II. KALK VE SAYIL (Çölde Sayım 1:19)


RAB’bin buyruğu uyarınca ikinci ayın birinci günü bütün halkı topladılar. Yirmi ve daha

yukarı yaştakileri boylarına, ailelerine göre

birer birer sayıp yazdılar. Böylece Musa Sina Çölü’nde halkın sayımını yaptı.

Çölde Sayım 1:19



Sayılar üzerine yaptığımız çalışmanın ilk bölümünde esasında hepimiz için deniz ve dağ aşamasını aştıktan sonra “ben değil sen” kavramını yaşarken, yani mecazi manada çöl hayatını sürdürürken gerçek anlamda Mesihi düzeye layık birer kurtulmuş fert olup olmadığımızın ortaya çıkacağını söylemiştik. Çölde dönüşün iki nesille işlediği gerçeği çok barizdir. Bir nesil çöl döngüsü içinde sürekli olarak “ben’inin” kendi benliğini yeniden ele geçirme gayreti ile boğuşurken bir diğer nesil ise çöl döngüsü içinde yontula yontula artık vaat edilen topraklara gerçekten girebilecek manevi olgunluğa erişir.


Bu bağlamda kişinin Yaratan’a sayılması, O’nun Mesih bedeninde ve Ruh’un aydınlığında birer samimi fert olması hakikaten önemli bir aşamadır. Ama bu aşamada sayılmanın getirdiği sorumlulukları da algılaması ve hatta yüklenmesi esastır. Çünkü sayılma yukarıdan gelen bir buyruktur. Bir anlamda yukarıdan uyandırılmadır. Kişinin bu buyruğa tabi olarak kalkıp sayılmayı kabul etmesi ise elbette aşağıdan uyanmadır. Kısacası Mesihi düzey, kurtuluş düzeyi hayatı bu noktada ışık doğuracak ve ışık yansıtacaktır. Bu Yaratan’ın işlevi Kutsal Ruh’un ışıl ışıl yansıdığı ve “sevgi ve ihsan” olarak işlevini gerçekleştirdiği noktadır.


O zaman Yaratılış bölümünde kişinin “benini fark edişi” ve “alma arzusunun keskinliğindeki” yaşamının kendisini ne denli aşağıya çektiği gerçeği vardır. Mısır’dan çıkışta bu gerçekten kurtulma vardır adeta aşılmaz denilen “deniz” aşılır yani kölelikten özgürlüğe geçiş yaşanır. Sonra ilahi ıslahın “benlik üzerine” ne denli zorlu geldiği gözlemlenmeye başlar bu ilahi ıslahın yani kurtuluş sonrası ıslahın bir manada ifade edildiği bölüm Levililer bölümüdür.


Fakat Yaratan’a yürüyenler yani mecaz manada İsra-el (Yaratan’a yürüyen-sıratı müstakim-doğru yol üzerinde olanlar) kaostan yani benliklerinin firavunundan kaçışlarından sonra aştıkları o müthiş deniz engelinden sonra yeni kurallara ve ıslaha pek bir tahammülsüzdürler. Çünkü maddede Firavun’a kölelikleri manada Musa ile yaşamalarından daha alışık oldukları bir durumdur. Ve düşmeye başlarlar. Bu yükselişin zaman zaman düşüşlere sahne olacağı ve bu düşüşlerin aşılmasında ise daha çok yükselme şansları olduğu gerçeğini temsil etmektedir. Mesele Efendimiz’in haçlanışı her ne kadar bir son gibi görülse de muhteşem mana yolunun esasında başlangıç noktasıdır.


KAYNAK OLMA VE İHTİYAÇ OLUNAN KAYNAK


Sayılardaki sayılma prensibinde esasında “çöl tecrübesi içindeki” şahısların kendilerinin de net olarak nerede olduklarının farkındalıkları içindir. Çünkü bu farkındalık aynı zamanda bu kişilerin çağrılma, aklanma ve kutsanma prensibi içindeki mesuliyetlerinin de ne olduğunu belirginleştirmektedir. Yani sayım emri yukarıdandır ve bu emre gönülle tabi olup “kalkıp sayılanlar da” kendi farkındalıklarında olanlardır. Yani bir yandan Yaratan kimlerin kendisine halk olduğunu net bir biçimde gözlemlemekte diğer taraftan Yaratan’a halk olanlar da kendi yerlerini net olarak algılamaktadırlar. Esasında bu durumda Yaratan ve yaratılan ilişkisinin “sevgi ve ihsan” seviyesine çekilmesi vardır. Yani Mesih’in esas çekmek istediği kendi kurtarış seviyesine. O zaman bu noktada Sayılar bölümünün mesajı oldukça büyük bir anlam taşımaktadır.

Kendi alma arzusunun farkında olup Yaratan’a yürüyenler ve henüz kendi alma arzularının farkında olmayanlar zaten manevi manada insanların iki ana temel üzerinde olduklarının göstergesidir. Şimdi bu durumda “alma arzusunun farkında olup” Mesih’in kurtarışında “kendi nefislerine” ölenler için denizin aşıldığı ve Musa ile dağa çıkıldığı noktadan sonra esas bütün bu maneviyatın hayatta uygulandığı “çöl tecrübesine” varılır ki, Efendimiz İsa’nın da hizmet öncesi ilk platformu budur ve bunun aşılması Yaratan’ı edinme ya da edinmeme durumunu bize getirecektir. Yani en önemli maneviyat tecrübesidir. O zaman Sayılar’daki sayım ve gruplara ayrılma ve “yolun dostu” olma konusuna net olma hep bu sayılmaya bağlıdır. Sayım emri uyarınca kalkıp sayılan “Yaratan’a halk olmayı net kabul eden, yürüyüşünün farkında olandır.” O zaman burada esas mesaj “kalkıp sayılmamızdır.” Yaratan yolunda yürüyenler olarak Mesih’in kurtarışını giyinip Ruh’un rehberliğinde Mesih’e benzer olmaya yürüyüş ve bu yürüyüşün getirdiği her şeye tabi olma, adanma bu “kalkıp sayılmamızla” netleşmektedir.


Bu söylemlerin hiçbiri maddi dünya kavramları olarak değerlendirilmemelidir. Hep mecazi manada, manevi manada ifadelerle buradaki mesajın algılatılmaya çalışılması esastır. O zaman bir başka tabirle buradaki sayımla ifade edilmek istenilen kimlerin “mana yolunda” yani Yaratan’ın “sevgi ve ihsan olan” o muhteşem vasıflarını edinmede adanmış olduklarıdır.


Adanmış olurlarsa ne olur? Şu olur, her şeyden önce mana yolunda yine mecazi manada vaat edilen o gönül noktasına, o Yaratan’la bütünleşilen ruhani noktaya ulaşmak için oldukça güçlü ruhsal savaşlar bizi beklemektedir. Yani birçok engeller vardır. Adanmışların belirginliği “mana grubunun” yani “Mesih bedeninin” ruhani manada, gönül manasında ne kadar güçlü olup olmadığı bütün bu ruhani engellerin aşılıp aşılmamasına bir neden teşkil etmektedir. Bu durumda kaynağın ne olduğu ve esasında ne kadara ihtiyaç olunduğu ancak sayımla ortaya çıkmaktadır. O zaman ne olacaktır? Mesela bugün bu kadar manevi bölünmüşlükle Mesih’in bedeninin ifşası mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Kaynağa bakalım ve takriben “kendisini samimi imanlı olarak sayanların kaçının bu bölünmelerden uzak durduğuna bakalım” ve “Mesih bedeninde hiçbir bölünme kabul etmeyen ne kadar bir imanlı kitlenin olması gerektiğini bir düşünelim” ve bu iki tarafı kaynak olma ve ihtiyaç olunan kaynak açısından değerlendirelim ve olması gerekeni yapmaya yönelelim. Biraz karışık gibi geliyor ilk önce ama işte Sayılar bölümünde yapılmaya çalışılan budur.


Yani “çöl tecrübesinde” ıslaha meyletmiş Mesih İsa’da kurtulduğunu söyleyen samimi inanan işte bu noktada Yaratan’ı Mesih’inde ve Ruh’unda edinme ya da edinememe aşamasındadır. Bu döngü içinde iki nesilden birine dahil olma durumunda olacaktır.


O dönemdeki sayımlarla yönetimler ellerinde ne kadar vergi kaynağı olduğunu tespite ve bununla birlikte halka ne kadar harcama yapma durumunda olduklarını hesap etmeye çalışıyorlardı. Özellikle kendi yönetimine tabi olmak istemeyen bazıları özellikle vergi yükümlülüklerinden kaçmak için sayımdan da kaçmaya çalışıyorlardı. Yani günümüzde olduğu gibi sorumluluklarını harfiyen yapmak isteyenler olduğu gibi tamamen gözden ırak olmak isteyen kişiler de vardı.


Sayılar bölümünde ise denizi yani Firavun’u -alma arzuların ve dağı - yani kendi benliklerini aşmış bulunan inananların tamamının sayılmak için öne çıktığını görüyoruz. Burada halkın Yaratan antlaşmasına ayrılmış bir halk olduğuna, yani bir manada “antlaşmanın çocukları” olduklarına tanık oluyoruz. Çünkü hepsi Yaratan’ın önünde “kalkıp -sanki ben de varım diyerek- sayılmak istiyorlardı.” Bir nevi “beni de yaz, ben de Yaratan’a yürüyenim, yerim ve mesuliyetim bilinsin” demek istiyorlardı.


DAHİL OLMANIN İKİ YOLU

Sosyologlara göre insanlar herhangi bir grup içinde yerlerini alırlarken daima iki yoldan bir tanesini kullanma durumundadırlar. Bu yollardan bir tanesi “belli sınırlar içinde olmadan ötürü bir gruba dahil olma” yoludur. Bir diğeri ise “merkezi bir hedefe sahip olmadan ötürü bir gruba dahil olma” yoludur. Mesela “Green Peace” insanların çevre bilinci üzerinden hareketle merkezdeki bu fikri ortak olarak benimseme ile oluşturdukları bir gruptur, “merkezi hedefleme” esası vardır burada. Tiyatro grupları, opera grupları, hayvan severler bütün bu kişilerin bir arada oluşturdukları gruplarda her bir fert çok net bir biçimde kendilerini bir araya getiren merkezi nedeni ifade edebilirler. “Biz çevreci bir grubuz” diyebilirler, “biz hayvanları korumayı amaç edinmiş kişileriz” diyebilirler. Amaçlarındaki bu netliği gruplarına dahil olan kişilerin sayıları üzerinde veremeyebilirler. Bu konuda “sınıra tutunma ile gruba dahil olma” konusunda da bir netlik olmayabilir. Ama bu yolla bir grup oluşturanlar da esasında kendi sınırları konusunda nettirler. Gurubun içindeki hemen hemen herkes kimin gruba dahil, kimin dahil olmadığını fark etmektedirler. Mesela aile böyle bir gruptur “sınırlar belirgindir.” Hem de herkes farklı düşünse bile, farklı şeyler yapsa ve farklı şeylerden hoşlansa bile “belli sınırlar içinde olmadan ötürü” bu aile fertleri bu ailenin fertleridir ve asla bu bağdan kopmaları mümkün değildirler. Kişiler doğumla, evlilikle belli sınırlar içinde olmadan ötürü bu gruba yani bir aile içine girerler ve ancak ölüm ve boşanma gibi belli bir sınır dahilinde, bir çizgi dahilinde bu gruptan dışarıya çıkarlar. Yani böyle bir grubun ya içindesinizdir ya da dışındasınızdır.


Yaratan’a yürüyenler de esasında böyle bir grup içindedirler. Yani Yaratan’a yürüme ve Mesih düzeyinde kurtuluşa erme, Ruh’un rehberliğini arama “belli sınırlar içinde olma” durumudur. Farklı tecrübeler, farklı hissedişler, farklı seviyeler ve farklı manevi hazlar olmakla birlikte Yaratan’a yürüme arzusu, Mesih’le bütünleşme, biçimlenme hedefi ve Ruh’ta doluluk arayışı hep Yaratan’a halk olma tarafına meyletmedir ve bu Mesih talebesi olmamızı ve dolayısı ile Mesih’in bedeni olmamızı ve daha da ötesi “antlaşma halkı” olmamızı sağlar. Ve farklı bakış açılarından da bakılsa, farklı algılar da olsa, farklı ibadet biçimleri ve yaklaşımları da olsa samimiyetle Yaratan’ı edinme yolunda Mesih’le kurtuluşu algılayan ve edinenlerin yürüdüğü yolda bir birliktelik vardır. “Mesih severler cemiyeti” şeklinde bir cemiyet yoktur burada eğer belli bir inancı amel etme şeklinde bir mezhep algısında ve otomatik bir bağlılık söz konusu oluyorsa bu edinme olmadığı için adeta “merkezi bir hedefe sahip olma” gibi bir durum olacaktır. Yaratan’a yürüyüşte Yaratan’ı edinme gayreti burada adeta antlaşma altında yani sanki bir evlilikle bir aileye katılım gibi bir durum oluşturmaktadır.


İşte burada ya antlaşma altındasınızdır ya da değil, ya Yaratan’a hakikaten yürüyor ve O’nu arıyor ve arzuluyorsunuzdur ya da değil. Ya Mesih sizdedir ya da değil, ya Ruh’un doluluğunda kurtuluşu göneniyorsunuzdur ya da değil. Sınırlar nettir. Olmak ya da olmamak gibi. Elbette bu söylemleri sadece dini terminoloji olarak değerlendiriyorsak burada anlatılmak istenilenin anlaşılmadığı bir gerçektir. Çünkü dinlerde tecrübeler sadece öğretilerin doğrultusunda akla yerleştirilen belli öğretilerle şekillenmektedir. Kişinin ruhunun kaynağı olan Yaratan düşüncesi ve işlevi ile pek bir edinim bağı olmamaktadır. Terminoloji her ne kadar aynı gibi görünse de burada esas büyük bir farklılık söz konusudur. Bu da madde ve mana arasındaki fark gibi bir farktır.


Satır araları iyi okunursa esasında Pavlus’un ifadesinde de “Yaratan’ın İsra-el’i (Yaratan’a yürüyeni)” şeklinde bir kavramı Mesih’i izleyenler için söylemektedir (Galatyalılar 6:16). Şunu net ifade etmek gerekirse bu samimi Mesih izleyenleri derken bugün dünyada ortada dolaşan ve kendini “Hristiyan” kelimesinin yegane sahibi addeden ve “küçük dünyaları ben yarattım” edasıyla dolaşan bir yığın “Efendimiz’in öğretilerinden fersah fersah uzak” camiaların birçoğu değildir. Çünkü Mesihi seviye yürek seviyesinde tamamen kişinin manevi derinliklerine işleyen ve ferdi yaşamlarda filizlenen insan yaşamıdır. Yani “acılar yolu” ya da “mana yolu” dediğimiz iki yoldan birini yaşayan insanlığın önündeki sadece iki seçenekten “mana yolu” seçeneği. Bu da asla dini kurum ve kuruluşların tekelinde tayin ve tespit edilecek bir yol değil “yukarı’dan verilme” ve “aşağıdan gayretle” bir araya gelen insan-ı kamil yoludur. Mesih’in yoludur. Sakin, gösterişsiz, sessiz ama birbirlerine mana bağı ile bağlı birbirlerini tanımasalar da birçok insanın Yaratan’a yükseldiği yoldur.


SORUMLULUK VE AYRICALIK

O zaman böylesi bir “belli sınırlar içinde olmadan ötürü” belli bir manevi grup altında olan ve Yaratan’ın buyruğu ile “çağrılan, aklanılan ve kutsanılanlar” yani sayılması istenilenler ne gibi bir sorumluluk için sayılmaya davet edilmektedirler? İşte bu sorunun cevabı gerçekten önemlidir.


Daha önce de üzerinde sürekli olarak durduğumuz gibi esas olarak Yaratılan’ı edinme O’nun Mesih İsa’da çok net, yaşamıyla tarif edilmiş olduğu şekliyle gördüğümüz gibi “sevgi ve ihsan olma” vasfını edinmektir. O zaman sayılmaya layık görülen kişiler esasında “sevgi ve ihsana davet edilmiş olan kişilerdir.” Yani Sayılar bölümündeki sayım ve daha doğrusu “çöl tecrübesindeki” esas durum “sevgi ve ihsanı” yani “Yaratan’la form eşitliğini, O’nun vasıflarını Mesih’te giyinmeyi ve Ruh’ta icra etmeyi edinme ya da edinememe durumudur.” İki nesilden biri o uzun çöl deneyimlerinde bunu edinebilme yoluna girerek vaat edilen topraklar sınırında hazır vaziyete gelmiş bir durumdadır. Diğeri ise o denli yürüyüş sonrasında hala başladığı “acılar yolunun” başında kala kalmıştır. Ya biz neredeyiz? İşte bu bölümün çalışması esnasında, Yaratılış bölümünde algıladığımız “ben için almadan”, Çıkış bölümünde “kendi firavunumuzdan kurtulma” sonrası Levililer’de “yürek ıslahının zorluğunu görmemiz” bizi Sayılar bölümünde zorlu bir aşamaya çöl aşamasına taşımıştır. İşte burada ak ile karanın belli olması için Yaratan artık bizi Yaratan yoluna çıkmış yani “yolun dostu” olarak görmek istemektedir. O zaman “ben için alma” tamamen “dönüşüm ve değişimle” vermeye dönüşme durumunda olmalıdır. Sayım verme içindir.


O zaman hakiki “yolun yolcusunun” ilk temel sorumluluğu “ihsandır.” Çünkü Yaratan ihsan edendir. Kendini bilen Yaratan’ı bilir ama eğer kendisi “sevgi ve ihsan vasfındaysa.” O dönemdeki sayımlarda sayılanlar hep mabet için ondalıklarıyla Yaratan’a yürüyen grubu ayakta tutanlar olmuştur (Çıkış 38:21-31).


Bu “ihsan” etme konusunda Yaratan’ı yansıtma, O’nun benden ifşasında yer almada Mesih’i bizde ifşa ile bütün insanlığa kurtuluşu sunma sadece maddi manada vermeye işaret değil, insanlığa insanlık sunmaya da işarettir. Maalesef bu verme olgusu özellikle mezhepsel dini anlayışlarda sadece dini yayma ve maddi konularda katılımlar olarak değerlendirilmektedir. Oysa bütün insanlık Yaratan’ındır. Ve Mesih’inde Ruh’unun açtığı yolda kurtuluş “Yaratan’ın sevdiği dünyaya” sunulmuştur. O zaman bütün dünyaya yüreğin, esenliğin, barışın, hakiki çıkarsız sevginin sunulması hep Yaratan’ın “sevgi ve ihsanını” Mesih’te biçimlenerek sunmaktır. Sadece günahlarımızdan kurtuluş ve cennet kazanımı dini düzeyin ucuz pazarlama zihniyetidir. Oysa Mesih İsa “bütün dünyanın günahı” için kendini feda ederken çevre sorunlarından tutun da, bütün insanlığın hangi inanışta olursa olsun hizmetine koşmak ve Mesih düzeyinde Ruh’un aydınlığında ihsan etmek esas olmalıdır. Ve elbette dahil olunan ve beslenilen “mana grubuna da” tam bir yürek katılımı göstererek o Yaratan’ın gözle görünmeyen gönül mabedinde, Mesih dergahında yer almak, O’nu yüceltip, O’ndan sonsuza dek haz almak esas olmalıdır.


İkinci önemli sorumluluk ise ruhani manada bütün menfi olan, negatif olan bütün şeylere karşı Ruh’un rehberliğinde ve Mesih’in önderliğinde o yükseliş derecelerinde, edinim imanıyla “ışık ile ıslah için mücadele” gerçeğidir. Sayılar’da anlatılanlar sadece tarihsel şekilde irdelenirse ve hakikaten oradan yazıldığı dünyevi şekliyle alınırsa sanki sadece bir kavmin “din için savaşması” gibidir. Eğer Kutsal Yazılar hep böyle algılanır ve harfi tefsire gidilirse işte o zaman maddi olarak yanlış algılara çok müsait ve hatta dünyaya kaos getirecek bir takım algılara ulaşmak mümkündür. Oysa Yaratan düşünce bütün işlevi ile “mananın” doruklarıdır. Neden insani düzeylerin kaotik ve birbirini tutmayan, kıran, döken taraflarını öne çıkarsın, o zaman ilahi düzeylerin o manevi derinlikleri Kutsal Yazılar’ın her yerinde yine mana gözlükleriyle gözlemlenmelidir.


Bütün Kutsal Yazılar esasında tek bir insanı anlatmaktadır. Onun “kendi için alma arzusunu, yani günahlılığını, düşkünlüğünü” ve bu Adem’in Yaratan’dan gelip kendi benini tanıyana dek içinde kaldığı bu kaos ortamından ancak bu durumunun farkındalığı ile çıkması bir gerçektir. Bu farkındalıkta Yaratan düşünce ve işlevi esas olması gerekeni, esas Yaratan benzerini yani sonucu ortaya kurtuluş yolu olarak, “mana yolu” olarak koymaktadır. Bu yolun yolcusu “yolun dostudur.” Yaratan’ın o muhteşem Yaratan düşünce ve Yaratan işlev vasıfları sonucu yani mirasçıyı yani kadim yazılar tabiriyle “Oğul’u” getirmektedir. Kim bu sonucu edinirse işte Yaratan’la form eşitliğine tabidir artık. Yani “sevgi ve ihsan olan” o kişide “Oğul’u” biçimlendirmekte ve Mesih düzeyi o kişide ifşa olmaktadır. O bay ya da bayan yani insan “mirasçı” olmuştur. Yaratan suretine dönüşüm ve değişimle ulaşma yoluna çıkmıştır.


Görüldüğü gibi insan sağ ve solu, yani reaktif ve proaktif yani artı ve eksi ile hep savaşım yani mücadele halindedir. O zaman böyle bir mücadelede “mana grubunda” sayılmak yani “Yaratan’ın ışığı ile ıslah için mücadeleye” hazırlıklı olmak, manevi manada vaat edilen Mesih çağına yürürken, sonsuzluğa yürürken ve sonsuzlukta sonsuz hazla Yaratan’a yürürken bütün menfilikleri aşma gücünde olmak durumundadır.


Ve “mana yolu” proaktivite yoludur. Işık oluşturma yoludur ve insanın dünyada alıştığı reaktivite yoluna bu çok ters olduğu için kişi manen Mesih İsa’nın kurtarışında ve öğretişinde Ruh’un teşvikinde bir hayatla hep ruhsal anlamda güçlü olma durumundadır. Bunun için “Yaratan’ın ışığı ile ıslah için mücadele” kararlılığı, Yaratan’a “sevgi ve ihsan” yolunda bu yolu edinmede ve Mesih’e dönüşüm ve değişimde, adanmışlığı önemlidir.


Ve sayılardaki tabirle “denizi ve dağı aşanlar artık Yaratan yolunda olduklarına göre düzenli bir şekilde “ihsana ve Yaratan ışığı ile islah için mücadeleye hazırlıklı olmalıdırlar” yani ayağa kalkıp “evet, beni de sayın” demek durumundadırlar. Bu hakiki manada Mesih talebesi olmaya adanmışlıktır. Efendimiz’in dediği gibi “beni seven buyruklarımı yerine getirir” ve elbette Efendimiz gibi maddeye ölür ve manada hakikaten Yaratan’a dirilir.





MANAYA ADANMIŞLIK


Elbette bu ifadeler yanlış anlaşılmalara neden olabilir. “İsa Mesih’e adanmışlık varken manaya adanmışlık ne demek?” gibi. Ama zaten bizim de “mana ile kast ettiğimiz Efendimiz’in kendi hayatını ortaya koyarak öğrettiklerinin” her yüzyılda belli bir mezhebe-dine mal edilmeden her bir insanın kendi ortamında algısında hakikaten algılanıp yüreğinden bir yaşam olarak Yaratan’ın Ruh’unun rehberliğine ifşasıdır. Bu sadece mezheplere göre bir takım teolojik bilgi ve öğretilere değil “benliği için alan Adem’in” düzeyinden “başkaları için kendini feda eden Mesih’in” düzeyine dek bütünü Yakup’un merdiveninin farkındalığında algılayabilme sorumluluğu ve ayrıcalığıdır.


Günümüzde ne yazık ki, artık ibadethaneler birer teolojik farklılıklar mektebine dönüşmüş ve hatta Yaratan’ı hakikatte ve Ruh’ta yüceltmenin yerini konferans ya da aşırı mistik mezhepsel uygulamalar ya da teatral gösteriler ve belli kişilerin tekelinde birer yüksek rütbeliler ve sıradan insanlar seremonileri halini almıştır. Oysa Mesih İsa’nın neler öğrettiği ilk yüzyılın çok farklı verileri incelendiğinde üç aşağı beş yukarı algılanabilmektedir.


Adanmışlık hayatı esasında Yaratan’ı edinme hayatıdır. Yani “kadim yazıların” ifadesinde olduğu gibi “otururken, kalkarken, yürürken” kısacası hayatı kapsayan bir inanç ve ibadet yaşamının önce gönül mabedi temelli ve sonra da böylesi manada gönüllerin birlikteliğinde esenlik ve huzur içinde ifşasıdır. “Kötü gören, farklı gören, ayrı gayrı gören gözlerin kör edilmesiyle, gönlün Mesihi bakışıyla ve herkesi hakikaten yürekten Yaratan’ın sureti olarak kucaklayabilecek bir gönle sahip olarak, kısacası tamamen reaktiften proaktife dönüşüm ve değişimle “yaşanılan bir yaşamı” irdelemektir, Yaratan’a Mesih’inde ve Ruh’unda adanmış bir hayat.


İşte bütün insanlığı kaostan ıslaha kainatı yaratmış olanın insanlığı olarak kabul ederek kaostan ıslaha bir gönülle “ihsan” ve “yürekten ıslah için manevi mücadele” için ayağa kalkıp Yaratan’ın buyruğundaki o manevi sayıma “evet” demek ve sayılmaktır.


VE DOĞAL ÇOĞALIM

Bütün bu anlatılanların ışığında Efendimiz Mesih İsa’nın ifade ettiği gibi “Ruh’ta ve gerçekte” tapınanlar Yaratan’ın ışığını alıp “sevgi ve ihsanla” sunanlar olacaklardır. Ve “ışık kile altında saklanamayacaktır.” Böylelikle insanlar şahit oldukları, gözleriyle gördükleri ve olması gerektiği gibi olduğunu gördükleri “Yaratan’la form eşitliğindeki” yaşamlara yani Mesihi düzeydeki hayatlara eninde sonunda geleceklerdir. Bu insanların “konuşan düzeye” olan doğal çekilimlerinin de doğal bir sonucu olarak yani yukarıdan uyandırılma ve aşağıdan uyandırılmayla daha da çabuk olacaktır. Yani dünyada “acılar yolunda” yürüyen insanlık eninde sonunda “her diz çökecek” ifadesiyle netleştirildiği gibi “mana yoluna” çekileceklerdir. Bu çekilişte elbette “kalkıp sayılanların” adanmışlığı Yaratan’ın en güçlü ışıklarından biri olacaktır. Zaten yaratılma yansıtma ile paraleldir. Yani muhteşem Yaratan düşünce ve Yaratan işlevi kendi yaratıcılığını kainatta yansıtarak muhteşem ışıkların ve hazların kaynağı olarak olması gerekeni yani bütünlüğü ifşa etmiştir.


Ve her bir fert Ruh’un yüreklerdeki işlevi ile Mesih’te kurtuluşa hazırlanmaktadır. Her bir “mana yolu yolcusu” her bir hakiki ve samimi Mesih talebesi esasında Yaratan’ın ışığının bir hüzmesi olarak Yaratan’ın “sevgi ve ihsanını” herkese yansıttığında o vakit zaten Mesih çağı için kapılar açılmış olacaktır. Planlar, programlar, ya da mezhepsel, dini faaliyetler, propagandalar hiçbir insani çaba Yaratan düşüncesinden fışkıran ve Yaratan işlevinde sonuçlanan ve insanı insan olarak sonuca koyan ve Mesih ile onu Adem’den Mesih’e getirerek kurtarışla taçlandıran Yaratan’ın kainatı üzerinde etkin değildir, olmayacaktır, olamayacaktır. Ancak Mesih İsa’nın başkaları için kendisini feda etmesinde şekillenen “nefislerin inkârı ve çarmıhın yüklenildiği” hakiki bir “sevgi ve ihsan” yaşamı bütün kainatın beklediği Yaratan’ı edinme ve O’nda Mesih’inde ve Ruh’unda sonsuzlukta dinlenme yoludur. Bu yol hakiki “bol yaşam” yolu, sonsuzluk yoludur.


Bütün bu manalarda kalkıp sayılmak artık Yaratan’a yürüdüğünü söyleyen her bir ferdin esaslı aşağıdan gayreti olmalıdır. Bu kalkış ve sayılmada aynı Mesih İsa gibi “ihsan” ve “Yaratan ışığında ıslah için mücadele vardır.” Bu kalkışta hakiki “İsra-el yani sıratı müstakim yani Yaratan’a yürüyüş vardır.”


VE DOĞAL SONUÇ


İbrahim’in yürüyüşünde vaadin sesi vardır. Vaat yaratılanın Yaratan’ı fark etmesi ile Yaratan’ın yaratılana samimi hükmedişi yani kainat sisteminin ne denli insanla bağlantılı olduğu gerçeği vardır. Yaratan olma ve tabi olma vaadi hep “yola uyumu” gerektirmiştir. Yola uyumda ise bereket yani çoğalma vardır. Bu bağlamda Sayılar’daki sayılma aynı zamanda İbrahim’e vaadin ne şekilde gerçekleştiğinin güzel bir işaretidir. Aynı şekilde uyumun devamlılığı bütün bir yürüyüşün Mesih’te bütünleşmesi gibi daha da büyük manevi tekamülleri getireceği hiç kuşkusuzdur. Mesih İsa bu nedenle “benden daha üstün şeyler de yapacaksınız” diyebilmektedir.


Uyum prensibinde farkındanın yürüyüşü “yüce babayı” tekten bütünlüğe taşımış ve “çokların babası” haline getirmiştir. Sayımda aynı zamanda manevi aydınlığın “tekten çoğa” doğru genişlemeye yönelik olduğu gerçeği de oldukça net olarak verilmektedir.