Yirmiyüzüncü yüzyılın özelliklerinden biri insan haklarının çiğnenmesidir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında yaklaşık altmış milyon kişi öldürüldü. Hitler’in toplama kamplarında altı milyon Yahudi zehirlenerek, fırınlarda yakılarak, katledildi. Solzenitşen’e göre, 1923’ten beri almışbeş milyon Rus kendi liderleri tarafından öldürüldü, ve onbinlerce kişi dinsel ve siyasal nedenlerle tutuklanmıştı. 1970’lerde İdi Amin vahşetinden dolayı yaklaşık altıyüzbin Ugandalı hayatlarını yitirdiş; Khmer Rouge rejimi üç buçuk milyon Kamboçyalı’yı, yani, ülkenin nüfusunun yarısını, ölüme götürdü.
Brezilya’daki yerliler, Hindistan’daki kastsızlar (belli bir sosyal sınıfa mensup olmayanlar), Batı Şeria ve Gazze’de Filistinliler haksızlık ve zulümün ne demek olduğunu gayet iyi biliyorlar.
Herkesçe bilindiği gibi, birçok ülkelerde polis tarafından yapılan işkenceler hâlâ çok yaygındır. İşkenceler işkencecinin insanlığını yok ettiği gibi işkenceye uğrayan insanın da kişiliğini ezmektedir. Buna rağmen bu çağdışı gelenek hâlâ kaldırılmıyor.
İnsan hakları kavramının tarihi oldukça uzundur. Eflatun ve Arısto özgürlük ve adalet kavramları üzerinde derin derin düşündüler. Orta Çağ’da, Tomas Aquinas ve başka Hıristiyan düşünürler ‘Doğal Haklar’ teorisini benimsediler. İngiltere, 1215’dekı Magna Karta’ya (İngiltere Kralının Kudretini sınırlandıran beyanname) ve 1688-89’un İnsan Hakları Beyannamesine minnettarlıkla bakıyor. Amerika ve Fransa’da devrim yoluyla özgürlük kazandıkları zaman, vatandaşlarının haklarını sağlamaya çalıştılar.
İkinci Dünya Savaşının Hitler ve Japon dehşeti ise, insan hakları konusunun önemini açığa çıkarttı. 1941’de ABD Başkanı Roosevelt ‘Dört Temel Özgürlüğe’ dayanan bir dünya öngörüyordu: konuşma ve din özgürlüğü, kıtlık ve korkudan özgürlük. 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildi. Uluslararası konferansların gündemlerinde, insan hakları konusu ilk sırada bulunmasına rağmen, birçok ülkede bu konu ciddi olarak ele alınmamaktadır.
Eğer insan hakları konusunu ciddiye alıyorsak, kendimize birkaç temel soru sormamız gerekir: İnsan hakları neye, hangi mutlak temellere dayanmaktadır? Bunlara nasıl sahip olduk? Bir Mesih İnanlısı olarak, bu konularla ilgilenmem gerekir mi? Eğer gerekliyse, niçin ve nasıl?
İnsan hakları bireyin özüne dayanmaktadır. Yani, eğer insan olmanın ne olduğunu kararlaştırabilirsek, insan haklarının temellerini de belirtmiş oluruz.
Kutsal Kitap bu konu üzerinde çok duruyor, fakat bu yazımızda yalnız Yaratılış’de (Tekvin) bulunan birkaç ayeti ele alabiliriz:
“Tanrı, ‘İnsanı kendı suretimizde, kendimize benzer yaratalım’ dedi, ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.’ Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, ‘Verimli olun, çoğalın’ dedi, ‘Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her ot, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngelere—soluk alıp veren bütün hayvanlara—yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.’ Ve öyle oldu.’ (Kutsal Kitap: Yaratılış 1:26-30).
İşte, insan özünün üç ayrı ilişkiden oluşturduğunu gösteren ayet.
İnsanlar Tanrının suretinde, benzeyişinde yaratılmıştı. Yani, insanın akılcı, ahlâki ve ruhsal nitelikleri var, ve bunlar onu hayvanlardan ayırarak, Tanrıyla ilişki kurmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla, Tanrı’yı tanımak, sevmek, O’na tapınmak ve itaat etmek temel haklarımızdandır. Bu da demektir ki, din, fikir, vicdan ve konuşma özgürlüğü insanın çiğnenmez haklarındandır. Buna dinimizi yaymak hakkını da ekleyelim.
Amerikan ve Fransız devriminin Mesih İnanlısı olmayan, tanrıcı (deist) liderleri bile bunu bilerek, insan haklarının temelleri ‘En Üstün Varlıktan’, yani, Tanrı’dan olduğunu itiraf ettiler.
Tanrı insanı erkek ve dişi olarak yarattı. Adamın yalnız olması iyi olmadığı için, Tanrı ona ‘uygun bir yardımcı yaptı’. Onların da yeryüzünü dolduracaklarını belirtti. İşte, cinsellik, evlenme, ve ailenin dokunulmazlığı, cins, yaş, ırk, ve mevkimize bakılmaksızın eşitliğimizin, ve toplanma hakkımızın temeli. Biz birbirimize muhtaç olan yaratıklarız. İhtiyaçlarımızı bildiği için, Yüce Yaradan bize uygun bir ortam yaptı. Bu ortama dokunan ve bireyin toplumsal ihtiyaçlarını çiğneyen kişi ya da rejim, cezadan kurtulamayacak.
Tanrı, hepimizi yeryüzünün yetiştirilmesi ve geliştirilmesi ile görevlendirdi. Yeryüzünü doldurup, onu tabi kılmamız ve her canlı şeyin üzerinde hakim olmamız gerekir. Dolayısıyla, sorumluluğumuzu yerine getirmek için ne gerekirse, yani, iş, istirahat, giyim, barınak, ve yoksulluk ve açlıktan kurtuluş, Tanrının verdiği haklarımızdandır.
Tanrıyla ilişkimiz, yani, ona tapınmak; başka insanlarla ilişkimiz, yani, toplumsal sorumluluklarımız; ve yeryüzünüyle ilişkimiz, yani bize verilen emanetleri en iyi şekilde geliştirmek, insana gerçek onur veren ve onu hayvanlardan ayıran ilişkilerdir. Bu ilişkilere girmek hakkımız ve sorumluluğumuzdur. İşte, insan haklarının temelleri!
Mesih İnanlıları bütün bunlara bir şey daha ekliyorlar. Tanrı hepimizin Yaradanıdır, fakat O’nun gönderdiği Aracı’ya iman edenler için Kurtarıcı da olur. Bu Aracı Mesih İsa’dır. ‘Tek bir Tanrı, ve Tanrı ile insanlar arasında tek bir aracı vardır. Bu da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa’dır’ (İncil: 1 Timoteos 2:6). Ancak İsa Mesih’e inananlar insanın değerini anlamaya başlayabiliyorlar. Neden? Çünkü insanların değerini Tanrı’nın kurtuluş planının pahası açıkça gösteriyor. Tanrı düşük günahkârları kurtarmak için kendi sözünü, İsa Mesih’i sunarak, günahlarımızın affedilmesini O’nun çarmıha gerilmesinin aracılığıyla sağladı.
Kısacası, insan hakları bu temeller üzerinde duruyor:
İnsan Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldığı için, akılcı, ahlaki ve ruhsal bir yaratıktır.
Tanrı insana toplum ve doğa ile ilgili bir takım sorumluluklar ve haklar verdi.
Tanrı, insanların günahlarının affedilmesi için pahası biçilmez bir kurban sunduğu için, ona ibadet etmek, tapınmak, ve bu müjdeyi yaymak sorumluluğumuz ve hakkımızdır.
Dolayısıyla, kimsenin her hangi bir insanın hor görmeye veya ona verilen hakları çiğnemeye hakkı yok!