birlikte bu kez “mana rehberleri de içinde olmak kaydı ile” birçoğuna olumsuz bir sonuç getirmiştir.


Çünkü böylesine uzun bir süre “yakınma” seanslarının sürekli olduğu bir ortamda, sadece olumsuzluk ve hoşnutsuzluk ve tatminsizlik ve kişinin kendi için doymak bilmez alma arzularının kabardığı bir ortamda “mana rehberlerinin” kendilerini çöl duyuşlarından koruyabilmeleri mümkün değildir. Bu sadece rehberler için yani önderler, öğretmenler için geçerli bir kavram değildir. Çünkü Yaratan’a yürüyen her kişinin Mesih düzeyine yükselmesi esasında aslında her bir hakiki manada saran ışığa sahip kişi ışığın gönülde derinleşmesinde ve Mesih’te büyümesinde esasında bir başkasına ışık yansıtacak olandır. Bu bağlamda her bir Yaratan’a yürüyen kişi yani İsra-el esasında dünyaya ışık sunan ve dünyanın ıslahı için mevcudiyeti olan kişidir. İşte burada Musa ve Harun’da bütün Yaratan’a yürüyenlerin kendilerini görmeleri gerekmektedir. Çöl duyuşunda Yaratan’ın yönlendirişini duymak güçleşir.


ÇÖL DUYUŞU


Yakınma” gürültüleri içinde kirlenen kulak artık işitir ama duymaz olmuştur. Burada Musa Yaratan’ın Değneği al… Kayaya buyruk ver...” (20:7-8)şeklindeki emrini işitmiştir hiç kuşkusuz ama sorun uygulamadadır. O bu oldukça pratik yönlendirişi iki şekilde kendi algı ve anlayışına göre yorumlayarak uygulamaya kalkmıştır. Yani “sevgi ve ihsanın” doğrudan alınıp aktarılması yerine alınanı “benliğin etkisi ve kendi için alma arzusunda şekillendirerek” sunması sonucunda Musa vaade doğru yürüyüşünü yani hedefi kaybetmiştir.


Bu hepimize olabilecek olan bir durumun bir ön bildirisidir. Bizler yaşam yolunda Yaratan’a doğru yürüyüşümüzde eğer “uyum talebesi olmayı” bir kenara atar ve doğamız gereği bütün kâinata ve sisteme dolayısı ile Yaratan’a paralel bir yaşamı hep kendi yorumlarımızla veya birilerinin yorumlarıyla sürekli “benliklere” teslim edersek sonuçlar hep bizim ışığı kaybetmemiz, dolayısı ile hedefi göremememiz şeklinde gelişecektir.


Musa buradaki örnekte sadece kendisinde var olan ışığın yönlendirişinde kayaya inanç edinimi ile seslenmek yerine önce halkı değerlendirmeye gitmiştir;“ey siz başkaldıranlar …ve sonra kolunu kaldırıp değneği iki kez vurdu” (20:10-11). Burada yapılan günümüzün birçok dinlerinde var olan bir durumdur. Din önderlerinin söylemedikleri, istemedikleri birçok şey bugün din sistemlerinde maalesef yer almış olmaktadır. İşte bu aynı buradaki durum gibidir. Oysa Yaratan’ın teşvikinde kişi oldukça pratik bir biçimde kendisine verileni uygulaması esas olandır. O zaman kâinatta “evetin evet, hayırın hayır” olduğu Mesihi bir pratik yani olması gereken ve doğallık içinde olması gereken olacaktır. Ama aksi takdirde burada olduğu gibi hem kişinin “kendi yorumu” hem bencilliği ile “ben bilirim ve yaparım” şeklinde yaklaşımı doğalı bozacaktır. Ve sonuç elbette hedef kaybı, hedef kayması ve manevi ölümle varışın yani sonsuzluğun üst dünyalardaki o en üst hazları ortadan kaybolmuş olacaktır. Ve böyle bir çöl duyuşu sonucunda Musa ve Harun dahil daha önceden hep negatif bakış açısı ile tükenmişleri oynayan her bir İsra-elli o muhteşem “yeni yaşam” bereketine ve ışığın gönüllerdeki o rengarenk ışık oyunları ile dolu yaşamına vasıl olamamışlardır.


Buradaki bütün anlatımlar “mana rehberlerinin” eski çağlardaki deneyimleri olmakla birlikte “manevi dünyamız” için bizim Mesih dergâhındaki hayatımız için Mesih talebesi olarak alacağımız birçok derslerle doludur. Önemli olan bütün bunları “Yeni doğuşumuz” olduğunu düşündüğümüz ve Mesih’in kurtarışında Mesih’i giyinerek mana yolunda yürüdüğümüz yaşamlarımıza aktarabilmemizdir.


Burada bir noktaya daha dikkat etmekte fayda vardır. Musa ve Harun kendilerine önderlik ettikleri halka “başkaldıranlar” yaftasını yakıştırırken kendileri “başkaldıran” durumuna düşmüşlerdir. Bu noktada esasında bize büyük bir uyarı vermektedir. Daha önce de dediğimiz gibi Efendimiz İsa Mesih’in öğretileri üzerinde birçokları her tür öğretişi bina ederek, olanı olmayanı içine dâhil ederek kendi sistemlerini kabul etmeyen her kişiyi hemen onların gönüllerinin nerelerde olduğunu, neleri sorguladığını dahi düşünmeden yargılayıp durmakta ve hatta cehennemin dibine bile gönderebilecek kadar ileri gitmektedirler. Ama uzun lafın kısası bu kadim tecrübeler ve öğretişler gözlerinin önünde adeta onlara bir ayna vazifesi yapmaktadır ve haykırmaktadır. Ama bunları anlamak için çöl bakışı değil “Mesih bakışı”, çöl duyuşu değil “Mesih duyuşu” gerekmektedir.